Dün “Nefsini öldür” söylemi ile mistik ve silik bir yaþamýn sömürülmeye hazýr nesnesi iken, gün geldi bu defa “kendini özgürleþtir” sloganý ile sýnýr ve sorunluluk tanýmayan, kendi baþýna buyruk bir mecraya savruldu… Ýnsanoðlu “öldür”le, “özgürleþtir” arasýnda yaþanan gel-gitlerden kurtulup bir türlü olgunlaþamadý… Ýþte bu noktada Ýslam insanýn elinden tuttu: “Ol” dedi…
Yine dünün mankurtlaþtýrýlan insaný, bugün kurtlaþtýrýlýyor. Ýslam’ýn insana çaðrýsý ise tüm zamanlarda kardeþleþmek üzerine oluyordu…
Gerek bireyi putlaþtýran modern çað, gerekse kiþiyi köleleþtiren kadim çað insana zulmediyor. Fýtratý zorluyor, hilkati bozuyor… Ýnsanýn insan olma ve insan kalma süreci erteleniyor…
Zaten bu çaðýn en büyük günahý; duyarsýz, deðersiz, dertsiz, gayesiz, ruhsuz, kimliksiz, kiþiliksiz yýðýnlar yetiþtirmesidir…
Evet, hedefsiz kitleler, duyarsýz kalabalýklar anlamsýzlýðýn girdabýnda çýrpýnýp duruyorlar… Þahsiyetini yitiren toplumlar kuru kalabalýktan öte bir öz ve özellik içermiyorlar… Þahsiyetli olmayý ýskalayan yapýlanmalarda sýradanlaþmaktan ve savrulmaktan kurtulamýyorlar…
Zaten Ýslami camialar iki tür insan yetiþtirirler:
<!--[if !supportLists]-->1- <!--[endif]-->Müslüman þahýs…
<!--[if !supportLists]-->2- <!--[endif]-->Müslüman þahsiyet
Bu arada þahýs ve þahsiyet kavramlarýna bakmamýz gerekiyor.
Þahýs: Ýnsanýn nefsi, kendi varlýðý; zat, nefs… Kiþi, kimse, fert…
Þahsiyet: Bir ferdin kendine has görünüþ, duyuþ, düþünüþ ve davranýþlarýnýn tamamý… Kiþilik… Personalite… Deðerli, kabul gören kimse…
“Kim bu adam?” sorusunun cevabý kimliði ortaya çýkarýr…
“Nasýl bir adam” sorusunun cevabý ise kiþiliði ifade eder…
Ýnsanýn öznel yaný “benlik”, nesnel yaný “kimlik”tir.
Benlikle kimliðin uyumu ve dengeli bir hale gelmesine “kiþilik” diyoruz…
Kiþilik özgün bir yapýdýr, hiç kimse bir baþkasý olamaz… En doðrusu kendimiz olmak, kendimiz kalmaktýr… Çirkin bir taklit, küçültücü bir kompleks kötü bir kopya nifaka zemin hazýrlar. Zaten münafýklýðýn en belirgin özelliði yüzsüzlük, ve þahsiyetsizlik deðil midir?
Ýslam þahýs kavramýný yüz, çehre anlamýna gelen “vecih” kelimesi ile karþýlar. Latince de görünüþ anlamýndaki “persona” kelimesi ile yakýn anlamlýdýr… “Vech”imiz, “vechullah”a yönelikse iþte o zaman þahsiyet oluþur…
Toplumu inþa etmenin öncülü þahsiyeti inþa etmektir… Hakeza aileyi, cemaatý, ümmeti, medeniyeti inþa etmek güçlü ve güzel þahsiyetlerin iþidir…
Ýnsaný insan yapan ise kazanýmlarý ile elde ettiði ayýrýcý özelliði olan, þahsiyettir…
Gerçi konumuz “Müslüman þahsiyeti” etrafýnda tartýþmak deðil, nasýl þahsiyet sahibi olunur, bunu tespit etmektir…
Þahsiyet genetik midir, çevresel midir, buna girmeyeceðiz…
Þahsiyet sahipleri güçlerini nereden alýrlar?
Sýnýrsýz bilgiden mi? Bükülmez bilekten mi? Üstün zekadan mý? Sosyal statüden mi? Sayýsal üstünlükten mi? Ekonomik getiriden mi? Siyasal erkten mi?
Güçlü ve güzel bir þahsiyetteki aþk, azim ve aksiyonu bu sayýlanlara indirgemek yeterli bir izah olmayacaktýr… Þahsiyet sahiplerinin yüreklerindeki oturaklaþmýþ yakini iman, muhteþem ahlak, takva donanýmý onlarý farklý kýlmaktadýr.
Ruhu saðlam, ufku açýk, kendi dünyasýna gömülüp kalmamýþ, yaþadýðý dünyanýn sorunlarý ile yakýndan ilgili, hayatta ki yerinin ve sorumluluðunun farkýnda; pratik zekayý, analitik düþünceyi irfan ve hikmetle temellendirebilendir…
Þahsiyetin oluþumunu ele aldýðýmýzda dingin bir ruh, etkin bir akýl, güçlü bir irade, selim bir yürek, arýnmýþ bir nefis, saðlýklý bir beden karþýmýza çýkacaktýr.
Ýslami þahsiyet kavramý genel müslüman tanýmýndan daha süzülmüþ, daha donanýmlý, daha içerikli, daha nitelikli ve derinlikli bir anlam içeriyor… Ve daha aðýr bir sorumluluk alanýna tekabül ediyor… Bu nedenledir ki; þahsiyeti inþa etmenin zorlu bir süreci, çetin bir sýnavý ve aðýr bir bedeli vardýr…
Soyut bir “Müslümanlýk” iddiasý ile “teklif”e muhatap olmanýn, “emanet”in altýndan kalkabilmenin mümkün olmadýðýný biliyoruz… Ancak güçlü þahsiyetler her zeminde þahitliklerini sürdürebilirler… Þahsiyetli kiþiler bilincini kullanarak neleri önceleyeceðini bilir ve vahile terbiye edilmiþ vicdanýn sesine kulak verirler…
Zorlu cenderelerde, kaygan zeminlerde ayaklarý yere saðlam basan, kimlik krizlerine, kýble kaymalarýna maruz kalmadan kararlý yürüyüþünü sürdürebilendir…
Sancýlý süreçlerde, soðuk Þubatlarda evrilmeyen, eðilmeyen, ezilmeyen bir özellik arz ederler…
“Anýn vacibi”ni “kurtarýcý” beklentileri ile zamana yayýp, ertelemezler…
Piyasa koþullarýna, yasal kurallara teslim olup kulluðun gereklerini ýskalamazlar… Koþullar deðiþse de kullukta deðiþen bir þey yoktur…
Seyir kültürüne yenik düþüp seyirci kalmayý kabullenemez, sahapa inmeyi ve seferde olmayý öncelerler…
Þahsiyet oluþunca bu þahsiyetin özgül aðýrlýðý bir çekim gücüne dönüþecek ve “merkez kiþilik”ler, “denge insan”lar devreye girecektir…
Özne, öncü, özgün, özgür, önder, örnek duruþlarý ile iyinin ve doðrunun güvencesi oluverirler… Evet, daha iyi bir dünya için mücadele etmeyen insanýn þahsiyet problemi vardýr…
Nasýl bir þahsiyet?
Edilgen deðil, etken… Sürüklenen deðil, sürükleyen… Belirlenen deðil, belirleyen… Renkten renge giren deðil, renk veren… Esen rüzgara göre yön deðiþtiren deðil, kendisi ir rüzgar estiren…
Bu þahsiyetler serada deðil, sahada yetiþir…
Bunlar çukur kazan deðil, çýðýr açanlardýr…
Ezberci deðil, ezber bozanlardýr…
Hayatýn malumatýna deðil, marifetine taliptirler… Onlar için bilginin gücü deðil, hakikatin bilgisi önemlidir…
Tarihi okumakla kalmayan, tarih yazmak derdindedirler…
“Adale” gücü üzerinden gelecek tasavvuruna girmezler, “adalet”in gücüne inanýrlar…
Gücün sözü deðil, sözün gücü belirleyicidir…
“Baþarý formasýna” takýlý kalmaz, “takva örtüsüne” taliplidirler… Onlar için önemli olan toplumun beðenisi deðil, Hakk’ýn rýzasý esastýr…
Ve en önemlisi; baþkasý için varolma erdemine sahiptirler… Bu hayatý sadece kendileri için yaþamazlar…
Bu þahsiyetler dünyanýn içindedirler, ama kendileri dünya için deðil, “Allah için”dirler… “Sahip olma”yý deðil, “olma”yý hedeflemiþlerdir…
Þahsiyeti bir cümle ile tanýmlamak gerekirse; kendisine ait bir aklý ve bir yüreði olan insandýr…
Kendi aklý ile düþünen, kendi yüreði ile hisseden, sorgulayabilen, savunabilen ayný zamanda hesabýný ve haddini bilen insandýr… Dolayýsýyla gölge adam deðil, kopya adam deðil, adam gibi adamdýr… Yani Allah adamýdýr…
Bilek, yürek idrak dengesini ve denklemini doðru kurandýr…
Duygulara göre deðil, durumlara göre deðil, deðerlere göre davranýþ þekillenir…
Þahýslar deðil mesaj önceliklidir…
Olgular deðil ilkeler belirleyicidir…
Eksende olan yorumlar deðil, hakikattir…
Faydayý, kazancý, baþarýyý, dünyayý deðil, deðerleri önceleyen ilkeler bütününe sahiptirler…
Ýþte bu bütün yakalayan kimse muktedir, mutedil ve muteber kiþidir… “Aranan” adamdýr… “Beklenen” kiþidir… “Özlenen” kimsedir…
Evet islami þahsiyet olmadan ne örnek olunabilir, ne de öncü…
“Emin”liðimiz, “adalet”imiz, “ahlak”ýmýz, “özgür”lüðümüz yoksa iz býrakacak, yürekleri harekete geçirecek bir þahsiyet olamayýz…
Saðlýklý islami þahsiyetler olmadan saðlýklý islami yapýlarda oluþmuyor…
Bunu gerçekleþtirmenin yolu ise:
Önce tevhid merkezli bir zihniyet inþasý…
Sonra takva ile tahkim olan bir þahsiyet oluþumu…
Ve en son istikamet üzere olan bir cemaat yapýlanmasý…
Ýbn-i Mesud (ra): “Cemaat, hak üzere olandýr, isterse bir kiþi olsun.”
Aslýnda hak üzere olduktan sonra her þahsiyet kendi baþýnada kalsa o yine de bir cemaattýr… Müslüman gerektiðinde tek baþýna ümmet olabilme potansiyeline sahiptir… Þahsiyet inþasýnýn ilk aþýsý, ailede gerçekleþir… Aile þahsiyet kazanmanýn mebdei ve menbaýdýr… Cemaat ortamlarý ise bu sürecin koruyucu ve tamamlayýcý okuludur… Asrý Saadetteki Daru’l Erkam ve Ashabý Suffe modellerinde bunu görüyoruz…
Tarih bize güçlü medeniyetlerin arka-planýndaki kurucu iradenin güçlü þahsiyetlere ait olduðunu söylüyor…
Þahsiyetler sahneden çekilince alan bencil bireylere kaldý… Benliðin zindanýndan kurtulamayan birey, ne deðer üretebildi, ne de varoluþunu sürdürebildi, hiçleþme yolunu seçti…
Ýþte bu gün belirsizlikler ve bulanýklýklar içinde bocalayan toplumun en hazin hüsraný kiþilik kaybý ve kimlik krizi þeklinde tezahür ediyor… Müstaðni, maðrur yýðýnlar, yüzer-gezer bir halde baþlarýný nereye vuracaklarýný bilemez durumdadýrlar…
Bu sistemin þahsiyet üretemeyeceðini zaten biliyoruz… O halde çözüm nedir?
Bunun içinde öncelikli amacýmýz; insani benliðimize islami bir þahsiyet yüklemektir… Bu hedefe ancak vahyin aydýnlýðýnda ulaþabiliriz… Þahýslarý her türlü vahþetten koruyan vahiydir… Ferdiyetten þahsiyete geçiþi vahiy saðlar. Kiþilere þuur sunan ve onlarý vahdete taþýyan yine vahiydir…
Evet, biz þahsiyetimizi Ýslam’a borçluyuz… Onurun, erdemin, iffetin, heybetin, kuvvetin, devletin adresi Ýslam’dýr…
Ýnsanlýðýn yüz aký olan þahsiyetler Ýslam’ýn baðrýndan yetiþti…
Düne kadar çöllerin sersefil deve çobanlarý bakýyoruz ki; yeryüzünün öðretmenleri oluverdiler… Sahranýn kumlarý içinde silikleþmiþ bedevilerden medeni bir nesil doðdu…
Önceleri sonu gelmez kan davalarýnýn birer insan kasabýna dönüþtürdüðü bu çeteler sonralarý çiçekleri ezmemek için yere ihtiyatla basan meleki bir mahiyet kazandýlar…
Kýz çocuðunu topraða gömmekten imtina etmeyen Hattab’ýn oðlu bu sayede öyle bir ufka uzandý ki artýk;
“Kenarý Dicle’de bir kurt aþýrsa bir koyunu Adl-ý Ýlahi gelip Ömer’den sorar onu” diyebilecek bir hassasiyet arzedebiliyordu…
Nice haydutlar “hayat verecek çaðrýnýn” ve “kutsal emanetin” yýlmaz hamisi ve hamalý oldular…
Evet, haramiyi ininden çýkarýp sahabi yapan Ýslam’dý…
Öyleki bu yüce þahsiyetler kendilerini Mekke ve Medine ile sýnýrlamadýlar. Arzýn dört bir yanýna yayýldýlar… Tevhid, adalet, özgürlük þiarý ile þahitliklerini sürdürdüler… Sýnýr tanýmadýlar, gün geldi þöyle dediler:
“Eðer karþýma bu derya çýkmasaydý, senin adýný daha ötelere taþýrdým.”
Ýþte önce bu adanmýþlýk ruhunu, bu yüce aþký, bu bitmez- tükenmez azmi, bu muhteþem ahlaký anlamamýz gerekiyor… Þahsiyet nedir, nasýl oluþur, sorusunun cevabý burada saklý…
Bu kývam yakalanýnca 19 yaþýndaki Üsame b. Zeyd’in Þam ordusunun baþýna nasýl baþkomutan olduðu daha rahat anlaþýlacaktýr… 20 sularýndaki Muaz b. Cebel’in Yemen’e vali olarak atanmasý garipsenmeyecektir… Fetihten sonra 20sine merdiven dayamýþ Attab b. Esid’in Mekke’ye vali olmasý kimseyi þaþýrtmayacaktýr… Çiçeði burnunda delikanlý Mus’ab b. Umeyr’in Yesrib’e tayininin çýkmasý kimseyi hayrette býrakmayacaktýr… Çünkü onlar artýk þahýs deðil, birer þahsiyet idiler… Kadýný, erkeði, genci, yaþlýsý, zengini, fakiri herkes þahsiyet kazanma mektebinde bu bilinci kuþanmýþtý…
Gün geldi, hutbe okumakta olan Halife Ömer’e Kureyþli bir kadýn özgür iradesi ile itiraz edebildi. Ömer gocunmadý, alýnmadý, þaþýrmadý… Çünkü o toplumda kadýnýn diþiliði deðil kiþiliði öndeydi… Koca Ömer:
“Kureyþli kadýn dðru söyledi, Ömer yanýldý” demekle küçülmedi, tam aksine ne büyük bir þahsiyet olduðunu gösterdi…
ilk halife, ilk hutbesinde soruyordu:
“Þayet eðrildiðini görürseniz ne yaparsýnýz?” Cevap gecikmedi, kýlýcýný halifeye doðrultan adsýz þahsiyet þöyle diyecekti:
“Þu eðri kýlýçlarýmýzla seni doðrulturuz.” Zaten beklenen, istenen cevapta buydu…
Ve halife devam edecekti:
“Allah’ým sana hamd olsun ki, Rasulünün halifesi eðrildiðinde onu kýlýçlarý ile doðrultacak þahsiyetler var.”
Silik deðil dik duruþ… Onlar sýðýnmacý, sinik, hep özür dilemeci bir çizgiye hiç iltifat etmediler… Gerçekten þahsiyetli idiler, rol yapmadýlar…
Bu günde adýmlarýný sahabe gibi kararlý atanlar çýðýr açabilirler…
Bunun için önce fikirler, vücudlaþmalýdýr…
Vücudun da bir vicdaný olmalý ve bu vicdan vecde gelmelidir…
Ýþte bu vecdi yakalayan bir amaç uðruna neler yapýlabileceðini o zaman ortaya kor…
Evet, o zaman popülizme prim vermeyen, konformizmin kulvarýnda kaybolmayan, statükoya entegre olmayan yeri, yönü, yolu belli þahsiyetler belirecektir…
Onlar, kimsesiz yaþayabilirim fakat kimliksiz ve kiþiliksiz asla diyenlerdir…
Onlar, canlarýnýn istediði gibi deðil, Rablerinin istediði gibi yaþayanlardýr…
Onlarýn iddiasý, ideali ve bunu sürdürebilecek güçte iradeleri vardýr…
Onlar þiarlarý belli, þuuru yerinde, þaibeden uzak þahsiyetlerdir…
Onlar, “kendilerinden razý olunmuþlarýn” safýndadýrlar…
“Gir kullarýmýn arasýna. Gir cennetime” dedirtecek bir dolgunluk ve olgunluk üzeredirler…
Þimdi tekrardan sormak durumundayým…
Bizler gerçekten Müslüman þahsiyetler miyiz?
Yoksa Müslüman þahýs mýyýz?