Dün gibi hatýrlýyorum. Dersten çýktým. Teneffüste bir çay içeyim derken, “ziyaretçiniz var” dediler. Baktým bizim eski arkadaþlarýmýzdan birisi. Üstadýn vefatýný ve cenazenin Fatih camiinde kýlýnacaðýný, müteakiben Eyüp Sultan’a defnedileceðini söylerken kelimeler âdeta boðazýnda düðümleniyordu. Okuldan izin verilmemesine raðmen Fatih’e nasýl geldiðimizi, O mahþerî kalabalýðý, eller üstünde (ufak-tefek olaylara raðmen) polis kontrolünde Eyüp Sultan’a yürüyerek ne þartlar altýnda geldiðimizi, Üstad Necip FAZIL’ý Abdülhakim Arvasî Hazretlerinin eteðine defnettiðimizi sanki dün gibi hatýrlýyorum. Cenazeden sonra gönül dostlarýyla “Üstadla Hatýralar” bahsiyle uzun sohbetlerimizi, bize kazandýrdýklarý “öz güven”i heyecanlarýmýzý, imanýn bedel istediðini, her Müslümanýn bu bedeli ödemesi gerektiðini, kendisinin her türlü dünya nimetlerine; hapis hayatý ve iþkenceyi tercih ettiklerini, “imtihan dünyasý”nýn her çeþidine hazýr olunmasý gerektiðini, dâvâ adamlýðý” þartýný taþýyan bir adamdan nasýl korkulduðunu yaþanmýþ misallerle anlatmýþtýk birbirimize.
67-68’lerde Ortaokula giderken “Büyük Doðu” dergileriyle tanýþtým. Daha sonra konferanslarý, çeþitli gazetelerde yazdýðý makaleleri, yazý dizileri, kitaplarý… Bir diðer Üstad Sezâi KARAKOÇ’un “Diriliþ”i bizi o günlerde anne sütünü emen çocuklar gibi besliyordu. Zamanýnýn en güzel fikir ve sanat dergisi idi Büyük Doðu. Sahaflarý dolaþmamýz eski sayýlarýný temin için yapýlan pazarlýklar… Dönüþ paramýz kalmadýðý için eve yaya dönüþler, vs. Her sayýsýný incelerken “aþaðýlýk kompleksi”nden kurtulduðumuzu hissediyor, din düþmanlarýna karþý mücadeleye hazýrlanýyor, meþrû zeminde bilgili ve kültürlü yetiþerek muhataplarýmýzý susturuyorduk. Zamanla bu dergi fikrî mücadelenin kavga dergisi oldu. Eski sayýlarý bize “tarih þuuru” veriyordu. Meselâ; Bir sayýsýnýn kapaðýnda kocaman bir kulak resmi. Altýnda da þu yazý: “Baþýmýzda kulak istiyoruz.” Ýsmet Paþa’nýn dergiyi kapattýðýný ileriki sayýlarýndan anlýyoruz. Bakýyorsunuz bir baþka gün bir baþka kapak. Bir cennet ýrmaðý ve altýnda Yunus’un mýsrasýyla Anadolu’yu târif ediyor: “Þol cennetin ýrmaklarý akar Allah deyu deyu.” Bir baþka kapakta harikulâde güzel yüzlü bir kýz çocuðunun aðlayan resmi altýnda izahat: “Milletçe Aðlýyoruz.” Tabiî CHP’nin elinden.
Bir defasýnda yine Büyük Doðu’da, “Allah’a itaat etmeyene itaat olunmaz” hadîsini neþretmiþ ve tabiî kapatýlmýþtý.
Üstad, hayatýnýn aþaðý yukarý her þeyini Bâbýâli isimli kitabýnda büyük bir açýk kalplilikle, samimiyet içinde yazmýþtýr. Ruslarýn kültür ataþesi Mihailof ismindeki adamýn “Bize senin gibiler lâzým. Nazým’lar falan deðil. Komünist olsan Moskova’nýn yarýsýný verirdik” dediðini hatýrlayýnca, bugünün menfaatperestlerini, istismarcýlarýný, en küçük çýkar uðruna ezilip büzülen ‘ham yobaz kaba softalar’ýnýn hali, insaný dehþete düþürüyor. O DAVAsý için hapishaneyi, çileyi, zulmü, servete tercih etmiþti. Ýmanýnýn, davasýnýn bedelini ödeyen adamdýr Necip FAZIL. “Fikir suçu olmaz” diyenlerin hepsi onun hapishanede kalmasý için seferber olmuþlardý. Üstad bunlarý, “elimde kibrit çöpü kadar bir neþir organý olduðu zaman kuyruklarýný apýþ aralarýna sýkýþtýrarak kaçarlar” diye tarif ederdi. Muhataplarýnýn hepsi basýn mensubu olan bu adamlar basýn hürriyetini bir tarafa býrakarak Büyük Doðu’nun sayýlarýnýn toplatýlmasýna sebep olmuþlar, en azýndan göz yummakta mahzur görmemiþlerdir.
Yazý hayatýnda boþluk býrakmadý. Yazmadýðý saha kalmadý. Þiir yazdý, makale yazdý, köþe yazýsý yazdý, deneme yazdý, tarih tezi olabilecek incelemeler yazdý, Çok zekiydi, çok kabiliyetliydi; mürþidinin ‘keþke bu kadar zeki olmasaydýn’ sözünü sýk sýk naklederdi.
Konferanslar verdi, tiyatro eserleri yazdý, dinî-fikrî eserler yazdý, ilmihal bile yazdý! “Yazmaktan, düþünmekten; beynimiz, kalemimiz kan revan içinde.” Diyordu. Polemiklere, siyasi kavgalara girdi. Bütün bunlar, “sosyal mesele” alanýnýn her yerinde ‘bizde varýz’ý göstermek, inanan insanýmýzý aþaðýlýk duygusundan kurtarýp, ona özgüven aþýlamak içindi. Mâziye ait her þeyin hoyratça kundaklandýðý bir ülkede yangýndan mal kurtarýyordu. ‘Din-dil-tarih þuuru’na sahip insanýmýzýn yetiþmesinde hamurkârlýk yapmýþtý. Aydýn geçinen, bilim sahtekârlarýnýn elinde millî ve manevî deðerlerin ayaklar altýna alýndýðý, yücelerin cüce, cücelerin yüce gösterildiði o dönemde kalemiyle, kelamýyla bu güruhun karþýsýnda ‘Durun kalabalýklar, bu cadde çýkmaz sokak!’ diye haykýran bir devdi o. Yazýlarýný milleti ve dini uðruna savaþýr gibi yazdý. Bütün fýtrî hasletlerini DAVAsýnýn neþrinde harcadý. Basýnda, kültürel ve sosyal hayatýmýzda örnek alabileceðimiz tezahürlerini göstererek Müslümanlarý ümitsizlikten kurtardý. Necip Fazýl olmasaydý, insanýmýz her þeyden ümit kesip aþaðýlýk duygusuna kapýlacaktý.
Üstad Necip FAZIL’ý, “belirli günlerde anmak” deðil, “anlamak”týr önemli olan. Necip Fazýl anlaþýlamazsa, belirli günlerde “anma” ne ifade eder? Gönül arzu eder ki, yýllarýný mahkeme koridorlarýnda, hapishanelerde geçiren Necip Fazýl'ýn hayat ve hatýralarýný, yarýnlarýmýzý inþa etmek isteyen gençlerimiz bilsin, Üstad'ýn bütün eserlerini döne döne, düþüne düþüne okusunlar. Bu sayede hem halimizi, hem mazimizi hem de dünyayý tanýrlar.