Bu þuur insanlar arasýnda yayýldýðýnda, gerçek saadet devirleri yaþanmýþ, hayata huzur ve saadet hakim olmuþtur. Yeryüzünde bereket artmýþ, ilim, irfan yaygýnlaþmýþ, insanî deðerler yerli yerini bulmuþtur.
Ýbadet þahsý arýndýrýr, basîreti artýrýr, insaný çirkinliklerden korur.
Çocuklara küçük yaþlardan itibaren ibedet duygusu aþýlanmalý, bilgisi verilmelidir.
Namaz, insaný Rabbine yaklaþtýran, onun rýzasýný celbeden ibadet ve tâattan biridir. Onunla baþlayarak ibadetler üzerinde duygu ve düþüncelerimizi paylaþmaya ihtiyaç olsa gerektir.
Namaz
Ýbâdet deyince ilk akla gelen de þüphesiz namazdýr. Günde beþ vakit olarak farz oluþu sebebiyle de en çok edâ edilen ibâdettir. Mü’mine günde beþ kere Rabbinin huzuruna durma, gönlünü temizleme, manevîyatla doldurma imkaný verir. Allah Rasûlü’nden(sav) namazýn saðladýðý gönül temizliðiyle ilgili olarak þöyle bir hadis gelir. O, sahabelerine sesleniyor:
“Sizden birisinin kapýsýnýn önünde akýp giden bir nehir olsa, o kiþi de bu nehirde günde beþ defa yýkansa, üzerinde herhangi bir kir kalýr mý?
Sahabeleri; “Kalmaz,” diye cevap veriyorlar.
Onlardan bu cevabý alýnca þöyle buyuruyor: “Namaz da bunun gibidir. Allah onunla hatalarý siler, yok eder.” [2]
Hem Sahih-i Buharî’de, hem de Sahih-i Müslim’de yer alan bu rivâyet Ebu Hureyre’den gelir. Müslim’in, Câbir Ýbn Abdullah’tan(ra) naklettiði bir baþka rivâyet, ayný mânâyý biraz deðiþik lafýzla vurgular:
“Beþ vakit namaz, sizden birisinin kapýsýnýn önünden akan ve o insanýn her gün içinde beþ kere yýkandýðý gür ve berrak bir nehre benzer.” [3]
Çocuklar küçük yaþlardan itibaren anne ve babalarýný, kendileriyle birlikte olduðu diðer büyüklerini namaz kýlarken gördükçe heves edecekler, onlarý taklit etmeye çalýþacaklar, onlar gibi rükûya, secdeye gideceklerdir. “Allahu Ekber!” diyecekler, belki de Allah Rasûlü’nde olduðu gibi namaz kýlanýn sýrtýna çýkmaya çalýþacaklar, ayaklarýnýn arasýndan geçeceklerdir. Böylece namazla tanýþacaklar, onu benimseyecekler, onu büyüklüðün, büyümenin bir alâmeti sayacaklar, giderek þuuruna ereceklerdir.
Hikmet sebeplerinden birisi de bu olsa gerektir ki Allah Rasûlü(sav); “Namazlarýnýzdan bir kýsmýný evinizde kýlýnýz. Onlarý kabirlere çevirmeyiniz,” [4] buyuruyor.
Câbir’den(ra) gelen bir hadis-i þerifte farklý vurgular vardýr: “Sizden biri, camide namazýný kýldýktan sonra, namazýndan bazýlarýný da evinin nasibi olarak ayýrsýn. Allah bu namaz sebebiyle evinde hayýrlar lütfeder.” [5]
Ýçinde Allah’ýn zikredildiði, Ýslâm nûruyla aydýnlanan evlere olan ihtiyacýmýzý dile getirmiþtik. Kur ân tilaveti ve namaz evlerin nûr ile dolmasýna en güzel vesilelerdir.
Çocuðu namaza alýþtýrmak için ayrýca gayret ve sabýr gerekebilir. Anne, baba bu sabrý ve sebatý göstermeye hazýr olmalýdýr.
Rabbimizin Rasûlü ne, onun þahsýnda hepimize hitap ettiði þu emr-i celîline dikkat ediniz ve taþýdýðý mânâ derinliði üzerinde iyi düþününüz:
"Âilene namazý emret; kendin de bütün titizliðinle onu edâya sabret." (Tâhâ 20/ 132)
Âyet-i kerîmeyi tek cümle içinde ancak bu kadar meâllendirebiliyoruz. Ancak âyette geçen "ýstabir" kelimesi üzerinde birkaç cümle ile de olsa durmak zorunda olduðumuzu biliyoruz.
Bu kelime, sabýr ile ayný kökten olsa bile dilimizde sadece "sabret" diye ifade edilemez. Onun için baþýna "bütün titizliðinle" ifadesini yerleþtirdik. Bunun da yeterli olduðunu zannetmiyoruz. Çünkü "ýstýbar" kelimesi, Ýbn Atâ nýn da iþaret ettiði gibi sabýr çeþitlerinin en þiddetlisi, en aðýrý, en fazla mücadele isteyenidir.[6] Sadece diþini sýkýp bir, iki kereliðine sabýr deðildir. Devamlý mücadele vererek hedefi gerçekleþtirmek için sabýr ve sebat göstermek, býkmamak, yýlmamak demektir. Yapýlan ve devam edilen iþin ehemmiyetine inanarak, azmi elden býrakmadan üzerine çalýþmak demektir.
Dolayýsýyla âyet-i kerîmede bize emredilen sadece ailemize namaz kýlmayý öðretmek veya emretmek deðildir. Önce kendimizin en güzel þekilde etmemiz, âilemize örnek olmamýzý ve onlarýn da namazý ikamesi için mücadele vermemizi emrediyor.
Bu ayet-i kerîmenin indiriliþinden sonra Allah Rasûlü nün(sav) her sabah damadý Hz. Ali ile kýzý Fatýma nýn kapýsýna varýp onlarý namaza kaldýrdýðý, "-Namaz!" diyerek onlara seslendiði nakledilir.[7] Hz. Ömer in de ev halkýný gece namazý için kaldýrdýðý kaynaklarýmýzda yer alýr.[8]
Yaþanan hayatýn içinde ifade etmeye çalýþýrsak; sabahýn seher vaktinde, uykularýn en tatlý olduðu devrelerde namaz için kalkmamýz, günü erken ve bereketli vaktinde hayata ibadetle baþlamamýz, âile fertlerimizi kaldýrmamýz, üþengeçlik gösteriyorlarsa onlarý uyandýrmanýn ve namazlarýný edâ ettirmenin hoþ, güzel üsluplarýný bulmamýz, uykunun aðýrlýðýna, nefsin karþý koyuþuna, onlarýn ihmallerine hep göðüs gerip sabretmemiz, onlar arzu edilen þuuru yakalayýncaya, namaza kalkmaya alýþýncaya, beden saatleri ibadete göre þekilleninceye kadar bu sabr ve sebatý sürdürmeye devam etmemiz emrediliyor. Diðer namazlarda da bu mücadelenin benzerini sergilememiz, her durumda hem kendimiz, hem de âilemiz için azmimizi, þevkimizi, gayretimizi yitirmememiz isteniyor.
Namaz, sadece hatalarý temizlemez, insaný da yüceltir, ona iman safiyeti verir, duygularýný berraklaþtýrýr, ahlâkýný güzelleþtirir, çirkinliklere düþmesine engel olur.
Zikr-i Hakîm’de þöyle buyurulur:
“Kitaptan sana vahyedileni oku. Namazý hakkýyla edâ et. Þüphesiz namaz, fuhþiyattan ve kötülükten alýkoyar. Allah’ý zikr ne büyüktür. Allah yaptýklarýnýzý her yönüyle bilir.” (Ankebût Sûresi, 29/ 45)
Namaz iman nûru ile dalâlet karanlýðý arasýndaki perdedir.[9] Namaz mü’minin mirâcýdýr.
Allah Rasûlü’nün küçük yaþlardan itibaren çocuklara ibadet ve mescid sevgisi aþýlanmasýný arzu ettiði, hem sözlü, hem de fiili hadislerinden açýk ve net olarak anlaþýlmaktadýr. Onlarý mescide getiriþi, mescide geliþlerinde hoþ karþýlamasý, onlara yakýn ilgi gösteriþi, yedi yaþýna gelen ve artýk tam bir eðitim devresine giren çocuklara namaz kýlmalarýnýn emredilmesini istemesi bunun misallerindendir.
Nitekim bilinen ve günümüzün özenti ve zayýflýklarý sebebiyle sýkça tartýþýlýr hale getirilen bir hadis-i þerifte Allah Rasûlü(sav) þöyle buyurur:
"Yedi yaþýna geldiklerinizde çocuklarýnýza namazý emredin. On yaþýna geldiklerinde gerekirse dövün ve yataklarýný birbirinden ayýrýn." [10]
Yedi yaþýna gelen bir çocuk, önceden de zikredildiði gibi normal þartlarda eðitim ve öðretim için en uygun çaðdadýr. Bu yaþtan on yaþýna kadar çocuða namaz öðretilmesi ve namaz kýlmaya alýþtýrýlmasý için üç yýl vardýr. Gayret eden bir anne-baba için üç yýl çocuða sevdirerek namaz öðretmek ve onu namaza alýþtýrmak için basite alýnamayacak bir zaman dilimidir. Bu yýllar çocuðun alýþkanlýklarýnýn oturmaya, iradesinin giderek güçlenmeye baþladýðý devredir. Ergenlik, dolayýsýyla mükellef olma yaþý giderek yaklaþmakta, fizîkî geliþme de hýzlanmaktadýr. Artýk namaz konusunda kaybedilecek zaman yoktur. Namaz kýlmamakta direnen, gevþek davranan veya ihmal eden çocuða artýk küçük yaþlardaki kadar hoþgörülü davranýlamaz. Çocuk bu konuda ebeveyninin kararlýlýðýný hissetmeli, kendisine sayýsýz nimetler bahþeden Rabbine ibadette kusur göstermemelidir. Çocuðunun bu gününü, yarýnýný, ebedî hayatýný düþünen anne-baba bu konuda ihmalkâr olmamalýdýr.
Yemesi, içmesi, okumasý, hak ve hukuka riâyeti nasýl son derece önemli ise bu da en az onlar kadar önemlidir. Hatta buna dikkat etmeyenin, diðer vazifelerinde de ihmalkâr davranacaðý, kusur göstereceði açýktýr.
Biz çocuðumuza hayatýn gerçeklerini anlatmaz, ona hayata atýlmadan önce doðru ve yanlýþlarý, olabilecekleri ve olamayacaklarý öðretmezsek hayatýn bunlarý ona daha acý öðreteceði kesindir. Ýþte o zaman biz çocuðumuza zulmetmiþ, insafsýzlýk etmiþ oluruz. Biz ona Rabbine ibadet þuurunu aþýlamaz, dolayýsýyla onun ebedî hayatýný karartýrsak iþte o zaman merhametsizlik, düþüncesizlik ve kötülük etmiþ oluruz.
Rabbimizin; "Ey iman edenler kendinizi ve âilenizi Cehennem ateþinden koruyun,” (Tahrim, 66/ 6) buyruðunu unutmayýnýz.
Kendimizi ve âilemizi ateþten korumak istiyorsak gerçek þefkat ve merhametin ne olduðunu idrak etmeliyiz.
Oruç
Oruç da namaz gibi bedenî ibadetlerdendir. Namazla birleþince daha da mânevî bir atmosferin insaný kuþatmasýna ve farklý güzelliklerin yaþanmasýna vesile olur. Ramazan ayýnda manevî duygularýn daha farklý boyutlarda yaþandýðý bilinen bir gerçektir.
Oruçta nefse, iþtihalara ve þehvete hükmetme dirayeti, muhtacýn halini hissetme hikmeti daha açýktýr. Onda insan oðlunun bir lokma yiyeceðe, bir yudum içeceðe bile muhtaç olduðu, insanýn güç ve kudreti, makam ve mevkisi ne olursa olsun bunlarsýz edemeyeceði, acizliði, Rezzâk olan Allah a muhtaciyeti, bütün bu gerçekler zihne naklediliþi vardýr.
Bir hadis-i kudsîde orucun farký þöyle zikredilir: "Ademoðlunun her hayýrlý ameli katlanarak mükâfât alýr. Ýyilikler on katýndan yediyüz katýna kadar karþýlýk bulur.
Ancak oruç farklýdýr. O bana aittir, onun mükâfâtýný ben takdir edip vereceðim. Çünkü oruçlu mü min þehvetini, iþtahýnýn çektiklerini, yiyeceðini benim için terkeder.
Oruçlu için iki sevinç aný vardýr: Orucunu bitirip iftar ettiðinde yaþadýðý sevinç aný ve Rabbiyle karþýlaþtýðý o gündeki sevinçli aný.
Oruçlu bir insanýn oruç sebebiyle aðzýnda meydana gelen koku, Allah katýnda misk kokusundan daha güzeldir." [11]
Oruçta, Allah rýzasý için arzulara gem vurmak ve sabretmek vardýr. Onda fakirin, muhtacýn halini anlayýþ, açlýk duygusunun nasýl bir duygu olduðunu tadýþ, aç uyumak zorunda kalan insanlara merhamette canlanýþ vardýr. Nitekim Ramazan ayýnda bunun gönüllerde býraktýðý tesiri, insanlarda canlanan iyilik yapma, infakta bulunma arzularýný daha açýk ve net bir þekilde görüyor, hissediyoruz.
Çocuðun oruca alýþmasýnda hem iradesini güçlendirme, nefse hakimiyetini artýrma, hem de açlýða susuzluða katlanmanýn, bu nimetleri bize bahþeden Rabbimiz uðruna olduðu þuurunu elde etme vardýr.
Bunlara ek olarak sonraki yýllarda yâd edeceði, kendisi gibi oruca baþlayan, alýþmaya çalýþan çocuklarýna, torunlarýna veya yakýnlarýna aktaracaðý tatlý hatýralarý vardýr. Ýftar saatini iple çekiþler, iyice acýkýnca mutfaða girip çýkarak annenin iftar için neler hazýrladýðýný gözden geçiriþler, onlarý nasýl yiyeceðini hayal ediþler, canýnýn çektiði þeyleri dile getiriþler, bazen oruçlu olduðunu unutuþlar, bakkaldan iftar için ekmek alýp gelirken farkýnda olmadan açlýk duygusuyla ucundan koparýp yiyiþler, Ramazan topunun atýþýný kapýda bekleyiþler, anneye, babaya oruçla ilgili sorulan sorular ve daha neler neler.
Çocuklar büyüklerinden bu tür hatýralarý dinlemekten, onlarýn da çocuk olduðu günlerin varlýðýný, çocukça davranýþlarýnýn olduðunu duymaktan hoþlanýrlar. Bu hatýralarýn paylaþýlmasý büyüklerle küçükler arasýnda yakýnlýðýn doðmasýna vesîle olur.
Hatýralar yaþanmalýdýr ki anlatýlabilsin, paylaþýlsýn.
***
Hacc
Hacc ise çok farklý bir ibadettir. Masraflý ve meþakkatlidir. Tesiri de o derece güçlüdür. Küçük yaþlarda Beytulah a varmak, büyük neticelerin elde edilmesine vesile olacaktýr…
Çocuk yaþlarýnda hacc ile ilgili bir hatýrasýný Sâib Ýbn Yezîd(ra) anlatýyor: “Babam beni Allah Rasûlü’yle birlikte yapýlan Vedâ Haccýna götürdü. Bu sýrada yedi yaþlarýndaydým.” [12]
Allah Rasûlü(sav) sadece bir kere hacc yapma imkaný bulmuþtur. Mekke’nin fethinin ikinci yýlýnda yapýlan Vedâ Haccý onun ilk ve son haccý olmuþtur. Bu haccý sýrasýnda kafilesinde çocuklar da bulunmuþ, yaþadýklarý hatýralarý birer hazine gibi saklamýþ, sonraki nesillerle paylaþmýþlardýr. Bunlardan biri de yukarýda adý geçen Sâib’tir. O, her çocuða nasip olmayan, gerçekten iftihar edilecek hatýrasýný sonraki yýllara taþýyanlardan biridir.
Bir baþka hatýrayý ergenlik çaðlarýna yaklaþtýðý günlerde hac kervanýna katýlan Abdullah Ýbn Abbas’tan(ra) dinliyoruz. O, kendisiyle ilgili olmayan farklý bir hadiseyi bizlere anlatýyor:
"Hac yolculuðu sýrasýnda Ravhâ denilen yerde Rasûlullah(sav) Eefendimiz bir kafileyle karþýlaþmýþtý. Bu kafilede bulunan bir kadýn karþýlaþtýklarý kiþinin Allah Rasûlü(sav) olduðunu öðrenince, çocuðunu bineðinin üzerinde duran Rasûlullah’a doðru kaldýrarak; -Bunun için de hac var mýdýr? diye sordu.
Rasûlullah(sav); “Evet, senin için de ecir vardýr,” buyurdu [13]
Ayný hadiseyi Câbir Ýbn Abdullah(ra) farklý kelimelerle dile getirir: "Rasûlullah(sav) Efendimiz vedâ haccýnda, bineðinin üzerindeydi. Bir kadýn küçük bir çocuðu Allah Rasûlü’ne doðru kaldýrarak; -Bu haccedebilir mi? diye sordu. Efendimiz; -Evet, sen de ecir alýrsýn, buyurdu. [14]
Allah Rasûlü’nün iþaret ettiði “ecir alma", ayrýca üzerinde durulmaya deðer bir noktadýr. Çocuklar yaþlarý küçük olsa da, yani henüz mükellef olmasalar da ibadet edebilirler. Onlarýn ibadetlerine vesile olan, onlara ibadet için imkan hazýrlayan, ibadet etme sevgisi aþýlayan, çocuklarý ibadet etsin diye maddî, manevî külfetlere katlanan mü minler, bu samimiyetleri, bu davranýþlarý, niyetleri ve gayretleri sebebiyle ecir alýrlar.
Bu duyguyu taþýyan, yavrusuna namaz için abdest aldýrmaya gayret eden, onlarýn küçücük ellerini ve ayaklarýný yýkayan, namaza dururken ellerini üst üste koyarak baðlayan, nasýl baðlanacaðýný gösteren, Ka‘be’yi tavaf ederken onu omuzlarýnda taþýyan, onlara Hacerü l- Esved e selâm verdiren anne-babalarý görmek ne kadar gönle hoþ görünüyor... Elbette ki bunun ecrini alacaklarýna inanýyoruz.
Bu satýrlar da o ümitle kaleme alýnýyor.
Yaþ büyüdükçe irade güçlenir, þuur artar. Anne-baba ve büyüklerin de çocuðun yaþý büyüdükçe daha dikkatli olmalarý, çocuklarýnýn ibadetleri konusunda daha hassas davranmaya baþlamalarý gerekir. Çünkü mükellefiyet çaðý yaklaþmaktadýr. Lehte ve aleyhte her þeyin kayda geçtiði bu çað gelmeden çocuðun ibadeti artýk uurlu bir alýþkanlýk haline getirmesi gelmelidir.
__________________________________________________________________________
[ 1] Sünen-i Ebu Davud, Salât (1/ 335). Hadis, isnadý hasen olan bir hadistir. (Camiu l-Usûl Fî Ahâdîsi r-Resûl 5/ 188).
[2 ] Sahih-i Buharî, Mevâkîtü’s-Salât (4/ 157), Sahih-i Müslim, Mesâcid (1/ 462-463).
[3] Sahih-i Müslim, Mesâcid (1/ 463).
[4] Sahih-i Buhârî, Salât (3/ 447), Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 538-539).
[5] Sahih-i Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn ( 1/ 539).
[6] Tenvîru l-Ezhan min Tefsîr-i Ruhu l-Beyan (2/ 451).
[7] El-Câmi li Ahkâmi l-Kur ân, Kurtubî (11/ 263).
[8] El-Câmi li Ahkâmi l-Kur ân, Kurtubî (11/ 263).
[9] Sahih-i Buharî, Bedü’l-Halk (12/ 271-272) ve Fedâil (14/ 5-6) Sahih-i Müslim, Ýman ( 1/ 146-147), Sünen-i Tirmizî, Ýman (5/ 13).
[10] Sünen-i Ebu Davûd, Salât (1/334, Hadis No: 495). Hadisin isnadý hasendir. (Câmiu l-Usûl Fî Ahâdîsi r-Resûl 5/ 187).
[11] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 29), Sahih-i Müslim, Sýyam ( 2/ 807).
[12] Sahih-i Buharî, Hac (8/ 404),Sünen-i Tirmizî, Hac (3/ 265?) “Hadis, hasen sahihtir,” der.
[13] Sahih-i Müslim, Hac (2/ 974), Sünen-i Ebu Davûd, Menasik (2/ 352-353).
[14] Sünen-i Tirmizî, Hac 83 (3/ 265). Hadis için “ðarîb” demiþtir.