Zekat, tezekki, tezkiye, sadaka, infak, mal ile cihad, karz-ý hasen, ita, it’am, fekki rakabe, tahriri rakabe, birr, ihsan, isar, fidye, keffaret, cizye, ganimet vs.
Bunlar Müslümanlarýn mali imkanlar baðlamýnda arýnmalarýný saðlayan konulardýr.
Modern zamanlarýn mali iliþkilerine baktýðýmýz zamanda insanlarýmýzýn gündemini dolduran literatür þu kelimeleri içeriyor:
Kâr, kazanç, gelir artýþý, GSMH, ciro, kredi, prim, ücret, faiz, fon, repo, kur, kalkýnma payý, para akýþý, ekonomik göstergeler, borsa, döviz, hisse senetleri, banka tahvilleri, sigorta, finans kaynaklarý, reklam, rekabet piyasasý, rant, reyting, bilanço, envanter vs.
Bu sýralamayý uzatmak münkün, ancak buna gerek yok, önemli olan günümüz Müslümanlarýnýn bu kategorilerden hangisi ile daha ilgili olduðudur. Gerçekten konuþma dilimizi belirleyen, yaþam standartlarýmýzý þekillendiren hangi kelime grubudur. Bunun üzerinden ait olduðumuz anlam dünyasýný, hayat mantalitesini tesbit edebiliriz…
Tabii ki, bunu doðru belirleyebilmek için dünyayý deðerlendirirken kalkýþ noktamýz ne olacak?
Biz mi dünya içiniz, dünya mý bizim için?
Mal mý bize ait, biz mi mala aitiz?
Sürükleyen kim, sürüklenen kim?
Aslýnda mala, mülke sahip olmak sorun deðil, sorun servetle kurulan iliþki biçimidir. Öncelikle mülke bakýþ açýmýzý sahihleþtirmek gerekiyor. Mülkün Mutlak Maliki olan Allah’ý atlamadan, emanet bilinci ile olayý kavramak ve gerçeði teslim etmek durumundayýz.
Emrimize amade kýlýnan evreni; emanet ve ehliyet hassasiyeti ile idrak ettiðimiz zaman, ne sahip olduklarýmýzla tekasür ve tefahür yarýþýna gireriz, ne de kimseye tahakküm ve tecavüzde bulunma yanlýþýna düþeriz...
Çünkü, nihayetinde “Mülk Allah’ýndýr”
Ýlahi Ýrade’nin mülke müdahalesini kimse yok sayamaz. Hiç kimsenin “bu benim mülkümdür kimse karýþamaz”, deme hakký yoktur. Varlýk ancak Varedenin muradýna uygun olarak kullanýlabilir.
Bunun adý, kulluktur…
Bu bakýmdan Ýlahi Ýrade’nin mülke müdahelesinin ismi, zekattýr…
Bunun en alt limiti, kýrkta birdir… Bundan sonrasý için sýnýr yok, imanýn kemali ile ilgili bir durumdur. Kýrkta kýrkýný veren, kýrkta biri istiyor, çok mu? Sonuçta Allah’ýn bize verdiðinden vermiyor muyuz? Kimin malýný kimden esirgiyoruz? Kaldý ki, verdiklerimiz bire yediyüz olarak bize dönecek, bunu da biliyoruz…
Vermemekle hangi akla hizmet ediyoruz?
Veren Allah’týr…
“Ver”, diyen de Allah’týr…
Vermemezlik edebilir miyiz? Buna hakkýmýz var mý?
Ýnsan ne zaman vermez? Mülkün Sahibi’ni unuttuðu zaman, her þeyi kendinden bildiði vakit…
“Karun: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demiþti….” (Kasas 78)
Azgýnlýk, taþkýnlýk, küstahlýk, kendini büyük ve müstaðni görme, þýmarma, haddini aþma, aç gözlülük, bencillik, cimrilik Karunlarýn karakteristik özelliðidir… Gözleri baþkalarýný görmezler…
“Allah’ýn sana verdiði gibi sen de ver.”(28/97) buyruðuna kör ve saðýr kesilirler…
Anlýyoruz ki, infak ve ihsan, iman ve ihlas iþidir…
Arzularýný aþanlar bu iþi baþarabilirler…
Verebilme gücü ve becerisi de Allah’ýn insana bir ihsanýdýr…
Ýnfak üzerinden öncelikle bir zihinsel dönüþümü yakalamak, baþkasý için varolma bilincini kuþanmak gerekiyor. Bu konu sadece kendisi için yaþayanlarýn anlayabileceði bir durum deðildir. Bu erdem baþkasý için yaþayanlarýn dünyadaki en büyük hazzý ve huzurudur…
Tutkularýn tutsaðý olanlara özgür diyebilir miyiz?
Bugün bencilleþen, bireyselleþen, dünyevileþen insanlar varlýk içinde de olsalar yalnýzlaþýyor ve fýtratlarýna yabancýlaþýyorlar… Yeryüzünün efendisi olmasý gereken insan, maddenin kölesi durumunda… Zenginliðin þaþaasý ile þýmaran insanlar þuurlarýný yitirdi, hayata þaþý bakýyorlar….
Þaþkýnlýk ve yalnýzlýk bir kabus gibi kendilerini sardý…
Para paradigmasýnda paylaþýma yer yok… Ýnsanýn pahasý para ile ölçülür oldu… Artýk para her þeydir… Paraizm, paganizme kapý aralýyor… Tam da bu noktada Rasulullah (sav) uyarýyor:
“Altýna, gümüþe ve lükse kul olan kahrolsun.” (Ýbni Mace-Tirmizi)
Bu kahredici tutkular insanýn tüm deðerlerini ve erdemlerini yok ediyor… Toplumsal doku çürüyor… Kin, nefret, hased, hýrs, tamah yakýcý bir ateþ gibi insani tarafýmýzý silip-süpürüyor…
Salebeleþen insanlar Kur’an’ýn tesbiti ile buhl/cimrilik, kenz/stokculuk, þuhh/bencillik, israf, tebzir/saçýp, savurmacýlýk illetleri ile yaþamlarýnýn karardýðýnýn farkýndalar mý, bilmiyorum…
Tüketim toplumu olmanýn getirdiði savurganlýk ve cimrilik insanýn çamurlaþmasýna neden olmakta, curuf ve cürüm bataklýðýna sürüklemektedir… Refah seviyesi yükselen infaksýz ve insafsýz toplumlar felahtan uzaklaþmaktadýrlar...
Ekonomik kriz dönemlerinde tasarruf tedbirleri ile kendilerini teminat altýna almaya çalýþan toplumlar, tasadduk ikliminin inþirah, itminan, sekinet ve sükunetinden mahrum yaþýyorlar…
Görünür krizleri atlatsalar bile, “iç fakirlik” onlarý güvensiz ve doyumsuz kýlmaktadýr…
Peki, bu durumda olmasý gereken nedir?
Sekülerizmin maddeye yüklediði “dünyevi” deðere bizim bir de “uhrevi” boyut kazandýrmamýz gerekir. Ýþ dünyamýzda kâr etmenin dünyevi getirisi yanýnda infak etmenin, hayýr iþlemenin, sevap kazanmanýn manevi hazzýna müþteri olmak durumundayýz…
Meta üzerinden veralarýn verasýna uzanmak…
Bunu baþarabilmenin þifresini ise Hz. Süleyman (as) bizlere sunuyor. Tüm sahip olduðu sulta ve serveti þu cümle ile Allah’a baðlýyor.
“Bu Rabbimin lütfundandýr…” (Neml 40)
Evet, fakirlere yardým, onlara bir lütuf deðil, aksine bir hakkýn teslimi, sorumluluðun tescilidir...
Geriye kalan sorumluluk ise sadaka ile Rabbe olan sadakatý sürdürmektir. Mücadele yolundaki aidatlar ile aidiyetimizi netleþtirmektir…
Bugün bizden beklenen vermektir. “Veren el” olmaktýr… Ýten, ezen, sömüren, öteleyen, erteleyen deðil veren el… Olaný adamak, lokmayý paylaþmak… Yani yara sarma, derman olma seferine çýkmak…
Daha da önemlisi infaklarýmýzla kendimizi korumaya almaktýr…
Kim bilir, belki “yarým hurma” bile ateþ çemberini yarmamýza yeterli olacaktýr… Çünkü “yarým hurma”ya deðer biçecek olan Allah’týr… Ýlahi mizanda bunun neye tekabül edeceðini biz bilemeyiz, O bilir… Ýlahi hesaplamada her þey kayýt altýnda… Kayýtdýþý hiçbir þey yok… O halde yarýn için önceden nasýl bir takdimede bulunduðumuza bakmamýz gerekmiyor mu?
Yarýn Allah’ýn huzurunda harcanmamak için bu gün Allah yolunda harcamamýz gerekiyor…
Ýnsana yakýþan vermektir. Merhametin en ileri tezahürü infaktýr… Ýnfak, insani yönümüzün tebarüz ve temayüz etmesidir… Ýnfak, sorumluluk ve sahiplenme bilincidir…
Ýnfak bilincinin en güzel örnekliðini Yüce Rasul’de görmekteyiz.
Hz. Peygamber (sav) ahirete irtihalinden önceki son hastalýðýnda yataðýnda acýlar içinde soðuk terler dökerken üzerinde bir tedirginlik vardý. Bir ara önemli bir konuyu hatýrlamýþ olmanýn verdiði heyecanla Hz. Aiþe (ra)’ye seslendi. Hz. Aiþe (ra)’nin yanýnda bulunan altý veya yedi dinarý vardý.
Bunun Medine’de Ensarýn fakirlerine daðýtýlmasýný emretti. Sonra hastalýðýn aðýrlýðý ile daldý.
Hastalýðýn telaþý içindeki Aiþe validemiz infak görevini yerine getirmeyi unuttu. Hz. Rasulullah (sav) gözlerini açýnca tekrar sordu. Hz. Aiþe:
“Vallahi senin hastalýðýn beni meþgul etti.” Peygamber Efendimiz(s.a.v) dinarlarý isteyip avucuna aldý:
“Allah’ýn Rasulu Muhammed bunlarý fakirlere infak etmeden Rabbine kavuþacaðýný sanmýyorum.” buyurdu. Fakirlere bölüþtürdü ve sonra;
“Ýþte þimdi rahatladým.” buyurdu ve tekrar daldý gitti. (Ýbn Sad)
Dinarlarý saklý tutmak O’na sýkýntý veriyordu… Ölüm ötesi yatýrýmý önceliyordu... Huzuru infakta buluyordu... Geride az da olsa bekletilen parasý bulunduðu halde ilahi huzura çýkmak istemiyordu...
Bu örnekliði önemseyen ashab-ý kiram bir infak hareketi baþlattýlar…
Her mümin bu hareketin gönüllü ve aktif neferi idi. Bu bilinç zamanla öyle geliþti ki, Ömer b. Abdulaziz döneminde zekat ve sadaka verilecek bir kiþinin bile kalmadýðý güzel bir toplum oluþtu.
O toplumun ruh kökenindeki deðerlerin bu gün yeniden keþfedilmesi gerekiyor…
Evet, infak toplumu olmak, ihsan medeniyetini kurmak… Ýnsana yakýþan budur…
Ama önce infak ahlaký…
Verirken baþa kakmadan, gönül incitmeden, minnet altýnda tutmadan, onur kýrmadan verebilmek…
Iskartayý, defoluyu, ehveni “hayýr” adýna elden çýkarma kurnazlýðýna kaçmadan…
“Kaz gelecek yerden, tavuðu esirgememek” uyanýklýðýna soyunmadan… Gösteri, gösteriþ, görünme arzusunun aðýna düþmeden… “Allah yolunda” ve “Allah için” hareket ederek, verdiklerimizle arýnmamýzý tamamlamak zorundayýz.
Evet, infaktaki ahlaki ilke neydi?
Hani “sað elin verdiðini sol el bilmeyecekti” þimdi öyle mi?
Ýnfakýn rüknü ihlastýr…
Birçok Kur’ani kavramýn içini boþaltýp tükettiðimiz gibi korkarým ki; “infak” da ayný akýbete maruz kalacak ve istismara konu olacak... Ýnfak ekseninde kurumsallaþýrken daha bir dikkat gerekiyor.
Unutmayalým ki; Bizden Allah’a ulaþacak olan sadece takvamýzdýr…
Hayatýn bereketi infakýmýzdaki ihlasta saklýdýr…