“Efendim, Suriye'de oturduðum kasabaya uçak ve füzelerle despot rejim güçlerinin saldýrýsý olmuþtu. Bir anda kasabamýz yerle bir oldu... Doktor olmam hasebiyle hemen enkazlar arasýnda yaralýlara ilk yardým için harekete geçtim. Büyük hasar görmüþ bir eve girdim, içeride ayný aileden yedi ceset saydým. Cesetler ve enkaz arasýnda üç yaþlarýnda bir çocuk, yaralý, kanlar içinde aðlýyordu. Hemen çocuðu kucakladým, ambulansa, oradan da en yakýn hastaneye yetiþtirebilmek için harekete geçtim. Çocuðu ameliyata alacaktým, o sýra bir þey dikkatimi çekmiþti. Evden aldýðým yaralý çocuk avucunu sýkmýþ açmýyordu. Yol boyunca, hastanede ve ameliyathaneye aldýðýmda avucunu açmadý. Ben de merakla yaralý çocuðun avucunu açýnca, beni derinden sarsan þu kare ile karþýlaþtým;
Çocuðun parmaklarý arasýnda sýmsýký tuttuðu bir dilim ekmek... Kim bilir ne zamandan beri aç? Eline geçen bir dilim ekmeði yemeye fýrsat bulamadan saldýrýda yaralanmýþ. Yaralý halinde bile ekmeðini kaybetmemek için avucunu sýkmýþ halde buldum...”
Dedim ya, bu olayý dinlediðim günden beri zihnimden çýkmýyor.
Dinlerken ne hissettim biliyor musunuz?
Her gün sofralarýmýzdan çöpe giden ekmekleri düþündüm.
Evet, sadece Türkiye'de günde beþ milyon ekmek çöpe gidiyor.
Dünyada her yýl üretilen gýdanýn üçte biri çöpe atýlýyor.
Biz çocuklarýmýza yemek beðendiremezken, yaný baþýmýzda neler yaþanýyor?
Yarýn bu çocuðun elleri yakamýzda olursa nasýl hesap veririz, bilmiyorum?
Yediðimiz önümüzde, yemediðimiz arkamýzda dururken, israf üzerine düþünecek fazla vaktimiz bile yok...
Dünya avuçlarýmýzýn içinde... Elimizden düþmeyen akýllý telefonlarýmýzla açlýk ve sefalet içinde kývranan insanlarýn hallerinden ne kadar haberdarýz acaba?
Ýsraflarýmýz bizi insafsýzlaþtýrýyor... Ýhsan ve infaktan kopuyoruz...
Evet, israf bir insanlýk suçu...
Asrýn büyük afeti; israf... Hem de küresel bir afet... Tüketim çýlgýnlýðý, harcama hazzý, israf sarhoþluðu sýnýr tanýmýyor...
Toplumlarý kemiren bela, israf oldukça bulaþýcý...
Kapitalizmin bizzat kendisi bir bütün olarak israf sistemi deðil midir?
Kapitalizm insan ihtiyaçlarýný karþýlamayý deðil, sürekli yeni ihtiyaçlar üretmeyi hedefliyor...
AVM'lere ihtiyaç için gidilmiyor, “bakalým yeni çýkan ne var” güdüsüyle hareket ediliyor...
Reklam, rekabet, rövanþ, rant, reyting, israf psikolojisinin arka planýný öne çýkarýyor...
Ýsrafýn diðer bir ismi de; modadýr, markadýr, modeldir...
Gerçekten ihtiyaçlarýmýz mý konuþuyor, yoksa ihtiras ve hýrslarýmýz mý bizleri sürüklüyor?
Har vurup harman savurmalar, hayatýn hayýr ve bereketini býrakmadý...
Tükettikçe tükeniyoruz...
Harcadýkça harcanýyoruz...
Kapitalizmin israf çarkýna “dur” diyecek irademiz kalmadý...
“Nasýl olsa faturasýný ben ödeyeceðim, kime ne?” mantýðý ile fütursuzca saçýp savuruyoruz... Sonra da bunu savunuyoruz...
Bireysel israftan bahsetmiyorum, toplumsal israfýn boyutlarýna dikkat çekmek istiyorum...
Gösteri günlerinde din de, dindarlarda, gösteriþten nasibini aldý...
“Gözümde kalmasýn” içgüdüsü, göze girmek arzusu, doðallýðýmýzý ve kulluk disiplinimizi bozdu...
Dur durak bilmeyen bir tüketim çýlgýnlýðýnýn nesneleri olduk...
Allah'ýn israf edenleri sevmediðini bildiðimiz halde, savurganlýðýn þeytanla kardeþlik kulvarý olduðunu duyduðumuz halde, nasýl bu hale geldik, anlamýyorum?!
Ýflasýmýz, israfýmýzdan olacak...
Çözüm mü?
Ne israf, ne de istif; yerinde sarf...
Tasarruf tedbirleri de deðil; tasadduk, tasadduk, tasadduk...
Ramazan Kayan -Milat