Evlerden aðýtlar yükseliyor, her toplantýda intikam yeminleri yapýlýyordu.
Mekke bu alevle kaynarken, ateþin üzerine körükle gidenler de vardý. Zannederim Ka’b Ýbn Eþref bunlarýn baþýnda geliyordu.
Ka’b, Kuba’nýn doðusunda, üç tarafý baðlarla çevrili bir kendine ait bir kalede yaþýyordu. Boyutlarý çok büyük olmayan bu kale, bir âile ve hizmetçileri için yine de oldukça büyük sayýlýrdý. Ayrýca, duvarlarý kalýndý ve saðlam taþlardan örülüydü. Bir tarafýnda kayalar, diðer tarafýnda uzanýp giden hurma bahçeleri ve üzüm baðlarý vardý. (1)
Ka’b, kendine ait bu kaleden dýþ dünyaya dil uzatmakta çok baþarýlýydý.
Çevresinde oldukça sözü dinlenilir bir kimseydi. Yahûdîlerin ileri gelenlerindendi. Araplarla da akrabalýk baðlarý kurmuþtu. Edipti, þâirdi. Bu özellikler, o günlerde en fazla revaç bulan özelliklerdi.
Ka’b, Bedir Muharebesinde müþriklerin yenilmesine çok üzülmüþ, ilk fýrsatta Mekke’ye giderek yanan alevi daha da canlandýrmak için elinden geleni ardýna koymamýþtý.
Þâirlerin duyulan acýyý hatýrlatan ve damarlarý ayaða kaldýran acý ve ateþli þiirleri birbirini takip ediyordu.
Ebu Süfyan’ýn Þam’dan getirdiði ve Bedir Muharebesinin baþlamasýna sebep olan ticaret kervanýndaki bütün mallar, müslümanlara karþý savaþ hazýrlýklarý için ayrýldý.
Hazýrlýklarýný tamamlayan Kureyþ, Hicretin 3. yýlý Þevval Ayýnda Mekke’den yola çýktý.
Bilenen kýlýçlar, bakýmdan geçirilen zýrhlar, miðferler; hazýrlanan oklar, mýzraklar, harbeler… besiye çekilen ve eðitilen atlarla dýþtan bakýlýnca herþeyiyle tam bir ordu.
Sað kanat Süvârilerinin baþýnda Hâlid Ýbn Velid, sol kanatta Ebu Cehil’in oðlu Ýkrime. Ordunun baþýnda ve merkezde Ebu Süfyan, hevdeçlerde (2) hanýmlar, yanlarýnda defler…
Hanýmlar, iki amaçla geliyorlardý. Birincisi erkeklerinin onlarý býrakýp kaçmayacaklarýný herkese ilân anlamý taþýmasý, geri çekilmeme azmini göstererek güven saðlamak.
Ýkincisi: Savaþta erkekleri tahrik. Defler de bunun için hazýr edilmiþti.
Kadýnlarýn baþýnda Ebu Süfyanýn hanýmý Hind vardý. Çok zeki, gsreriþli ve dirâyetli bir kadýndý. Ýntikam hýrsýyla yanýyordu. Bedir de babasý, amcasý ve kardeþini kaybetmiþti.
Kocasý, kayný ve üç oðluyla gelen Sülâfe, Amr Ýbn Âs’ýn hanýmý Rayta, Ebu Cehl’in oðlu Ýhrime’nin hanýmý Ümmü Hakîm… Hind’in en büyük destekçileri olarak orduda yer alýyorlardý.
Orduda asýl hedefi savaþ olmayan biri daha vardý. Cübeyr Ýbn Mut‘im’in kölesi Vahþi.
Vahþi, Habeþ asýllýydý. Habeþlilerin çok baþarýlý bir harbe (3) savurma tekniði vardý ve o bunu çok iyi bilen, uygulayan ve hedefini kolay kolay ýskalamayanlardan biriydi.
Mekke’den ayrýlmadan önce efendisi Cübeyr onu yanýna çaðýrmýþ; “Orduyla birlikte sen de yola çýk. Eðer amcama karþýlýk Hamza’yý öldürürsen hürriyetine kavuþursun,” demiþti.
Cübeyr’in amcasý Tu’ayme Ýbn Adiyy Bedir’de öldürülmüþtü. Bu yüzden o da Peygamberimizin amcasýný öldürerek intikam almak istyordu.
Vahþi karar vermiþti. O, hürriyetini elde etmek istiyordu. Meþhur harbesi yanýna almýþ, orduyla birlikte Medîne’ye doðru yürüyordu.
Hind, bu durumu biliyor, yol boyunca Vahþî’ye rastladýkça; “Ýçimdeki intikam ateþini söndür, susuzluðu kandýr, ben de seni dünyalýða kandýrayým,” diyor, Hamza’yý(r.a.) öldürme hýrsýný canlý tutmaya çalýþýyordu.
Kureyþin ileri gelenlerinin kaçmayacaklarýný isbat için yanýnda getirdikleri sadece kadýnlar deðildi. En deðerli mallarýný getirenler de vardý.
Müþrikler, Müslümanlarýn çýkarabileceði askerî gücü tahmin edebiliyorlardý. Þimdi onlarýn en az üç katý olabilecek bir güçle geliyorlardý. Silah açýsýndan da üstünlük onlardaydý. Binekleri ise kýyaslanamayacak derecede çoktu. Esasen Ýslâm saflarýnda hemen hemen hiç süvari yoktu.
Süvâri birliklerinin olmasý, kendilerine sürat ve umulmayan noktalara hýzlý saldýrý imkaný verecekti.
Onlar açýsýndan bütün ibreler, kendi taraflarýný gösteriyordu…
Bu sýrada Rasûlullah (s.a.v), sahâbîleri toplamýþ, onlarla gelen düþmanla yapýlacak savaþla ilgili istiþârede bulunuyordu.
Kendi tercihini bildirdi. O, müdafa harbi yapýlmasýný istiyordu. Medine giriþlerine barikatlar kurulsun, düþman bu barikatlarý aþar Medine’ye girerse; sokak sokak, ev ev çatýþmayý sürdürme imkaný olsun istiyordu. Böylece düþman Medine içlerine çekilecek, bölünebilecek, gerektiðinde evlerden, evlerin damlarýndan ok, mýzrak, hatta taþ yaðmuruna tutalabile-cek, gerektiðinde de göðüs göðüse kýlýçlý mücadeleye girilebilecekti. Böylece, þehir kendilerine ait olduðu için savaþtaki konumlarý herhangi bir meydan muharebesinden daha iyi olacaktý.
Münafýklarýn baþý Abdullah Ýbn Selül’de ayný görüþteydi: Medine’den çýkýlmasýn, müdafa harbi yapýlsýn istiyordu. Gerekirse kadýnlarýn ve çocuklarýn bile dam üstlerinden taþ yaðdýrarak katkýda bulunabileceklerini söylüyordu.
Ancak, düþman ne kadar çok olursa olsun, çekinilmemesi gerektiðini savunan ve meydan muharebesi isteyenler de vardý. Özellikle gençler ve Bedir Gazvesine katýlamayanlar, ýsrarla bu fikri savunuyorlardý: “Ey Allah’ýn Rasûlü! Bizi düþmanýn karþýsýna çýkar! Korktuðumuzu veya zayýf olduðumuzu zannetmesinler!” diyorlardý.
Dahasýný söyleyenler de vardý: “Biz bu günü bekliyorduk. Bu arzuyla Rabbýmýza duâ ediyorduk. Mevlâ önümüze getirdi. ..”
Hamza (r.a.); “Sana Kurân indiren hakký için onlarla savaþalým,” diyerek meydan harbini seçtiðini belli ediyordu.
Nuâym Ýbn Mâlik’in sözleri ise unutulmayacak cinstendi:
“Ey Allah Rasûlü! Bizi cennetten mahrum etme! Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki oraya gireceðim.”
Rasûlullah (s.a.v) soruyor: “Neyle?”
“Allah’a ve Rasûlüne olan sevgimle. Ben, harb meydanýndan asla kaçmayacaðým.”
Allah Rasûlü (s.a.v); “Bu sözler doðru sözler,” buyuruyordu. (4)
Bu görüþü savunanlar, Bedir’de de az olan mücahidlerin düþmaný darmadaðýn ettiðini, ayný þeyin yine tekrarlanacaðýný, orada en kýymetli adamlarýný kaybeden Kureyþ’in bu savaþta da yeni bir acý tadacaðýný savunuyorlardý.
Ayrýca Bedir’e katýlan mücahidlerin faziletlerini biliyor, o fazîlete ulaþma arzusu taþýyorlardý.
Bütün bu duygularla ýsrarla meydan muharebesi istiyorlar, savunmaya yönelik sözler, onlarý ýsrarlarýndan vazgeçiremiyordu.
Neticede, Allah Rasûlü(s.a.v.), kararýný onlar lehine vermiþ, meydan muharebesi için hazýrlýklar baþlamýþtý.
Herkes meydana çýkýþ için aralýksýz bir gayretin içindeydi. Hazýrlýklarýný bitirenler, Mescid-i Nebîn’in yanýnda yerlerini almaya baþlamýþlardý.
Bu sýrada Allah Rasûlü’ne meydan muharebesi için ýsrar edenler düþünmeye ve düþüncelerini seslendirmeye baþlamýþlardý.
Ýçlerinden biri; “Rasûlullah(s.a.v.) bize Medine’de kalmayý emretti. O, Rabb’ini ve O’nun ne istediðini bizden iyi biliyor. Yedi kat semâdan vahy alýyor,” dedi.
Bu sözler doðruydu. Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek; “Ey Allah’ýn Rasûlü! Bize emrittiðin gibi Medine’de kalalým. Biz, seni sanki rýza göstermediðin bir þeye zorladýk. Siz nasýl emrediyorsanýz öyle yapalým,” dediler.
Rasûlullah’ýn(s.a.v.) buna cevâbý kesindi: “Bir peygambere, harb için zýrhýný ve miðferini giyip, insanlarý düþmana karþý meydana çýkmaya çaðýrdýktan sonra geri adým atmak yakýþmaz. Meydandan geri dönmez.
Sizi kalmaya çaðýrdým; çýkmaya ýsrar ettiniz. Þimdi Allah için takvâ ile dolu olun. Zor anlarda dayanýn, sebat edin, zorluklarý gögüsleyin. Allah size düþman karþýsýnda ne yapmanýzý emrediyorsa onu yapýn!”
Allah Rasûlü (s.a.v.) bin kadar sahabiyle birlikte Medine’den ayrýlarak Uhud’a doðru yola çýktý.
Medine’den ayrýldýktan sonra Medine ile Uhud arasýnda yer alan ve “Þeyhayn” (5) diye anýlan tepeciklerin yanýnda konakladý. Rasûlullah (s.a.v.) orduyu burada yeniden gözden geçirdi:
Müslümanlarýn sayýsý düþmana göre az ve yetersizdi. Bütün yiðitler cihada çaðýrýlmýþ, Allah Rasûlü’nün yanýnda cihad safýnda yer almak isteyen her mücahidler, yarýþýrcasýna saflarda yerini almýþlardý.
“Þeyhayn” da yapýlan bu ordu teftiþi, gözleri yaþartacak bir gerçeði gözler önüne seriyordu. Saflar arasýnda 13-15 yaþlarý arasýndaki çocuklar da vardý. Kimi gözüne takýlýr korkusuyla saflar arasýnda kendini saklamaya çalýþýyor, kimi de ayaklarýnýn üzerine yüklenerek kendini büyük göstermeye çalýþýyordu…
Onlarýn bu hali, yiðitçe ve pervasýz duruþlarý, cesaretleri, iþti-yaklarý Rasûlullah’ý (s.a.v.) son derece duygulandýrmýþ ama onlarý saflardan ayýrmýþtý.
O gün savaþa çýkmasýna razý olunmayan sahabîler arasýnda;
Hz. Ömer’in oðlu Abdullah, Üsâme Ýbn Zeyd, Zeyd Ýbn Sâbit, Berâ Ýbn Âzib, Ebu Sa’îd el-Hudrî, Üseyd Ýbn Zahîr, Urâbe Ýbn Evs, Râfi’ Ýbn Hadîc, Semüra Ýbn Cündüb… de vardý.
Bu yiðit delikanlýlarýn çoðu henüz 14 yaþýndaydý. Ýçlerinde 13 yaþýnda olan da vardý. Râfi‘ (r.a.) ise 15 yaþýna girmiþti. Babasý oðlunun cihad safla-rýndan ayrýlmasýný istemiyor, Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek; “Ya Rasûlallah! O, çok iyi ok kullanýyor, iyi bir atýcý!” diyor ve oðlunun cihad saflarýnda kalmasýný saðlýyordu. Bunu gözden kaçýrmayan ve iyi deðerlendiren biri daha vardý. Semüra Ýbn Cündüb (r.a.). O da, Allah Rasûlü’ne gelerek; “Ya Rasûlallah! Râfi’ye izin verdiniz, beni þavaþa kabul etmediniz. Ben onu güreþte yenerim!” diyor; yapýlan güreþte gerçekten yenerek saflara o da katýlýyordu. (6)
Rasûlullah (s.a.v.), sahabîlerle birlikte o günün ikindi namazýný, sonra akþam ve yatsý namazlarýný burada kýldý. Burada geceledi. Sabah namazýný da kýldýktan sonra Uhud’a hareket etti.
Müslümanlarýn 1000 kiþilik gücüne karþý, müþrikler 3000 kiþilik bir orduyla gelmiþlerdi.
Ýslâm ordusu Uhud’a giderken baþka bir olay yaþandý. Abdullah Ýbn Übey Ýbn Selûl da Medine’den çýkýlmamasýný, müdafa harbi yapýlmasýný savunanlardandý. Rasûlullah’ý (s.a.v.) kastederek çevresindekilere; “Onlara uydu, bana karþý geldi. Benim düþüncelerimi hiçe saydý. Bilemiyorum, gidip de kendimizi ne uðruna öldürteceðiz?!” diyordu. Daha sonra kendine uyan, kalbinden þüpheleri atamamýþ 300 kiþiyle birlikte ordudan ayrýlarak Medine’ye geri döndü.
Sahabîlerden Abdullah Ýbn Amr Ýbn Harâm peþlerinden giderek; “Allah için sizi ikaz ediyorum. Düþmanýn hazýr olduðu bir sýrada kendi kavminizi ve Peygamberinizi terketmeyin,” dediyse de onlarý geri döndüremedi.
Giden grubun arkasýndan bakarken dudaklarýndan dökülen son kelimeler; “Allah, Peygamberini size muhtaç etmesin!” oldu.
Abdullah Ýbn Übey’in adamlarýyla birlikte ayrýlmasýndan sonra Ýslâm mücahidleri 700 kiþi kalmýþtý. Böylece düþmanýn konumu daha da güçlenmiþti. Artýk, müslümanlarýn dört katýndan daha fazla savaþcý güçleri vardý.
Uhud’a varýldýðýnda Peygamberimiz orduyu Uhud daðlarýný arkaya alacak þekilde yerleþtirdi. Bir baþka ifadeyle Ýslâm ordusu sýrtýný Uhud’a yaslamýþtý.
Bu, sayýca daha çok olan müþrik ordusundan bir birliðin ayrýlarak arkadan saldýrý yapma imkanýný ortadan kaldýrdýðý gibi, müdâfa konumuna düþürüldüðü takdirde savunma kolaylýðý saðlayacaktý. Çünkü yamaçlara doðru çekilme kendilerini üst konuma getirecekti. Bu da, o günün savaþ þartlarýnda ok, mýzrak, harbe saldýrýlarýna karþý onlara korunma imkaný saðlayacak, kendi ok, mýzrak ve harbeleri hedefini daha rahat bulacaktý.
Geriye bir tehlike daha kalýyordu:
Müþrikler, Akîk Vadisiyle bitiþen “Þazâ Vadisi”nin uzantýlarýný takib ederek gelmiþlerdi. Medine tarafýndan bakýldýðýnda Uhud Sýra Daðlarýnýn sol önlerinde yerlerini almýþlardý.
Sað ve sol kanatlarýnda sûvari birlikleri vardý. Ýkrime’nin baþýnda bulunduðu sol kanadýn Ýslâm ordusunun arkasýna sarkmasý zordu. Bulunduðu yer, dað tarafýna geldiði için konumu buna uygun deðildi. Sað tarafta yer alan Hâlid Ýbn Velîd’in sað ön tarafý ise açýktý. Vâdiyi takip edebilir, “Ayneyn” Tepesini dolaþarak ordunun arkasýna sarkabilirdi. Ýslâm ordusu sýrtýný Uhud’a verdiði sürece bu mümkün deðildi. Ancak, düþmanýn gerilemesi durumunda, onu sürerek ilerleyen Ýslâm ordusunun arkasý boþalabilir, Uhud ile arasýnda saldýrý imkaný veren bir boþluk meydana gelebilirdi. Fýrsat kollayan bir birlik, Müslümanlarý arkadan vurabilirdi.
Rasûlullah(s.a.v.) Efendimiz, böyle bir saldýrýyý önlemek için Ayneyn Tepesine 50 okçu yerleþtirdi ve baþlarýna Abdullah Ýbn Cübeyr’i emir tayin etti. Kendilerine ordunun arkasýný süvârilerden korumalarýný emretti ve ardýndan þöyle buyurdu: “Savaþ ister lehimize, isterse aleyhimize cereyan etsin, buradan ayrýlmayýn. Sizin tarafýnýzdan saldýrý gelmesin!”
Üslubu çok net, kesin ve ýsrarlýydý. Öyle ki; bir rivâyette Rasûlullah’ýn; “Kuþlarýn yerden tâne kapar gibi askerleri kaptýðýný görseler yerlerinden ayrýlmamalarýný” emrettiði nakledilir.
Beyazlara bürünmüþ olarak Cihad meydanýna gelen Abdullah Ýbn Cübeyr, bunu anlayacak ve ne olursa olsun itaat edecek þuurdaydý.
Rasûlullah (s.a.v.) Ýslâm sancaðýný Mus’ab Ýbn Umeyr’e verdi. O, bu güvene lâyýk bir insandý.
Müþriklerin sancaðý ise Abdu’d-Dâr oðullarýndaydý. Ebu Süfyân onlarýn yanýna gelerek Bedir’de kaçtýklarýný, ilk çöküntünün onlarla baþladýðýný ve sonucun ne derece kötü olduðunu hatýrlatýyor; hakkýný vereceklerse sancaðý almalarýný, hakkýyla koruyamayacaklarsa býrakmalarýný istiyordu. Bu cümleler, ileridenberi sancaðý taþýyan bu sülâlenin kanýný ateþliyor; “Göreceksin sancaðý size saðlam teslim edeceðiz” diyor ve ekliyordu: “Savaþta bizi seyredeceksiniz.” Ebu Süfyan’ýn isteði de buydu…
Saflar yerlerini almaya, atmosfer yükselmeye baþlamýþý. Baþlarýnda Hind’in bulunduðu kadýnlar def çalýp þiirler söyleyerek erkekleri tahrik etmeye baþlamýþlardý:
“Davranýn haydi, Abdü’d-Dâr Oðullarý! | Davranýn ordunun arka koruyucularý!
Gelsin her taraftan darbe sadâlarý!”
Hind ne diyeceðini iyi bilen bir kadýndý ve kendine düþeni tam yapýyordu. Devam etti:
“Ýlerlerseniz kucaklar, Atlas döþekler yayarýz.
Eðer döner kaçarsanýz,
Bizde sizden kopar, Sevginizi söker atarýz.” (7)
Müþrikler tarafýnda bunlar olurken Ýslâm saflarýndaki üslup deðiþikti. Rasûlullah (s.a.v.) elindeki kýlýcý kaldýrarak; “Bu kýlýcýn hakkýný kim verecek?” diye soruyordu.
Uzanan eller ve “Ben Ya Rasûlallah!” diyenlerin sayýsý hiç de az deðildi.
Ancak soru tekrar tekrar soruluyor ve sonunda Ebu Dücâne’nin eline teslim ediliyordu.
Künyesi Ebu Dücâne olan Simâk (r.a.); “Hakký karþýlýðý ben alýrým Ya Rasûlallah!” diyor, ardýndan da “Hakký nedir?” diye soruyordu.
Cevap: “Onu asla müslümanlara karþý kullanmaman. O elindeyken düþman önünden kaçmaman. Kýrýlana veya eðilene kadar cihada devam etmen.”
Allah Rasûlü (s.a.v.) kýlýcý ona veriyor, onu teslim alan Ebu Dücâne kýrmýzý renkli enli þeridini çýkarýyor, alnýna gelecek þekilde baþýna baðlýyor, Rasûlullah’ýn (s.a.v.) kýlýcý elinde olarak müthiþ bir çalýmlý edâ ile saflar arasýnda yürüyordu.
Onun bu yürüyüþünü gören Rasûlullah (s.a.v.); “Bu yürüyüþ Allah’ýn gazabýný çeken bir yürüyüþtür. Ancak böyle bir yerde deðil,” buyuruyor ve onun bu yürüyüþünü cihâd meydanýna has olarak tasdik ediyordu.
Kaslar gerilmiþ, kalpler hýzla atmaya baþlamýþtý. Saflar birbirine yaklaþtý. Tekbir sesleri ve parola olan “Emit, Emit” (ölümüne vur) haykýrýþlarý ile yerlerinden fýrlayan mücâhidler düþman saflarýna daldýlar. Hamza, Ömer, Ebu Dücâne, Ali, Ebu Ubeyde, Talha, Zübeyr, Âsým, Ebu Talha, Mus’ab (r.a.) ve daha nice yiðitler düþman saflarýný yýrtmýþ, daðýtmýþ, çatýþmanýn daha baþýnda düþmaný þaþkýna çevirmiþti.
Ebu Dücâne þiirler söylüyordu:
“Bil ki; ben, sevgili dostumun ahid aldýðý kimseyim,
Dað eteðinde yer aldýk, durduk hurmalýklar yanýnda.
Hiçbir zaman bulunmam geri saflarda, gözden uzakta
Durmam, vururum düþmana Allah kýlýcýyla, Rasül kýlýcýyla..”
Gerçekten de vuruyordu. Kýlýcýn hakkýný vererek vuruyordu.
Zübeyr Ýbn Avvâm (r.a.), Efendimizin halasý Safiyye’nin oðluydu. Çok cesur ve iyi bir savaþçýydý. O anlatýyor:
“O gün Rasûlullah’ýn (s.a.v.) kýlýcýný bana vereceðini ümit ediyordum. Almak için de çok istekliydim. Kýlýcý bana vermeyip Ebu Dücâne’ye verince gönlümde kýrýklýk hissettim. Kendi kendime; “Ben halasý Safiyye’nin oðluyum. Kureyþliyim. Kýlýcý, Ebu Dücâne’den önce kalkarak ben istedim. Ancak, Rasûlullah (s.a.v.) bana vermeyip ona verdi.
Vallahi onun ne yaptýðýna bakacaðým!..” dedim ve onu takibe baþladým.”
Zübeyr (r.a.), daha sonra onun nasýl baþýna kýrmýzý þerit baðladýðýný, bunun “ölümüne” anlamýna geldiðini, þiirlerini, önüne kim çýkarsa yere serdiðini anlatýr ve þöyle devam eder:
“Müþriklerden biri vardý. Ýyi döðüþüyor, özellikle yaralý gördüklerine saldýrýp öldürüyordu..
Birbirlerine yaklaþýyorlardý. Ýkisini karþýkarþýya getirmesi için Allah’a duâ ettim. Çok geçmeden de karþýlaþtýlar.
Müþrik olan hamle yaparak kýlýcýný savurdu. Ebu Dücâne bu saldýrýyý kalkanýyla karþýladý ve çelerek hasmýnýn kýlýcýný boþa çýkardý. Sonra da müthiþ bir darbeyle onu yere serdi.
Savaþ sýrasýnda saflarýn gerisine kadar sarkarak kýlýcýný Hind’in boynuna dayadý. Sonra; “Allah Rasûlü’nün kýlýcýný savaþmayan bir kadýnýn kanýna bulayamam,” diyerek yönünü deðiþtirdi ve saldýrýya hazýrlanan bir baþka müþriki saf dýþý býraktý.
Bütün bunlarý görünce kendi kendime; “Allah Rasûlü çok daha iyi biliyor” dedim.
Hamza (r.a.) Kureyþ’in sancaktarlarýndan Ertab Ýbn Þurahbil’e kadar ulaþmýþ, onu öldürmüþtü. Daha sonra birbaþka sancaktar olan Osman Ýbn Ebî Talha’yý da öldürdü.
Savaþ, bütün hýzýyla devam ediyordu. Elli kiþiyi de Ayneyn Tepesinde býrakarak 650 kiþi kalan mücâhidler, çok geçmeden kendilerinin dört katýndan daha fazla olan düþmaný çökertiyordu…
Tazelenen hamlelerle düþman saflarý daðýldý, ardýndan panik baþ gösterdi. Artýk çýlgýnca bir kaçýþ baþlamýþtý. Önceden def çalýp erkekleri kýþkýrtan kadýnlar, eteklerini toplamýþ yamaçlara doðru kaçýþýyorlar, kaçýþýrken eteklerini altýndan halhallarý gözüküyordu.
Berâ Ýbn Âzib’in Sahih-i Buhârî’de yer alan rivâyetinde (8) kaçanlarýn “ganimet, ganimet,” diye baðýrdýklarý yer alýr. Bununla dikkatleri geride býraktýklarý mallara çekmeye çalýþtýklarý açýktýr. Açýk ifâdeyle bu; “Siz yendiniz, bizi býrakýn ganimet almaya bakýn!” demekti.
Ne yazýk ki öyle de oldu. Savaþtan kopan ve ganimet toplamaya baþlayanlar görüldü.
Bu, biraz da kesin zafer kazanma azmiyle kýymetli mallarýný yanýnda getirenlere karþý bir davranýþtý. Ancak sebebi ne olursa olsun ciddî bir hata idi.
Ne yazýk ki, hatânýn daha da büyüðü oldu. Rasûlullah’ýn(s.a.v.) tepeye yerleþtirdiði okçular, bütün tembihlere raðmen Ayneyn Tepesini boþaltarak aþaðýya, ganimet toplamaya indiler. Emirleri olan Abdullah Ýbn Cübeyr; “Rasûlullah bize ne emretti! Bizden nasýl bir ahid aldý, ne tembih etti!?” diyerek okçularý durdurmaya çalýþtýysa da, bu sözler okçularý durdurmaya yetmedi. Heyecan baþlamýþ, düþünceler heyecana boðulmuþtu. Belki çoðuna sözlerini bile duyuramamýþtý. Tepede onunla birlikte sadece birkaç arkadaþý kaldý.
Çok zeki ve kabiliyetli bir komutan olan Hâlid Ýbn Velid, yapýlan hatayý görmüþtü. Derhal emrindeki süvâri birliðiyle ileri atýldý. Önlerini kesmeye çalýþan Abdullah ve arkadaþlarýný þehid etti. O tarihten sonra “Okçular Tepesi” diye anýlan Ayneyn Tepesini arkadan dolaþýp, düþmaný kovalayarak öne doðru ilerleyen müslümanlarýn arkasýna sarktý ve Ýslâm ordusunu arkadan vurmaya baþladý.
Müslümanlar ise, kesin zaferin rehâvetine kapýlmýþlardý. Bir kýsmý savaþtan kopmuþ ganimet toplýyordu. Merkezî komutayý, bütünlüðü kaybetmiþlerdi. Arkadan hücuma uðranýnca yapýlan hata anlaþýldý. Hemen toparlanmaya çalýþtýlar. Ne yazýk ki, Hâlid’in hücumunu kaçmakta olan müþrikler de görmüþlerdi. Geri döndüler.
Müslümanlar artýk iki taraflý saldýrý kýskacý arasýndaydýlar. Þaþkýnlýk, daðýnýklýk, komutadan kopma… tehlikeyi daha da büyütmüþtü.
Çok geçmeden savaþ, müslümanlarýn aleyhine döndü. Þimdi meydanda tam bir kargaþa yaþanýyordu.
Rasûlullah’ýn (s.a.v.) çevresi açýlmýþ, bir avuç müslüman onu korumak için asla unutulmayacak fedâkarlýk örnekleri gösteriyorlardý.
Bu sýrada Ýslâm’ýn gurbetteki ilk dâvetçisi, hicret yurdunu hicrete hazýrlayan güzel insan, yiðit sancaktar Mus’ab ibn Umeyr þehid edildi. O Allah Rasûlüne (s.a.v.) benzeyen biriydi: “Muhammed öldü!” diye bir ses duyuldu ve kulaktan kulaða yayýldý. Bu, müþrikleri daha da ateþlemiþ, mü’minlerin ise þevkini kýrmýþtý.
Savaþ meydanýnýn diðer bir tarafýnda ise baþka bir acý gerçek yaþanýyordu. Cübeyr Ýbni Mut’imin kölesi Vahþî, adým adým Hamza’yý (r.a.) takib ediyordu. Kendisinin de anlattýðý gibi, onun yapýlan savaþla bir ilgisi yoktu. Savaþa karýþmýyor, hürriyetini kazanmak, vaadedilen mükâfat-larý elde etmek istiyordu. Bunun yolu da Hamza’yý öldürmekten geçiyordu.
Kayalarýn, çalýlarýn arkasýna saklanarak Hamza’yý takib ediyor, zaman zaman pusu kurup bekliyor, harbesini savunmak için uygun fýrsat kolluyordu. Savaþ sýrasýnda Hamza’yý bulmak o kadar zor deðildi. O bazen baþýna, bazen de göðsüne uzaktan görülüp tanýnmasý için devekuþu tüyü takardý. Bu; “Ben buradayým. Kendine güvenen bana doðru gelsin, karþýma çýksýn,” demekti.
Düþmalardan birini daha yere sermiþ Sibâ’ Ýbn Abdü’l-Uzza’ya dönmüþtü. Bu an Vahþi için uygun bir andý. Arkasý ona dönüktü. Hamza (r.a.) hasmýna kýlýcýný savururken o da arkadan harbesini savurdu. Hamza, düþmanýný yere sererken harbe de ona doðru uçtu ve arka bel hizasýndan girdi, önden çýktý.
O büyük insan, yiðit insan, hiçbir þey olmamýþ gibi geri döndü ve sinsice arkadan harbe savuran Vahþi’ye doðru yürüdü. Vahþi korkmuþtu ama Þehidler Efendisi ona doðru iki adým atabildi; sonra düþtü.
O ruhunu teslim edinceye kadar Vahþi uzakta bekledi. Sonra gelerek harbesini aldý ve amacýna ulaþmýþ biri olarak kenera çekildi. Onun için savaþ bitmiþti. Uygun bir zamanda gidip müjdesini verecekti.
Artýk Uhud meydanýnda çok deðiþik manzaralar yaþanýyordu. Zor anlar baþlamýþtý. Zor anlar dâima fedakar dâvâ erlerinin, samimi gönüllerin kendini belli ettiði anlardýr. (9)
Sahabîlerin bir kýsmý savaþtan kopmuþ ümitsizlik içinde ne yapacaðýný bilmiyor, bir kýsmý dünyadan, herþeyden vazgeçmiþ döðüþüyor, bir kýsmý Rasûlullah’ýn(s.a.v) çevresinde halkalanmýþ, bütün varlýðýyla onu korumaya çalýþýyordu.
Büyük imtihan baþlamýþtý…
Allah Rasûlü, orduyu yeniden toplamaya yamaçlara doðru çekerek müdafaa konumu almaya, kayýplarý önlemeye çalýþýyordu. Bu sýrada atýlan iri bir taþla yaralanmýþ, zýrhýnýn halkalarý yanaðýna saplanmýþ, açýlan yaradan akan kanlar yanaðýndan aþaðý süzülmüþtü. Sað alt azý diþinin önünde yer alan diþi kýrýlmýþ, dudaðý yarýlmýþtý.
Yorgunluk, kan kaybý Allah Rasûlünü takattan düþürmüþtü. Bu durumda iken, düþmanýn müslümanlarýn ilerlemesini engellemek için açtýðý çukurlardan birine düþtü. (10) Ali(r.a.) koþarak Rasûlullah’ýn elini tuttu; Talha(r.a.) çukura atlayarak çömeldi. Rasûlullah’ý omuzlarýna bastýrarak ayaklarý üzeri-ne yükseldi. Zemin seviyesine yükselince Ali (r.a.) Allah Rasûlünü dýþarý aldý.
Düþman zaman zaman Rasûlullah’ýn (s.a.v.) yakýnlarýna kadar geliyor, çevresinde halka olan mücahidler, akýllara durgunluk veren bir fedakârlýk, gayret ve cesaretle onlara imkan vermiyordu.
Talha’nýn bu savaþtaki fedâkarlýklarý unutulamazdý, unutulmadý. O da yorgundu ama yýlmýyor, her tehlikeye göðüs geriyordu. Bitmeyen bir enerjiyle her yere yetiþiyordu. Allah Rasûlünü yamaca týrmanýrken de ayný þekilde omuzluyor, kayalarýn üzerine alarak emniyetini saðlamak için çýrpýnýyor; dönüp tekrar düþmanla vuruþuyor, sonra yine Rasûlullah’ýn yardýmýna koþuyordu. Gerektiðinde vücudunu kalkan ediyor, avuç mü’minle onu koruyor, sarsýlmýyor, yýlmýyordu. Her tarafý kan içindeydi. Bir ara önündekiyle boðuþurken yandan Rasûlullah’a (s.a.v.) hamle yapýldýðýný görmüþ, tereddüt etmeden çýplak eliyle bu kýlýç darbesini önlemiþ, parmaklarýný kaybederek çolak kalmýþtý.
Onun bu davranýþý, gösterdiði fedakarlýðýn boyutlarýný özetleyen bir örnekti.
Ebu Bekir (r.a.), onun Uhud’da yaptýklarýný yakýndan gören biriydi. Uhud anýldýkça; “O günün bütünü Talha’nýndýr,” derdi.
Meydanda da yýlmayan yiðitler vardý. Onlar, âhiretini dünyadan çok daha fazla seven ve bu þuuru bütünüyle ortaya koyan insanlardý. Zor anlarýn yýlmaz yiðitleri, tarih sayfalarýnda silinmez hatýralar býrakýyordu.
Onlarýn fedakarlýklarý, müþriklere zafer çoþkusunu tatma imkaný vermiyor, yavaþ yavaþ gözlerini yýldýrmaya baþlýyordu.
Allah Rasûlü (s.a.v.) yamaçlardaki yerini almýþtý. Artýk mü’minleri müdafa için konumu daha iyi olan yamaçta toplanmaya çalýþýlýyordu.
Allah Rasûlü’nün(s.a.v.) yanaðýndaki zýrh parçalarýný Ebu Ubeyde diþleriyle tutarak çýkarmýþ, halkalarý çýkarýrken iki ön diþini kaybetmiþti.
Ali (r.a.) kalkanýn tersiyle su getirdi. Fâtýma (r.a), bu suyla Efendimizin yanaðýndaki kanlarý temizledi; akan kaný durmayýnca da bir hasýr parçasýný yakarak külünü yaraya bastýrdý ve kaný böyle durdurdu.(11)
Rasûlullah’ýn (s.a.v.) hayatta olduðu, Uhud’un yamacýnda yer aldýðý görülünce mü’minler ona doðru yönelmeye baþladý.
Rasûlullah (s.a.v.) da; “Bana doðru gelin, bana doðru!” buyurarak sahabîleri yamaca çaðýrýyor, onun sesini duyanlar, onu görenler gelerek çevresinde yer alýyorlardý. Yeni bir þevk rüzgarý esmeye baþladý. O ana kadar cihaddan kopmayan yiðitlerin omuzladýðý savaþ, artýk yeniden bütünlük kazanýyor, yavaþ yavaþ denge kuruluyordu.
Bir grup müþrik, yan taraftan yamaca týrmanarak yeni bir saldýrýya geçtiyse de Ömer (r.a.), onlarý gördü ve arkadaþlarýyla birlikte o tarafa atýlarak müþrikleri geri püskürttü.
Yüksek mevzilerden yaylar gerilmeye, düþman üstüne oklar yaðmaya baþladý. Ebu Talha, bileði güçlü bir insandý. Yay elinde son noktaya kadar geriliyor, yaydan boþanan oklar, ýslýk çalarak uzak mesafelere kadar uçuyordu. Bazen yay bu güçlü geriþe dayanamayýp kýrýlýyordu. O gün elinde üç yayýn kýrýldýðý nakledilir. (12)
Her iki tarafta da yorgunluk belirtileri baþlamýþtý. Çok geçmeden harp hýzýný yitirdi.
Bu sýrada müþrik kadýnlarý, cephe gerisinde kalan þehidlerin burnunu, kulaðýný kesiyor; böylece kinlerini tatmine çalýþýyorlardý. Bu þekilde insanýn aslî yaratýlýþýný kasýtlý bozmaya, uzuvlarý kesmeye “müsle” deniyordu. Hind de Hamza’nýn (r.a.) yanýna geliyor, o da müsle yapýyor, Hamza’nýn göðsünü yararak ciðerini yemeye kalkýyor; kinle dolan kalbi bu davranýþý kaldýrýrken, midesi onu kaldýrmýyor ve kusuyordu.
Öfke ve sadistçe duygular ne yazýk ki bu dereceydi.
Ebu Süfyan, atýyla yamaca doðru yaklaþtý ve savaþýn son dakîkalarýnýn yaþandýðýný belli eden þu cümleleri söyledi:
“Harp, taraflar arasýnda döner, dolaþýr! Bu gün, Bedr’in karþýlýðý olan gündür! Ölülerden, müsle yapýlanlarý göreceksiniz. Ben enretmedim. Bu konuda beni kötülemeyin.” Sonra slogan þeklinde baðýrdý “Yücelsin Hübel!”
Rasûlullah (s.a.v.) Ömer’e (r.a.) kalkýp cevap vermesini emretti. Ömer (r.a.) gür sesiyle onun sloganýna karþýlýk verdi: “Allah, daha yüce, daha azizdir! Tekdir; baþka ilâh yoktur!
Bizim ölülerimiz Cennet’te, sizinkiler Nâr’dadýr.” (13)
Bu, o anda Uhud meydanýnda yatan ölülerin akibet özetiydi. “Bir grup Cennet’te, bir grup Cehennem ateþinde.”
Ebu Süfyan bu cümlelere nasýl cevap vereceðini bilemiyordu. “Ömer, bana doðru yaklaþýr mýsýn?” dedi. Belli ki kesin ve net cevap almak istediði bir þeyler vardý.
Peygamberimiz Ömer’e (r.a.); “yakýnýna var; bak ne istiyor?” buyurdu. Ömer (r.a.) yaklaþtý. Gerçekten Ebu Süfyan’ýn sormak istediði bir þeyler vardý:
“Allah için söyle Ömer! Muhammed’i öldürdük mü?
Cevap verdi: “Allah hakký için hayýr! Þu anda seni duyuyor.”
Hz Ömer’den bunu duyan Ebu Süfyan’ýn sözleri de ibret vericiydi: “Senin Ýbn Kamie’den daha doðru sözlü, daha dürüst olduðuna inanýyorum.”
Ýbnü Kamie Peygamberimizi öldürdüðünü söyleyen ve bunu herkese yayan kiþiydi… Müþriklerin baþýnda bulunan kiþi, bir müslümana kendi arkadaþlarýndan daha çok inandýðýný söylüyordu.
Ebu Süfyan, yanýndakilerle birlikte meydandan ayrýldý. Ayrýlýrken de þöyle baðýrdý:
“Gelecek yýl Bedir’de buluþalým!”
Bu yeniden kozlarý paylaþmak üzere yer ve zaman tayiniydi. Efendimiz, sahabîlere cevap vermelerini emretti: “Evet! O gün, orada buluþmak üzere!”
Müþrikler, savaþ meydanýndan ayrýldýktan sonra yaralýlar ve þehidlerle ilgilenilmeye baþlandý.
Her kes, alýnan yarayla üzüntülüydü. Þimdi arayýp þehidlerini buluyorlar, yakýnlarý bulduklarý þehidlerini defn için hazýrlýyorlardý.
Þehidlerden bir çoðu müsleye maruz kalmýþtý. Bu manzaralar kolay unutulacak manzaralar deðildi. Ebu Süfyanýn da ifade ettiði gibi onlar arasýnda da bu vahþeti doðru bulmayanlar vardý.
Bu sýrada Peygamberimizin halasý, Hz. Hamza’nýn anne-baba bir kýzkardeþi olan Safiyye (r.a.) de, kardeþi Hamza’yý arýyordu. Efendimiz, onu uzaktan gördü. Yanýnda bulunan oðlu Zübeyr’e, gidip annesini geri döndürmesini söyledi. Safiyye’nin Hamza’yý (r.a.) bu durumda görmesini istemiyordu. Zübeyr, annesinin yanýna gelerek, Rasûlullah’ýn (s.a.v.) dönmesini emrettiðini söyledi.
Ancak Safiyye, neden dönmesinin istendiðini biliyordu. “Niçin?” dedi. “Ben kardeþimin þehid olduðunu, ona müsle yapýldýðýný biliyorum. Bu, Allah yolundadýr. Allah Katýnda sevâbýný umuyorum ve inþallah sabredenlerden olacaðým!”
Sonra Hamza’nýn yanýna geldi. Ona baktý. Ýçi dolu doluydu ama kendine hakimdi. Duâ etti.
“Allah’a aitiz ve yine O’na döneceðiz,” dedi. Onun için istiðfarda bulundu.
O çelik irâdeli, vefâkar, fedâkar, takva dolu, hak yolun yolcusu, örnek bir kadýndý… Hayat boyu Ýslâma büyük hizmetleri oldu.
Müþrikler Uhud’u terkederken Rasûlullah(s.a.v.) Ali’yi (r.a.) peþlerinden gönderdi ve þöyle buyurdu:
“Onlarý takip et. Ne yaptýklarýna ve ne yapmak istediklerine dikkat et. Eðer atlarý yedeðine alýr, develere binerlerse Mekke’ye gitmek istiyorlar demektir. Yok develeri yedeðe alýr, atlarýna binerlerse Medine’ye saldýrý tazeleyecekler demektir. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki; Medine’ye yönelirlerse karþýlarýna çýkar yeniden savaþýrým.”
Ali (r.a.), anlatýyor:
“Müþrikleri takibe baþladým. Ne yaptýklarýný gözetliyordum. Atlarý yedeðe aldýlar, develere bindiler ve Mekke’nin yolunu tuttular.”
Þehidler toplandý. Namazlarý kýlýndý. Elbiseleri ve kanlarýyla Uhud topraðýna verildi.
Çocukluðunu ve gençliðinin büyük bir bölümünü ipek elbiseler içinde geçiren Mus’ab’ýn þehid düþtüðü sýrada üzerinde bulunan yamalý elbisesinin vücudunu örtmeye yetmeyiþi, elbisesinin baþ tarafýna çekilerek ayaklarýnýn izhir otlarýyla örtüþülüþü herkesin gönlünü burmuþtu…(14)
Þehidler Efendisi Hamza ile Uhud’un cesur ve samimiyet örneði Abdullah Ýbn Cahþ ve Ýslam Sancaktarý, gurbet davetçisi Mus’ab Ýbn Umeyr yanyana gömüldü.
Günümüzdeki yapýsýnda Uhud þehidliðinin ortasýnda bulunan siyah taþlarla çevrili bölümde onlar yatmaktadýrlar.
Diðer þehidler de ikiþer-üçer daha çok kur’ân bileni, ilimce daha üstün olaný öne alýnarak topraða verildiler.
Allah Rasûlü (s.a.v.) þehidleri topraða verdikten sonra:
“Bunlarýn kýyâmet günü þâhidi benim” buyuruyordu.
Onlar þehid, Allah Rasûlu de þâhiddi. Daha ötesi düþünülebilir mi?
Þehidlerin defninden sonra Medine’ye dönüldü.
Müþrikler, Mekke’ye doðru yola çýktýktan bir süre sonra “Ravhâ” denilen yerde konakladýlar. Konaklama sýrasýnda içlerinden biri; “Biz ne yapmýþ olduk? Evet güçlerini kýrdýk ama sonunda onlarý býraktýk. Hâlâ çevresinde toplanacaklarý, biraraya gelebilecekleri baþlarý duruyor. Temellerini sökemedik, kökten bir temizlik yapamadýk. Geri dönelim, kalanlara hücum edelim. Tamamýyla onlardan kurtulalým.”
Sözler onlar açýsýndan doðruydu. Müþrikler, Medine’ye Ýslâmý söndürmek, bütünüyle yok etmek niyetiyle gelmiþlerdi. Önceden de bu arzu ve hýrlarý vardý ama Bedir Gazvesinden sonra hergün bu duyguyla yatýp, bu duyguyla kalkar hale gelmiþlerdi. Bir yýldýr bunun için hazýrlanýyorlardý.
Müslümanlarýn, Allah Rasûlüne nasýl bir baðlýlýk içinde olduklarýný, îman nûrunun onlarý nasýl bir duruma getirdiðini, âhirete olan îmanla, þehitlik rütbesine duyulan sevgiyle neler yapabildiklerini Bedir’de görmüþlerdi. Uhud’da tanýk olduklarý ise daha müthiþti. Aldýklarý yaraya, uðradýklarý daðýnýklýða raðmen nasýl yiðitler çýkardýklarýný, Rasûlullah’ýn çevresinde nasýl bir halka olýuþturduklatrýný, fedâkârlýklarýnýn hangi boyutlara vardýðýný… görmüþler ve yaþamýþlardý.
Muhammed, yine hayattaydý. Ebu Bekir, Ömer, Ali ve daha niceleri yine Ýslâmýn hizmetindeydi.
Unutulmamasý gereken bir gerçek daha vardý: Müslümanlar küçümsenemeyecek bir savaþ tecrübesi daha yaþamýþlardý. 700 kiþilik bir güçle 3000 kiþilik bir orduyu daðýtmýþlar ve onu hezimet noktasýna getirmiþlerdi. Kendilerine güvenleri artmýþtý.
Bu fýrsat bir daha ele geçmezdi. Müslümanlar safýnda, bir daha koruduklarý tepeyi terkederek ordunun arkasýný hücuma açýk býrakanlarý bulamazlardý.
Sonuçta, müslümanlarý kolay kolay bu kadar zayýf yakalayamazlardý.
Geri döndüler…
Ancak Rasûlullah (s.a.v.), onlarýn dönüþ haberini almýþtý. Mü’minleri yeniden düþmana karþý çýkmaya çaðýrdý. Bu çaðýrýþ, çok özel bir çaðýrýþtý: “Benimle, yalnýz dünkü savaþa