“Þüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin” (Kalem 4)
Allah’ýn tercih ettiði son elçinin en belirgin özelliði; Onda bulunan muhteþem ahlaktý… Ayeti celilenin öne çýkardýðý Ondaki üstün zekâ, siyasi deha, cesur yürek, güçlü irade, bükülmez bilek, asalet, aþiret, ihtiþam deðil… Sadece, yüce ahlak… Evet bu seçimde ilahi kriter, rabbani seçenek ahlaktý…
Zaten kendisi de bu gerçeðe vurgu yapmýyor muydu?
“Þüphesiz ben güzel ahlaký tamamlamak için gönderildim.”
Peygamberlerin gönderildikleri toplumlarý ve zaman dilimlerini incelediðimizde þu vakýayla karþýlaþýyoruz; zulmün yaygýnlaþtýðý, isyanlarýn derinleþtiði, ahlaki çöküþlerin toplumlarý sarstýðý dönemlere denk gelir. Halýktan, hilkatten, fýtrattan ve ahlaktan kopan insanýn, yeniden diriliþi için nebevi söze ve soluða ihtiyaç doðmuþtur. Nübüvvet kervaný, o süreçte devreye giriyor. Nebiler, toplumlarýn elinden tutup onlarý esfelden eþrefe taþýyor…
Ýþte âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)… Bu rahmetin beþeriyete yansýmasýnýn önemli göstergesi, ondaki ahlaki yücelik deðil miydi?
Kur’an’ýn ilk nazil olan surelerinden olan Kalem suresinde “bahçe sahipleri” kýssasý anlatýlýr. Ahlaki mesajlar içeren bu kýssanýn inzali, henüz risaletin ilk dönemine rastlar. Buradan çýkan sonuç þu olsa gerek:
Mekke cahiliyesinin o zorba yönetimi ve kesintisiz zulümleri karþýsýnda bir avuç müminin ne askeri, ne siyasi, ne de ekonomik güçleri vardý. Ancak güç odaklarýna karþý onlarýn direncini ve sabrýný bileyen ana damar, sahip olduklarý ahlaki güçtü… Düþmanlarý çaresiz býrakan, davetlerini etkili kýlan bu ahlaki donaným idi. Onlar o toplumda ahlaki duruþlar ile öne çýkmýþlardý. Haksýz güce karþý ahlaký kuþanmýþlardý. Yüreklere yönelik seferde, böylece yol bulabiliyorlardý…
Azgýn Kureyþ müþrikleri baþta Hz. Muhammed (sav) olmak üzere, o ilk Kur’an neslini neyle suçluyorlardý? Hangi ithamlarla incitiyorlardý? Tevhidin etkisini kýrmak, mücadele alanýný daraltmak için mecnun, kâhin, þair, sahir, bölücü, akýlsýz, ayak takýmý gibi yaftalarla karalýyorlardý. Fakat hiçbir gün, ne Hz. Muhammed’e ne de onun hidayet halkasýna dâhil olanlara hýrsýz, hain, zalim, zani, cani, fahiþe, yalancý ve ahlaksýz diyemiyorlardý. Zaten o, muhavvidler de öylesine yüce bir ahlaký kuþandýlar ki, bunu dedirtmediler. Çünkü öyle net bir kimlikleri ve öyle güçlü kiþilikleri vardý ki, bunun hilafýna bir iddiada bulunmak mümkün deðildi. Ahlakta Muhammedi çizgi, o bedevi insanýný farklý bir zirveye taþýmýþtý. Muhammedi mektebin müntesipleri, eþkiyalýktan evliyalýða terfi etmiþlerdi. Dünün haydutlarý bir sonraki gün, huþu ile ürperen bir yürek olmuþlardý. Sahip olduklarý bu üstün ahlakla artýk yeni bir medeniyetin banileri olacaklardý.
Ýþte bu öz, Muhammed’in ruhunda meknuz idi. Bu cevher, Onun topraðýnda dolu idi.
Vahyi tecelli ettiði ilk gün, Hira dönüþü O’nu karþýlayan Hz. Hatice, bunu önceden keþfettiði için bu gerçeðin altýný çiziyor, O’nu teselli ediyordu. Hz. Muhammed (sav) eve döndüðünde tedirgindi.
“Beni örtün, beni örtün!” buyurdu. Biraz sükûnete erince, baþýndan geçenleri, Hz. Hatice ile paylaþtý ve endiþesini dile getirdi:
“Nefsim hususunda korktum” Hz. Hatice de:
“Asla korkma! Vallahi Allah seni asla utandýrmaz. Çünkü sen, akrabalarýnla ilgilenirsin, doðru konuþursun, güçsüzlerin sýkýntýlarýný giderir, fakirin ihtiyacýný karþýlar, misafirine ikram eder, hak sahibine yardým edersin” der. (Buhari, Müslim)
Yani Hz. Hatice’nin anlatmak istediði þuydu: Sen de bu insaniyet, bu adalet, bu hakkaniyet ve bu ahlak bulunduðu sürece korkma… Kimse sana zarar veremez…
Nitekim ilerleyen yýllarda Mekke, müminler için çekilmez bir raddeye gelince ufukta Habeþiþtan göründü ve ilk hicret gerçekleþti. Bu ahlak ordusunun ilk çaldýðý kapý, Habeþiþtan oldu. Necaþi’nin ülkesinde iyi karþýlandýlar. Ancak yeryüzünün müfsidleri orada da onlara huzur vermek niyetinde deðillerdi. Müþriklerin temsilcileri Necaþi’ye þikâyette bulunup, muhacirlerin kendilerine iadesini talep ettiler. Kral, taraflarý dinledi. Cafer bin Ebi Talip, Ýslami kimliði þöyle savundu:
“Ey hükümdar! Biz cahiliye ehlinden insanlar idik. Putlara tapar, leþ yer ve ahlaksýzlýk yapardýk. Akrabalýk baðýný koparýr, komþuya kötülük yapardýk. Güçlümüz zayýfýmýzý ezerdi. Allah (cc) bize, kendimizden, nesebini, doðruluðunu, eminliðini ve iffetini bilip tanýdýðýmýz bir peygamber gönderinceye kadar böyleydik. O, bize Allah’a, O’nun birliðine, O’na ibadet etmeye, bizim ve atalarýmýzýn Allah’tan baþkasýna tapýnageldiðimiz taþlarý ve putlarý býrakmaya devam etti. Doðru sözlü olmayý, emanete ihanet etmemeyi ve akrabayý gözetmeyi emretti. Ahlaksýzlýklardan bizi nehyetti. Biz de O’nu tasdik ederek O’na iman ettik. O’nun Allah’tan getirdiklerine talip olduk. Bu yüzden kavmimiz bize zulmetti. Bizi dinimizden çevirmek, Allah’a ibadetten vazgeçirip tekrar putlara taptýrmak için bize baský yaptýlar. Bize zulmettikleri için ülkene sýðýndýk, seni baþkalarýna tercih ettik. Senin komþuluðuna talip olduk ve yanýnda haksýzlýða maruz kalmayacaðýmýzý ümit ettik.” dedi. Necaþi, Cafer’den, Hz. Muhammed’in Allah katýndan getirdiðinden bir þeyler okumasýný istedi. Cafer, Meryem suresinin baþ tarafýndan bir miktar okudu. Necaþi sakalý ýslanýncaya kadar aðladý. Sonra onlara:
“Gerçekten bu ve Ýsa (as)’ýn getirdiði ayný ýþýktandýr.” dedi. Sonra da Kureyþ elçilerine dönüp:
“Gidiniz, vallahi ben onlarý ne size teslim ederim, ne de baþlarýna bir iþ gelmesine izin veririm.” dedi.
Sükût etmemiþ bir vicdanýn, yüce ahlaký nasýl selamladýðýný görüyoruz…
O (sav) bu ahlaki yücelikten hiç ödün vermedi…
Hayatý pahasýna ahlaki ilkelerini sürdürmeyi göze aldý… Darun-Nedve’de O’nun ölüm fermanýný imzalayanlarýn bile emanetlerini O’na býrakmaktan baþka seçenekleri yoktu. O ise suikast planlarýnýn yapýldýðý gece Hz. Ali’ye, þu tenbihatta bulunuyordu. Emanetlerin sahiplerine tevdi edilmesi… Velevki bunlar düþmana ait olsa bile… Emanet emanetti… Ne ihmal edilebilir, ne de ihanet… Ahlaktaki bu ufkun bugüne yönelik bir mesajý yok mudur?
Bu muhteþem ve mükemmel ahlakýn en güzel numunesi; Hz. Muhammed idi… Menbaý ise Kur’an’dý… Hz. Aiþe (r.a) annemize; Efendimiz (sav) ahlaký sorulduðunda onun cevabý oldukça anlamlýdýr:
“O’nun ahlaký Kur’an’dý. Yoksa siz Kur’an okumuyor musunuz?” Kur’an ahlaký Onda ete kemiðe büründü.
O ahlaký sadece kendi þahsýnda tutmadý, bir ahlak ordusu yetiþtirdi… Ahlaký toplumsallaþtýrdý… Hayatý bir ahlak okuluna çevirdi…
O bireysel bir ahlakçý deðildi… Ferdi erdemlilik çabalarýnýn kokuþmaya çare olamayacaðýný biz ondan öðreniyoruz…
O’nun ki salt bir ahlak öðretisi, ahlak felsefesi, ahlak söylemi, ahlak dersi, ahlak gösterisi deðildi… Ahlakýn vücutlaþmýþ hali idi… Vahiy O’na iniyor, O’nda ahlaka dönüþüp, topluma hayat veriyordu. O’nun ahlak mektebinden geçenlerin nasýl yýldýzlaþtýklarýný biliyoruz…
Hz. Muhammed (sav) ahlaký tartýþmýyor, üretiyordu. Ahlakýn edebiyatýný yapmýyor, ahlaklý bir toplum inþa ediyordu. Daha doðrusu ahlaký hayatlaþtýrýyordu…
Bütün güzelliklerin kendisinde toplandýðý ve insanlýða sunulduðu model insan, merkez insan Hz. Muhammed’dir. Yüce ahlakta ve güzel örneklikte kemal, cemal, model, ideal onda mündemiç…
O biliyordu ki ahlaký oluþturmayan toplumsal hareketler, çözülmeye ve çürümeye mahkumdur. Hayatlarýnda ahlaki deðerleri içselleþtirememiþ oluþum ve yapýlanmalar, çökmekten kurtulamazlar. O yüce Nebi (sav), ümmetini en çok bu konuda uyarýyordu. Her vesile ile ashabýna güzel ahlaký aþýlýyordu… Bir defasýnda abdest alýrken kullandýklarý suyu Allah ve Rasulüne sevgilerinden dolayý eline, yüzüne sürmeye çalýþanlara þöyle buyurdu:
“Ýçinizden, Allah ve Rasulüne sevgisini göstermek isteyen varsa, emanete ihanet etmesin, sözünün arkasýnda dursun, komþu hakkýna riayet etsin.”
Böylece, Allah ve rasulüne baðlýlýðýn kanýtýnýn gündelik hayat içinde ahlaki davranmak olduðunu ortaya koyuyordu…
O rahmet-i Rahmana yürüdükten sonra O’ndan geriye kalan miras neydi? Meta mý? Eþya mý? Madde mi? Mülk mü? Toprak mý? Tapu mu? Saltanat mý? Servet mi?
Yoksa…
“Yüce ahlak” (68/4) ve “Güzel örnek”lik mi?
O’nun iþareti “yarar”lý olana deðil, “deðer”li olana yönelikti… Ümmetini tevhid, adalet, özgürlük, ahlak, erdem, izzet ve takva gibi müteal deðerlerle donattý…
Ýlahi inþa projesinin en önemli sacayaðýný ahlak oluþturuyordu…
Ýslami kimliðin oluþmasýnda ahlak, tamamlayýcý bir unsur olmanýn ötesinde kimliðin kendisi olarak ortaya çýkýyordu…
Bununla beraber, þu gerçeðin de göz ardý edilmemesi gerekiyor; Hz. Muhammed’i bir bütünlük içerisinde ele almayýp sadece ahlaki boyutu ile tanýmak ve tanýmlamak da O’nu yanlýþ anlamaktýr… Bütünü atlayan bir ahlakçýlýk ise sonuçta maddi dünyanýn zorbalýðýna boyun eðmek zorunda kalacaktýr… Kaldý ki, Hz. Rasulün önerdiði ahlak nizamý, yalnýzca uyumu, uysallýðý, toplumsal mutabakatý, içermiyor. Yanlýþlarý kanýksamak anlamýna da gelmiyor… “Efendilik” adýna sorumluluklarý geçiþtirmek tarzýnda da almamak lazým… Böylesi bir ahlaki algý belki de birçok kötülüðün önünü açmak demektir…
Hz. Peygamberin sunduðu ahlak sistemi, bütün þeytani dürtülerin, cahili modellerin, behimi arzularýn reddini gerektiren bir özellik arzeder… Münkerin terkini, zulmün izalesini, yanlýþýn ýslahýný akidevi bir görev olarak omuzlarýmýza yükler. Vicdanlara itilmeyen, sohbetlerle sýnýrlanmayan bir “isyan ahlaký” olarak beliriyordu. Devrimci bir öz, sorgulayýcý bir özellik arzediyordu… Müslümanlarýn direncini ve muhalefet bilincini körelten bir ahlak iddiasýnýn geçersizliðinin en iyi kanýtý, bizatihi Hz. Peygamberin sunduðu ahlaki duruþtur… Bu durum ahlakta bir devrimdi…
Silik deðil, mistik deðil… Laik ve etik hiç deðil… Kerim ve azim bir ahlak...
Bu ahlak düzeni bize itaatý öðrettiði gibi itirazý da öðretti. Hep “Evet, efendimci”, “özür dilemeci” deðil, sýrasýnca “hayýr” da diyebilen bir ahlak öðretisi… Modern dünyanýn çýkmazlarýnda dik durmayý öðreten bir erdem iklimi…
Þimdi Hz. Muhammed (sav) gibi muhteþem bir ahlak önderinin izini sürdürürken yaþamakta olduðumuz ahlaki sefaleti nasýl izah edeceðiz?
Çevremizde acaba var mýdýr? Ýþte ahlaký, týpký Hz. Muhammed’in ahlaký gibi diyebileceðimiz kaç kiþi gösterebiliriz?
Ne yazýk ki, Muhammedi bir duruþun bütün ahlaki, insani, zerafeti, nezaketi, nezaheti, letafeti elimizden kayýp gidiyor… Rasulün temiz eli ile bize sunulan öðreti ve deðerler modern çaðýn belirsizlikleri içinde eritiliyor… Onun yoluna baþ koymasý gerekenler, dünyevi tuzaklarýn anaforunda baþlarý dönüyor. Ahlak, erdem, izzet, hayâ, iffet, vakar sulanýyor, siliniyor… Ve bir kýsýr döngüdür ki ömür tükeniyor…
Ahlaký ile onunla buluþan, örtüþen, benzeþen, aynileþen Muhammedilere ihtiyacýmýz var… Bu çaðýn kâht-ý ricali iþte bu alanda…
Bunun için hiç gecikmeden, bir ahlak seferberliðine yetiþmek lazým…
Hz. Peygamberin ahlak çaðrýsý doðrudan bu günle yani bizimle ilgili…
Artýk bir ahlak yürüyüþü kaçýnýlmaz… Ya da yürüyen ahlak olmak… Ahlaký ayaða kaldýrdýðýmýz gün, kapalý kapýlarýn bize açýldýðýný göreceðiz. Ahlak üzerinden yürekler arasý köprüler örülecektir…
Biz ahlak ve erdem sýnavýný yüz akýyla verdiðimiz zaman, Firavunlar diyarýnda bile hazinelerin ve nesillerin bize emanet edildiðini göreceðiz… Týpký Yusufleyin…
Þunu unutmayalým ki; tüm olumsuzluklara raðmen, yani ahlaksýz bir dünyada ahlaklý yaþamýn imkâný bizde… Yeter ki, kendimizi ihmal etmeyelim ve kendimize ihanet etmeyelim…