Rasûlullah(s.a.v.) Efendimiz, kýrk yaþlarýna geldiklerinde, sýk sýk görmeye baþladýklarý sâdýk rüyalarýn ardýndan, yalnýzlýða çekilmek, tefekküre dalmak, ibadetle Rabb’ine yönelmek duygularý gelmiþ, içine yerleþmiþti. Nitekim, Buhârî’nin naklettiði bir hadiste[1], “vahy ilk önce uykuda görülen sâdýk rüyâlarla baþladý. Rasûlullah’ýn gördüðü bütün rüyâlar, gün aydýnlýðýnda cereyan eden bir hadise gibi, açýk ve net olarak gerçekleþiyordu,” diye söze baþlanýr ve devam edilir…
Bu duygu kendisini kaplayýnca, zaman zaman Mekke evlerinden sýyrýlýr, dað arasý vâdîlerde, yamaçlarda dolaþýr, bu duygusuna çare arardý. Yanýndan geçtiði taþlar ve aðaçlar; “Esselâmü Aleyke Ya Rasûlallah!” diye kendisini selamla-dýðýnda saðýna soluna döner bakar, taþlardan, aðaçlardan baþka bir þey göremeyince hayret eder, birazda ürperirdi.
Yine bir gün Mekke’den ayrýldý; vâdîlerden sýyrýlarak Hýrâ Daðý’na geldi. Zirve noktasýna çýkarak ordan yaklaþýk güneye doðru biraz indi. Yönü Ka’be’ye dönük Hýra maðarasýný seçti. Vâdîlere hakim, sessiz, ýssýz ve uzaktan Beytullah’ý gören bu maðara, onun için en uygun yerdi.
Daha sonraki günlerde bu maðarada günlerce kalýr, tefekküre dalar, sanki duygularý tazelenir, hassaslaþýr, kendisini derin bir tefekkür dünyasýnda hissederdi. Rabb’ýna duâ eder, gecenin sessizliði ve huzur veren zaman akýþý içerisinde, Ýbrâhim (a.s.) dîni üzere ve þirke bulaþmamýþ bir fýtratla ibâdet ederdi.
Yiyeceði, içeceði bittiðinde Mekke’ye varýr, Hatîce Vâlidemizin kendisine hazýrladýðý yiyecek ve içecekleri alarak yeniden Hýrâ’ya dönerdi.
Kaynaklarýmýzýn zikrettiðine göre, Ramazan ayýnýn on yedisiydi. O yüce an gelmiþ, o mübarek buluþma aný gerçek-leþmenin eþiðindeydi.
Rasûlullah (s.a.v.) o gün Hýrâ Maðarasý’nda iken, sessiz-lik ve sükûn her yeri kaplamýþken birden karþýsýnda Cibrîl’i (a.s.) gördü.
Dehþete düþmüþtü. Bu ýssýz dað baþýnda bütün ufku dolduran bir varlýkla karþý karþýyaydý.
Cibrîl (a.s.) kendisine; “Oku!” diye hitap etmiþ, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz; “Ben okuma bilmem,” diye karþýlýk vermiþti.
Bunun üzerine Cibrîl (a.s.), onu kuþatýp sýkarak yeniden; “Oku!” demiþ, Efendimiz yine ürperti ve heyecan içerisinde; “Ben okuma bilmem,” diye cevap vermiþti.
Cibrîl (a.s.) tekrar kendisini sýkýþtýrmýþ, bunalma noktasýnda serbest býrakmýþ ve:
Oku! Yaratan Rabb’ýnýn adýyla!
O, insaný aþýlanmýþ bir yumurtadan yarattý.
Oku! Rabb’ýn sonsuz kerem sahibi…
O ki, kalemle öðretti insana,bilmediklerini…” (‘Alak, 1- 5)
Böylece, ‘Alak Sûresinin ilk beþ âyetini kendisine teblið etmiþ ve kaybolmuþtu.
Rasûlullah(s.a.v.), korku ve ürpertiden kurtulamamýþ ama duyduðu kelimelerin kalbine nakþedildiðini ve o garip vahy lezzetini derinden hissetmiþti.
Sarp kayalarý aþarak, yamaçlardan hýzla aþaðýya inmiþ, vâdîler geçerek Mekke-i Mükerreme’ye gelmiþ, evlerine girerek Hatice Validemize;
“Beni örtün, beni örtün!” buyurmuþtu.
Onun bu dehþet içindeki halini gören Hatice Vâlidemiz, kendisine hiç bir þey sormadan onu istirahate çekmiþ ve üzerini örtmüþtü.
Rasûlullah (s.a.v.), kendine gelip ürpertisi geçince, Vâlidemiz bu dehþet ve ürpertinin sebebini sormuþ, Efendimiz de baþýndan geçenleri ona anlatmýþ ve ardýndan; “O an, kendimden korktum,” demiþti.
Hatice Validemiz, bu son cümle üzerine þunlarý söylüyordu: “Hayýr, müjdeler olsun! Allah’a yemin olsun ki O, seni asla hüsrana uðratmayacaktýr. Çünkü sen, akraba baðlarýný korur, zayýflara yardým eder, yoksullarýn elinden tutar, onlara imkan hazýrlar, misafirlerine ikram eder ve hakký korumaya çalýþanlara yardým edersin.”
Bu olgun ve zeki kadýn, sýk sýk ziyaret ettiði amca oðlu Varaka Ýbn Nevfel’den Peygamberlik, peygamberler ve melekler hakkýnda bilgiler edinmiþti.
Oldukça yaþlý olan Varaka Ýbn Nevfel, Tevrat ve Ýncil hakkýnda bilgileri olan, Kureyþ müþriklerinin içinde bulunduðu þirk bataklýðýndan nefret eden, Ýsa’nýn (a.s.) teblið ettiði dinin bozulmamýþ þeklini taþýyan, tevhid inancýna sahip yer yüzünde nadir kalan insanlardan biriydi.
Rasûlullah’ýn (s.a.v.) ahlâkýný, dostluðunu, dürüstlüðünü, gizli ve açýk her þeyini bilen Hatice Vâlidemiz, böyle bir insana þeytan veya cinin zarar veremeyeceðini biliyor; Rabb’ýnýn onu koruyacaðýna derinden inanýyordu.
Peygamber Efendimizi alarak Varaka Ýbn Nevfel’in yanýna götürdü. Efendimiz, baþýndan geçenleri ona da anlattý. Varaka, heyecanlanmýþtý: “Vallahi sen bu ümmetin nebîsisin. Sana gelen, Musa’ya gelen Namûsu Ekber’dir. Kendi kavmin seni inkar edecek, bu topraklardan çýkaracak ve sana karþý savaþacaktýr,” dedi.
Kureyþlilerin gözünde kendi deðerini bilen, onlar tarafýndan yakýn ilgi gören, “Sâdýk” (Doðru Sözlü) ve “Emîn” (Güvenilir Kiþi) olarak lakaplandýrýlan Peygamber Efendimiz, onun bu cümleleri karþýsýnda þaþýrmýþ ve gayr-ý ihtiyârî; “Kendi milletim beni yurdumdan çýkaracak mý?” diye sormuþtu.
Varaka bu soruya; “Evet, senin görevinle görevli her Nebînin baþýna bu çeþit sýkýntýlar gelmiþ; nice insanlardan düþmanlýk görmüþ, kendisine karþý savaþýlmýþtýr,” diye cevap verdi.
Ardýndan da; “Ömrüm yeter o günlere ulaþýrsam, en büyük yardýmý benden göreceksin,” diyerek yardým vaadetti ise de kýsa bir süre sonra vefat etti.
Vahy bir müddet kesilmiþ, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz için sýkýntýlý günler baþlamýþtý.
Ne görmüþtü? Baþýna ne gelmiþti? Varaka’nýn, Hatîce’nin söylediklerine raðmen o bir hayal mi görmüþtü? Bu kadar net açýk bir þey, hayal olabilir miydi? Hayal deðilse, gördüðü bu varlýðý bir daha niçin görmemiþti? Bütün bu sorular ve benzerleri onu bunaltýr hale gelmiþti…
Yine bir gün bu duygular içinde yürüyordu. Semâdan gelen bir ses duydu; gözlerini kaldýrdý. Hýra Daðýnda gördüðü o varlýk, ufku doldurmuþ bir þekilde bir koltuk üzerinde oturuyordu. Diz baðlarý çözülmüþtü; çöktü. Daha sonra kendisini toparlayarak evine geldi. Yine; “Beni örtün, beni örtün!” diyerek kendini örttürdü, yüzüne su serptirdi.
Bu þekilde bürünmüþ yatýyordu ki, vahy baþladý:
“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve insanlarý hakka uyandýr.
Sadece Rabb’ýný yüce taný. Temiz tut elbiselerini.
Yüz çevir, uzak dur, terket putlarý,
Bütün kötülükleri ve bâtýl zihniyetleri.
Çok görüp baþa kakma, yaptýðýn iyilikleri!
Ve sabret, rýzasýna ermek için Rabb’inin” (Müddesir 74/ 1-7)
Bunlar yaratýcýdan emirdi ve teblið baþlamýþtý…
Kendisine ilk önce vefalý zevcesi Hz. Hatice iman etti. Onun yanýnda yer aldý; en yakýn desteði oldu. Yükünü hafifletiyor, derdine ortak oluyordu.
Peþinden yanýna alýp yetiþtirdiði Ali (r.a.) iman ediyordu.
Hemen peþinden Rasûlullah’ýn âzâdlýsý Zeyd Ýbn Hârise, Sâdýk dostu Ebu Bekr es-Sýddîk iman ediyordu. Onun, yeni gönüllerin iman saflarýna katýlmasý için gayreti, akýllara durgunluk verecek derecedeydi… O, gerçek vefâlý, güvenilir bir dosttu.
Artýk içten içe dâvet baþlamýþtý… Yeni gönüller fethediliyor, fethedilen gönüller Ýslâm nûruyla þeref buluyordu.
Bu nûrun ziyâsýna, þerefine, acýsýna, tatlýsýna, çilesine; kýsaca, her þeyine talip olan ilk yiðitler, fedakârlar, cefakârlar, sabýr erleri… saflarda görünmeye baþlamýþtý.
Osman Ýbn Affan, Zübeyr Ýbn Avvâm, Abdurrahman Ýbn Avf,
Sa’d Ýbn Ebî Vakkas, Talha Ýbn Ubeydillah, Abdullah Ýbn Mesud;
Ebu Ubeyde Ýbn Cerrah, Erkam Ýbn Ebi’l-Erkam,
Osman Ýbn Maz’ûn, Ubeyde Ýbn Hâris, Saîd Ýbn Zeyd,
Habbâb Ýbn Eret, Ammar Ýbn Yâsir, Suheyb… (radýyallahu anhüm ecma‘în) bunlardandý. [2]
Hýra (Nûr) Daðýnda baþlayan bu nûr, asýrlar boyu binlerce fedakâr mü’minlerin verdiði hizmetlerle, dalga dalga cihaný kapladý…
Ýnsanlýða geçek sevgi nedir, rahmet nedir, adalet nedir, yarýnlara güvenle bakmak, gönül huzuru duymak nedir, insanlýk ve kardeþlik nedir?… o öðretti.
Geldi, bizleri de nûruyla kuþattý, çerçevesi içine aldý. Rabb’imize sonsuz hamdediyoruz.
Ne yazýk ki ürpertici günler yaþamaya baþladýk. Hýra’da baþlayan Ýslâm nûru hakkýnda yanlýþ bilgiler verilmeye, görüntüleri çarpýtýlmaya, güzellikleri perdelenmeye, zihinlerde onunla ilgili korkunç ve ürkütücü izler býrakýlmaya çalýþýlýyor. Hakka giden yollara set çekmek için planlar yapýlýp uygulanýyor.
Ýslâmýn emrettiklerini kötü, yasakladýklarýný iyi ve çaðdaþ gösterme gayretleri gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Ýblis uðruna yapýlan bu gayretlere hayretler ediyoruz…
Allah Rasûlü (s.a.v.);
“Ýslâm garib olarak baþladý. Baþladýðý noktaya, yine baþladýðý gibi garib olarak dönecektir. Müjdeler olsun gariplere, garipliðe talip olanlara!”[3] buyuruyor.
Sanki garipliðin ayak seslerini duyar gibiyiz. Ýblis uðruna yapýlan çalýþmalarýn, gayretlerin ve bu gayretlere karþý gösterilen gafletlerin sonucunda her karýþ topraðý þehitl kanlarýyla yoðrulan, her beldesi tekbir sesleriyle fethedilen, minarelerinden Ezan-ý Muhammedî sadâlarý dökülen bir ülkede garipliði, boynu büküklüðü yaþar olduk…
Hayatýn bu acý ve burukluklarýný yaþarken; “Acaba Allah Rasûlü’nün haber verdiði gariplik geldi mi?” veya “Geliyor mu?” dediðimiz oluyor. Sonra aklýmýza müjdeler geliyor, bu sefer; “Daha kazanacaðýmýz zaferler var!” diyerek ümitleniyoruz.
Ümidimize, emelimize raðmen gariplik hissi dolu, acý dolu, aydýnlýk görünümündeki karanlýkla örtülü, yarýnlara güven vermeyen… günlerin içinde olduðumuzu biliyoruz. Hayra ve güzelliklere hasret gözlerle ufuklarý süzer olduk…
__________________________________
1 Buhârî, Bed’ü’l-Vahy (Umdetü’l-Kârî 1/ 51-52) Ayrýca bak: Sahîh-i Müslim, Îman, (1/ 139-145) * Baþ tarafýný zikrettiðimiz bu hadis, vahyin nasýl baþladýðýný anlatan uzunca bir hadistir ve bir çok hadis kaynaðýnda yer almaktadýr.
1 Vahy Baþlangýcý ile ilgili daha geniþ bilgi için bak:
Sahîh-i Buharî, Bed’ü’l-Vahy (Umdetü’l-Kârî, 1/ 51-76),
Sahîh-i Müslim, Îman (1/ 139-145)
Sîretü Ýbni Hiþam, (1/ 233-255), El-Bidâye ve’n-Nihâye, Ýbn Kesîr (3/3-18)
El-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Ýmam Kurtubî (19/ 59-61, 20/ 118-122)
Muhtasaru Tefsiri Ýbn Kesîr (3/ 567-568, 656)
Es-Sîretü’n – Nebeviyye (s. 99-104)
* Bu konu, baþvurulacak her siyer ve Ýslâm tarihiyle ilgili kitabta bulunabilecek bir konudur.
[3] Hadisi Müslim, Ebu Hureyre’den (r.a.) Sahîh’inde Kitâbü’l-Îman’da rivâyet eder. Hadis, Tirmizî’de de ayný lafza yakýn bir lafýzla yer alýr.