Yegâne önderimiz ve hayat örneðimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu hadislerinin birinci bölümü olan fýkýh ve fakîh konusu üzerinde durmak istiyoruz… Önce salih selefimiz olan öncü ulemânýn bu konudaki açýklamalarýný hep beraber okuyup tefekkür edelim!..
Allâme Ýbn Hacer el-Askalânî (rh.a.), “Fethu’l-Bârî” adlý meþhur Sahih-i Buhârî þerhinde þöyle der:
“Bu hadis, Allah’ýn dininde anlayýþ sahibi/derin fýkhî bilgiye sahib kiþiler için iyiliðin söz konusu olduðunu, bunun yalnýzca kiþisel çaba ile kazanýlamayacaðýný, aksine Allah’ýn nâsib ettiði kiþilerin buna sahib olacaðýný buna sahib olanlarýn kýyamete kadar mevcut olacaðýný belirtmektedir.
Bu hadisten þu hususlar anlaþýlýr:
Dinde anlayýþ sahibi olmayan, yani Ýslâm’ýn temel kurallarýný ve bunlara iliþkin fýkýh ve inanç ile ilgili detaylarý öðrenmeyen kiþilerin hayýrdan mahrum olduðunu gösterir. Ayrýca âlimlerin diðer insanlar üzerinde bariz bir þekilde üstünlüðünün bulunduðunu, dinde derin fýkhî bilgi sahibi olmanýn da diðer ilimler üzerinde bir üstünlüðünün olduðunu göstermektedir.
Ýmam Nevevî:
— Bunlarýn mücahid, fakîh, muhaddis, zâhid, iyiliði emreden vb. hayýrlarý yapan mü’minlerden, Allah’ýn emirlerini yerine getirenlerden bir gurup olmasý muhtemeldir. Bunlarýn bir yerde toplanmýþ olmasý þart deðildir. Ayrý ayrý olmalarý da mümkündür, demiþtir.”2
Sahih-i Müslim þerhinde þunlar beyan edilmiþtir:
“Hadisteki ‘hayýr’dan murad: Ya bütün hayýrlar yahud çok hayýrdýr. Bu kelimenin nekire olarak zikredilmesi, umûm ifade etsin diyedir. Çünkü þart siyakýnda vârid olan nekireler, siyâk-ý nefide ederler. Kelimenin nekire olarak zikrinden ta’zim kasdedilmiþ de olabilir.
Fýkýh: Bir þeyi bilmek veya hakkýyla bilmek demektir. Þeriat istilâhýnda ise, þeriatýn fer’i hükümlerini tafsilî delillerden istidlâl yoluyla çýkararak bilmektir. Burada münâsib olan birinci mânâdýr. Zirâ din ilimlerinin hepsine þâmildir.
Fýkýh ilmi ile meþgul olan âlime Fakîh derler.
Ýmam Hasan el-Basrî:
—Fâkih, dünyadan el çeken ve ahirete raðbet gösteren, din iþlerinde basiretle hareket eden Allah’ýna ibadet eden kimsedir, demiþtir.”3
Sünen-i Ýbn Mace’nin þerhinde bu hadis için þunlar kaydedilmiþtir:
“Hadiste geçen fýkýh kelimesi, Arab dilinde anlamak, bilmek demektir. Din lisanýnda ise, þeriat ilmine tahsis edilmiþtir. Þer-i Þerif’e Fýkýh adýnýn verilmesinin sebebi ise þer’î hükümlerin bir takým kaideler, deliller, kýyaslar, derin ictihadlar ile ve büyük bir anlayýþ kabiliyeti ile meydana çýkarýlmasýdýr.
Kastalânî þöyle der:
“Hadiste, fýkýh kelimesinin lügat mânâsý ile yorumlanmasý daha uygundur. Çünkü dini ilimlerin hepsine þâmil olmuþ olur. Aksi takdirde yalnýz þeriat ilmine münhasýr kalýr.”
Sindî ise þöyle diyor:
“Din hususundaki fýkýh bilgisi, Kalbe Allah korkusunu veren ve o korkunun etkisini kiþinin dýþ organlarýnda gösteren öyle bir ilimdir ki, artýk sahibi, kendi çevresini uyarmaya giriþir. Tevbe Sûresi’nin 122. ayeti buna iþaret buyurur.”4
Rabbimiz Allah þöyle buyurur:
“Mü’minlerin tümünün öne fýrlayýp çýkmalarý gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir gurup, çýktýðýnda (bir gurup da), dinde derin bir kavrayýþ edinmek (tafakuhda bulunmak) ve kavimleri kendilerine döndüðünde onlarý uyarmak için (geride kalabilir). Umulur ki, onlar da kaçýnýp sakýnýrlar.”5
Þeyhu’l-Ýslâm Ebu’s-Suûd Efendi (rh.a.) “Ýrþadu’l-Akli’s-Selîm” adlý meþhur tefsirinde bu ayet hakkýnda þunlarý söyler:
“Mü’minler, gazadan geri kalanlar hakkýnda nâzil olan ayetleri duyunca, va’dedilen mükâfatlara raðbet ederek ve va’dedilen cezadan da korkarak, hepsi sür’atle savaþ birliklerine katýldýlar ve dinî bilgileri edinmekten tamamen kesildiler. Ýþte bunun üzerine belli bir topluluðun cihada gitmesi, geri kalanlarýn ise, geniþ dinî bilgi edinmek için geride kalmalarý emredildi ki, cihad-ý ekber (en büyük cihad) sayýlan ilim tahsili kesintiye uðramasýn. Çünkü Peygamberlerin gönderilmesinden asýl maksad, ilmî hücetlerle mücadele vermektir.
Burada, özellikle din bilginlerinin zikredilmesi, bunlarýn mensub olduklarý toplumu aydýnlatmalarýnýn çok önemli olmasýndandýr.
Bu ayet-i kerime, derin ve geniþ dinî bilgi edinmenin farz-ý kifâye olduðuna ve bu tahsili yapanlarýn, amaçlarýnýn, insanlara üstünlük taslamak ve servet sahibi olmak deðil, fakat hem kendilerinin, hem de baþkalarýnýn hayatýna istikamet vermek olmasý gerektiðine delildir.”6
Þeyhu’l-Ýslâm Ebu’s-Suûd Efendi (rh.a.)’in bu tesbiti, ilgili kiþiler için büyük bir ders olmalýdýr… Elde ettikleri fýkýh bilgisini, Rabbleri Allah’ýn kendilerine verdiði bir nimet, bahþettiði yüce bir lutuf olarak kabul etmeli, ilimleriyle âmil olmalý ve bundan dolayý ömür boyu þükretmelidirler… Kendisiyle amel ettikleri ilimleri, onlarý mütevazi kýlmalý, öðrendikçe ve bildikçe tevazularý artmalýdýr… Kendilerine verilen ilim nimeti, onlar için bir imtihan vesilesidir… Bu ilim servetini, Allah yolunda harcamalý, ilimde cimrilik yapmamalý, cömert olup, diðer müslümanlarla paylaþmalýdýrlar… Yoksa öðrenip bildikleri ilimleriyle, insanlara hava atmak, onlara üstünlük saðlamak diðerlerine kuþ bakýþý bakmak onlarý küçük görmek, cahil sayýp hakirleþtirmek ve bu ilimlerini dünyalýk meta’ karþýlýðýnda satýp servet sahibi olmak, imtihaný kaybetmek, böylece büyük zarara uðramak demektir…
Rabbimiz Allah Teâlâ þöyle buyurur:
“ Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardýr.”7
Öðrenip bildikleri ilimlerle Allah rýzasýndan baþka þeyleri hedefleyenler için büyük bir tehdit:
“Allah’ýn indirdiði kitabdan bir þeyi gözardý edip saklayanlar ve onunla deðeri az (bir þeyi) satýn alanlar, onlarýn yedikleri, karýnlarýnda ateþten baþkasý deðildir. Allah, kýyamet günü onlarla konuþmaz ve onlarý arýndýrmaz. Ve onlar için acý bir azab vardýr.
Onlar, hidayete karþýlýk sapýklýðý, baðýþlanmaya karþýlýk azabý satýn almýþlardýr. Ateþe karþý ne kadar dayanýklýdýrlar.”8
Ýmam Burhaneddin ez-Zernûcî (rh.a.) þunlarý kaydediyor:
“Fýkýh ilmi ise dünya ve ahiret saadeti ile ilgili ilimlerin inceliklerini bilmektir.
Ýmam A’zam Ebu Hanife (rh.a.), fýkýhý þöyle târif ediyor:
Fýkýh ilmi, kiþinin, leh ve aleyhine olan þeyleri bilmesidir. Ýlim, ancak amel etmek içindir. Ýlim ile amel etmek, ahiret saadeti için dünya meþguliyetlerini terk edip gönülden çýkarmaktýr.”9
Lehinde ve aleyhinde olan þeyleri bilen bir müslüman kiþi, bildikleriyle amel etmelidir. Çünkü kendisiyle amel edilmeyen ve sahibine faydalý olmayan ilim, taþýyaný için aðýr ve mesuliyet getiren bir yüktür… Ahiret saadeti isteyenler, elde ettikleri ilim servetini Allah yolunda harcamalý, dünyalýk hýrsýný bir yana býrakmalý, ilmiyle þöhret ve dünya malý elde etmeye çalýþmamalýdýr… Özellikler, Allah’ýn kendisine baðýþladýðý ilim ile gurur, kibir ve riyâ gündeme getirmemeli, mütevazý ve ihlaslý olmalýdýr… Gurur, kibir ve riyâ, gerçek ilim ehli olanlarýn en büyük düþmanýdýr… Bu düþmanýn galip gelmesi, ilim ehlini dünyada rezil, ahirette zelîl eder… Bundan dolayý ilim ehli olan müslümanýn, bu düþmana karþý her ân tetikte olmalý, onu tevazu ve ihlas ile yenmelidir!..
Allâme Ýbn Abidîn (rh.a.)’in “Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar” adlý esrinin “Metin” kýsmýnda þunlar beyan olunmuþtur:
“Fýkýh, lügatta, bir þeyi bilmek demektir. Bilahere þeriat ilmine tahsis edilmiþtir. Kelimenin mazisi Fýkýha okunursa mastarý, fýkhan gelir ve bildi kanasýný ifade eder. Fekuhe okunursa, masdarý fekahaten gelir ve fekîh olduðu mânâsýna kullanýlýr…
Istýlahta, usul-ý fýkýh ulemâsýna göre fýkýh:
Tafsili delillerden çýkarýlan þer’î olan fer’î hükümleri bilmektir. Fýkýh ulemâsýna göre furua aid meselelerden en az üç meselenin hükmünü bilmektir. Ehl-i Hakikata göre ise, ilimle ameli bir araya getirmektir. Çünkü, Hasan-ý Basrî:
—Fakîh, ancak dünyadan yüz çevirip ahirete yönelen ve kendi kusurlarýný gören kimsedir, demiþtir.”10
Cabir (r.a.)’ýn rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) þöyle buyurur:
“Ýlim iki kýsýmdýr: Kalbde olan ilim ki, faydalý olan ilim budur. Bir de dilde olan ilimdir. (bu, dilde kalýp fiilen yapýlmadýðý için) Allah, Âdemoðlunu bununla sorumlu tutacaktýr.”11
Bu Hadisin þerhinde þunlar beyan edilmiþtir:
“Faydalý ilim, sahibinin kendisiyle amel ettiði ve böylece onu, Allah’a karþý sevgi ve saygýya, huþûya götüren, iði amellere sevk eden, kötülüðün her çeþidinden men’ eden ilimdir. Bu ilim, kalbde yer eden ilim olarak tarif edilmiþ ve övülmüþtür.
Faydasýz ilim ise, sahibini kendisine göre amel etmediði, onun sadece dilinde kalan, derûnuna nüfûs etmeyen, ruhunda ve organlarýnda hiçbir etkisi görülmeyen ilimdir. Bu ilim, sahibinin üzerinde bir vebaldýr ve onun sorumluluðunu arttýrýr. Diðer taraftan böyle bir ilme sahib olanlar, onu baþkalarýna anlatýr, gereðinin yapýlmasýný tavsiye ederler, amma kendileri aksini yaparlar. Bu da, onlarýn aleyhine bir durum olur. Allah, böyle yapanlarý kýnamaktadýr.”12
Þöyle buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Siz, insanlara iyiliði emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz, Kitabý okuyorsunuz. Yine de akýllanmayacak mýsýnýz?”13
“Ey iman edenler, yapamayacaðýnýz þeyi neden söylersiniz?
Yapamayacaðýnýz þeyi söylemeniz, Allah katýnda bir gazab (konusu olmasý) bakýmýndan büyüdü (büyük bir suç teþkil etti).”14
Ýbn Ömer (r. anhuma) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s) þöyle buyurur:
“Cahillerle ve aklý noksan olanlarla münakaþa etmek veya âlimlere karþý böbürlenip övünmek yahut da halkýn teveccühünü kazanmak niyeti ile ilim talep eden kimse ateþtedir.”15
Cabir b. Abdillah (r.anhuma)’ dan
Rasullah (s.a.s) þöyle buyurdu:
“Ne âlimlere karþý iftihar ve övünmek için ne de cahillerle münâkaþa etmek için ve ne de meclislerde þekçin köþelerde yer almak için ilim taleb etmeyiniz.
Bu yasaða reðmen kim böyle yaparsa, ateþe (müstehaktýr), ateþe müstehaktýr.”16
Þerh de þöyle denmiþtir:
Bu iki hadis, Ýslâmî ilimlerden, basit ve süflî emellerin beslenmesini yasak olduðunu ve böyle bir maksadla ilim taleb eden kimselerin mükâfat almasý þöyle dursun, ilmin yüceliði ile baðdaþmayan kötü niyet ve davranýþý yüzünden cehennem ateþine müstehak olduðunu bildiriyor. Evet, dinî ilimler, idraký kýt, iz’ aný kýsýr, aklý zayýf olanlarla ve cahillerle münâkaþa ve mücadele etmek için öðrenilmez. Kezâ din âlimlerinin karþýsýna çýkarak bilgisi ile iftihar etmek, gururlanmak, böbürlenmek, övünmek ve kibirlenmek içinde ilim öðrenilmez. Hele halkýn itibar ve teveccühünü kazanmak, toplumun saygýsýna, kadru kýymetine mazhar olmak, varýlan meclislerde en üst köþeye geçmek, en yüksek yere oturmak, halk hizmetçi gibi kullanmak ve dünya malýný toplamaya ilmi aracý koyup istismar etmek gibi menfur emellere kavuþmak için dinî ilimleri basamak yapmak kesinlikle yasaklanmýþtýr.
Hadisler, böyle basit ve merfur emellere eriþmek için dinî ilimleri taleb edenlerin cehenneme mütehak olduðunu hükem baðlýyor. Tabiî cehennemlik olmalarý, geçici olup ebedî deðildir. Ayrýca onlarýn affedilmesi, Allah’ýn irâdesine baðlýdýr. Allah dilerse onlarý baðýþlar.”17
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet etti.
Rasulullah (s.a.s.) þöyle buyurdu:
“Kendisiyle Allah’ýn rýzasý kazanýlan bir ilmi, sýrf dünya menfaati elde etmek için öðrenen bir kimse, kýyamet günü cennet kokusu bulamayacaktýr.”18
Ýbn Ömer (r.a)’ dan.
Rasulullah (s.a.s.) þöyle buyurdu:
“Ýlmi, Allah (rýzasýn)dan baþka bir maksadla öðrenen ve ilimle Allah (rýzasýn)dan baþkasýný murad eden kiþi, cehennemden yerini hemen hazýrlasýn.”19
Abdullah Ýbn. Mes’ud (r.a.) þöyle demiþ:
— Kim ilmi, þu dört þey için tahsil eder, öðrenirse cehenneme girer:
Âlimlerle karþýlýklý övünmek için,
Cahillerle çekiþmek için,
Ýnsanlarýn ilgisini kendisine çekmek için,
Onunla idarecilerden (bir þeyler) elde etmek için.20
Baþta fýkýh olmak üzere Ýslâmî ilimleri bu dört þey ve benzerleri için öðrenen kiþilerin durumlarý malumdur!..
Ýþgal güçleri tarafýndan istilâ edilen Ýslâm beldelerinde egemen zalim taðutlarýn yönetiminde yaþayan ve müslüman olduklarýný beyan eden kitleler arasýnda din adýna eðitim görmüþ, diploma sahibi olmuþ ve egemenlerin görevlendirdiði birer memur konumunda olanlar, elde ettikleri ilimle Allah’a kul olmaya ve müslümanlara hizmet edeceklerine, iþgal güçlerinin hizmetinde, onlarýn sömürüsünün devamýna yardýmcý olmaktadýrlar… Gerek öðrendikleri Arabça lisanýný, gerekse Ýslâmî ilimlerini kendilerine geçim kaynaðý yapmýþ, bununla halk arasýnda bir itibar elde etmiþ ve egemen taðutlarýn katýnda makamlara sahib olmuþlardýr…
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nýn kendilerine baðýþladýðý ilim servetiyle ahiret yurdunu aramalarý gerekirken, tamamen dünyevîleþmiþ, söyledikleri, yaptýklarý ve bulunduklarý hâller ile sanki hesap gününü unutmuþ gibidirler… Sahib olduðu yüce ilimle yücelmesi gerekli iken, yere meyledip saplananlar ve izzetin yerine zilleti tercih edenler, yönetici taðutlarýn hizmetinde bulunmayý kendileri için uygun görmüþleridir… Bu zilleti tercih ettiklerinden ve taðutî düzenin verdiði menfaatten mahrum olmamak için, zulmün her türlüsüne karþý olup reddeden Ýslâm’ý zulme ve zalimlere rýza gösteren bir nizam olarak beyan etmeye baþlayýp devam ettiler… Þirkin, küfrün, zulmün ve sömürünün karþýsýna dikileceklerine, onlarýn yaþamasý için fetvalar üretmeye çalýþtýlar… Zillet fetvalarýyla izzeti arar oldular!.. Ayetleri, hükümleri, hadisleri ve Sünnet’i bu zillet anlayýþý ile yorumlayýp, mazlum ve mustez’af toplumlarý, egemen taðutlara köle yapmak için gayret etiller…
Müslüman olduklarýný söyleyen bu ilim sahiblerinin gayesi:
“(Yeryüzünde) fitne kalmayýncaya ve din tamamen Allah’ýn oluncaya kadar onlarla (o fitnecilerle) savaþýn. Eðer vazgeçerlerse, artýk zulüm yapanlardan baþkasýna karþýlýk düþmanlýk yoktur.”21 Olmasý gerekliyken onlar, fitnecilerin memuru ve hizmetkârlarý oldular… Ve bu hâlleriyle þu ayet-i kerimelerin muhatabý hâline geldiler:
“Hani kitab verilenlerden: ‘Onu, mutlaka insanlara açýklayacaksýnýz, onu gizlemeyeceksiniz’ diye kesin söz almýþtý. Fakat onlar, bunu arkalarýna attýlar ve ona karþýlýk az bir deðeri satýn aldýlar. O aldýklarý þey ne kötüdür.
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadýklarý þeyler nedeniyle övülmekten hoþlananlar (kazançlý) sayma. Onlarý azabdan kurtuluþ olarak sayma. Onlar için acý bir azab vardýr.”22
Þu bir gerçektir ki Allah’ýn kendilerine ilim nimeti verip fakîh kýldýðý muvahhid mü’min müslüman olanlar müstesnâdýr… Onlar, her türlü olumsuzluða raðmen üzerlerine düþen kulluk görevini yapmýþ, okuduklarý fýkhý fýkhederek, ilimleriyle amel etmiþ, haktan yana olup zulmün ve zalimin karþýsýnda mücadelelerini yaparak, kendilerinden beklenen tavrý net olarak ortaya koymuþlardýr... Ýþgalcý güçlerden tamamen berî ve egemen taðutlarýn asla hizmetkarý olmamýþlardýr… Ýzzeti tercih edip, hakký yüceltmiþlerdir… Dinde fakîh olanlar bunlardýr!.. Katýksýz imanlarýyla, takva ve tevazularýyla öðrendikleri ilimlerini bir araya getiren fakîhler, merhamet olunmuþ ümmetin öncüleridirler… Bu öncülerin örneði, önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in duâsýný alan Abdullah Ýbn Abbas (r.anhuma) dýr…
Ýbn Abbas (r.anhuma) anlatýyor:
Rasulullah (s.a.s.), helâya (tuvalete) girdi. Kendisi için (yýkanýp abdest alacak) su koydum.
“Bunu kim koydu?” diye sordu.
Kendisine haber verildi. Bunun üzerine:
“Allahumme fakkýhhu fi’d-dîn (= Allah’ým, onu dinde fakîh kýl)” diye duâ etti.23
Dinde fakîh kýlýnmak, yalnýzca fýkýh okumak, arabça diline vakýf olmak ve fýkýh ilminin kaidelerini bilmek deðil, dinin gayesi olan inceliklikleri sezip bilmek, çaðýndan haberdar olmak, ilmî mesuliyetini kuþanmak, Peygamberlerin varisi oluþunu idrak etmek ve ümmete zilletten kurtulup izzete ulaþmak için rehberlik yapmak vazifesini hakkýyla yerine getirmektir…
Rabbimiz Allah’ýn:
“Ey iman edenler, Allah’dan korkup sakýnýrsanýz, size doðruyu yanlýþtan ayýran bir nûr ve anlayýþ (furkan verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi baðýþlar. Allah, büyük fazl sahibidir.”24 buyruðuyla amel etmek isteyen ey fýkýh okuyanlar, fýkhedin!
Dipnot
1- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ýlm, B. 4, Hds. 13.
Kitabu’l-Humus, B. 7, Hds. 24.
Kitabu’l-Ý’tisâm, B. 10, Hds. 43.
Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B. 33, Hds. 98-100.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ýlm, B. 1, Hds. 2783 (Ýbn Abbas, r.a.’dan)
Sünen-i Ýbn Mace, Mukaddime, B. 17, Hds. 220-221 (Ebu Hüreyre’den)
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 24, Hds. 231 (Ýbn Abbas’dan)
Kitabu’r-Rikak, B. 1, Hds. 2709 (Ýbn Abbas’dan)
Ýmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, çev. Rýfat Oral, Konya, 2003, C. 1, Sh. 253-258, Hds. 7/204-207 (Ýbn Abbas, Ebu Hüreyre ve Muaviye b. Ebu Süfyan’dan)
Ýmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Hüseyin Yýldýz, Ýst. 2011, C. 5, Sh. 336. (Ebu Hüreyre’den)
2- Ýbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî-Muhtasar, çev. Halil Aldemir-Soner Duman, Ýst. 2006, C. 1, Sh. 221-222.
3- Ahmed Davudoðlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Þerhi, Ýst. T.Y. C. 5, Sh. 438.
4- Haydar Hatipoðlu, Sünen-i Ýbn Mace Tercümsi ve Þerhi, Ýst. 1982, C. 1, Sh. 382.
5) Tevbe, 9/122.
6- Þeyhu’l-Ýslâm Ebus’s-Suûd Efendi, Ebu’s-Suûd Tefsiri, çev. Ali Akýn, Ýst. 2006, C. 6, Sh. 2715.
7- Yusuf, 12/76.
8- Bakara, 2/174-175.
9- Ýmam Burhaneddin ez-Zernucî, Ta’limu’l-Müteallim, çev. Y. Vehbi Yavuz, Ýst. 1980, Sh. 27.
10- Ýbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, çev. Ahmed Davudoðlu, Ýst. 1982, C. 1, Sh. 34.
11- Ýmam Hafýz el-Munzirî, Hadislerle Ýslâm- Terðib ve Terhib çev. A. Muhtar Büyükçýnar, Vdð. Ýst. T.Y. C. 1, Sh. 143. Hds. 40-41. Hafýz Ebu Bekr el-Hatib ve Ýbn Abdiber’den.
Ýmam Suyutî, Câmiu’s-Saðir Muhtasarý Tercüme ve Þerhi, çev. Ýsmail Mutlu Vdð. Ýst. 1996, C.3, Sh. 20, Hds. 2762 (5717) Ýbn Ebi Þeybe ve Hatib’in Tarihinden.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 34, Hds. 370-371.
12- Sünen-i Dârimî, çev. Doç. Dr. Abdullah Aydýnlý, Ýst. 1994, C. 1, Sh. 392-393.
13- Bakara, 2/44.
14- Saff, 61/2-3.
15- Sünen-i Ýbn Mace, Mukaddime, B. 23, Hds.253.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ýlm, B. 6, Hds.2792.
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 34, Hds. 379-380.
16) Ýbn Mace, Mukaddime, B. 23, Hds.254.
17) Haydar Hatipoðlu, A.g.e. C. 1, Sh. 419.
18) Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Ýlm, B. 12, Hds.3664.
Sünen-i Ýbn Mace, Mukaddime, B. 23, Hds.252.
Ayrýca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 338.
19- Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ýlm, B. 6, Hds.2793.
20- Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 34, Hbr. 373.
21- Bakara, 2/193. Enfal, 8/39.
22- Âl-i Ýmrân, 3/187-188.
23- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Vudû’, B. 10, Hds. 9.
24- Enfal, 8/29.