Ýnsan, tabii haklarýný kullanýrken içinde yaþadýðý toplumun mukaddeslerine dikkat etmeye mecburdur. Her arzu ve isteði yerine getirme, her istediðini yapmanýn adý hiçbir zaman ‘hürriyet’ olarak kabul edilemez. Bunlar tartýþýlmýþ, konuþulmuþ toplumu, felaketten felakete sürüklediði için de yaþayarak öðrenilmiþtir. Batýnýn ‘cins adamlar’ý Niçe’den Freud’a, Hegel’den Darvin’e Marks’tan J. Lock’a varýncaya kadar. Batý, hakikati bulmak için kan revan içinde kalmýþ, fikrin çilesini çekmiþ, yaþadýklarý süreçten ibret dersleri çýkarmýþ, kendine göre orta bir yol bulmuþtur. Bu noktaya gelirken de aðýr bedel ödemiþlerdir. Bizler ‘hakikat güneþi’ni görmemek için gözümüzü kapatýyor, Batý’nýn yaþadýðý süreci yaþamayý da Batýcý’lýk zannediyoruz.
Son dönem yaþanan olaylarý tahlil ettiðimizde hâlâ hürriyeti kullanýrken ‘kendi mukaddeslerimizi tahrip edip etmediklerinin muhasebesini bile yapmaktan âciz hale getirilen, dünyayý ve dünyalýðý putlaþtýran, bu anlayýþýn devam ettiðini görüyoruz. ‘Ne istiyorsam onu yaparým.’ þeklinde özetlenebilecek anlayýþ, nefislerin de hoþlanacaðý bu düþüncenin bir anda yayýlmasýnda elbette þaþýlacak bir þey yoktur. Herkes kendi baþýna bir devlettir âdeta. Ferdiyetçilik abartýlmýþ, Ýslam’ýn ruhu olan cemaat idraki aþaðýlara çekilmiþtir. Akýlcýlýk öne çýkmýþ, iman sahibi insanlar bile âyet ve hadislere karþý cüretkârane bir dille ‘bana göre’ diyerek karþýlýk verebilmiþlerdir. Liberal kafa, iþi sonunda hadislere ve âyetlere dil uzatmaya götürebilmiþtir. Liberalizmin içimize sýzmasýný, siyonizme yýkmanýn bir kurtarýcýlýðý yoktur. Evet, baþý çeken güruh onlardýr. Pek çok fitne gibi bunun da baþýdýrlar. Fakat bizim de bid’atlerde sakýnca görmeyen anlayýþýmýzýn bedelini kabullenmemiz gerekiyor. Ýbadeti ve kulluðu kalplere gömüp, siyaseti ve ticareti dinin dýþýnda gören anlayýþa karþý sessizliðimizin akýbetini baþkalarýna yüklememiz doðru mudur? Emri bilmaruf ve nehyi anilmünkeri hocalarýn vazifesi olarak gören tutumumuzun vebali yok mu? Bu din, sadece camilerin dini deðil, hayatýn dinidir. Ýçimize sýzan liberalizm ve onun yavrularý olan bencillik, ‘ben’ eksenli hayat anlayýþý, putlaþan dünya nimetleri, zevklerin ilahlaþtýrýlmasý, insanýmýzý inandýðý gibi yaþayan deðil, yaþadýðý gibi inanan bir yapýya götürmüþtür. Demokrasiyi Ýslam ile kýyas, hatta Ýslâm’ý demokrasiye göre deðerlendirme. Bütün bunlar küfre giden yolun adýmlarýdýr.
Mü’min, Allah’ýn dostlarýný dost, düþmanlarýný da düþman bilir. Onlar Allah’a düþmanlýk yaptýklarý sürece onlarla muhabbet gösterisi içinde olmaz. Çünkü hem Allah’tan yana olmak hem de O’nun düþmanlarýna el uzatmak aklýn kabul edeceði bir tavýr deðildir. Bu olsa olsa münafýklýk hastalýðý olur. Bu sebeple Mü’minler, Peygamberimiz zamanýndan beri iki bloklu bir dünyada yaþadýlar: Mü’minler ve mü’min olmayanlar. Küfrün Ýslam düþmanlýðý aynýdýr. Kýlýk kýyafetten yemeye içmeye, konuþmadan örfe kadar her þeyde ‘iman farký’ olmasý gerekirken bu fark gitgide erimektedir. Bu erime, mü’min olmayanlarýn mü’minlere yaklaþmasý þeklinde olsaydý mesele yoktu. Mü’mindeki müdahane, aþaðýlýk kompleksi, Mü’mini akidede benzeþmeye yahut akidedeki farklarýn eritilmesine götürmüþtür.
Mü’minin kapasitesi, deðil insan nevinin tamamýný kuþatmak, meleklerin ve cinlerin hatta bütün hayvanatýn yer bulabildiði bir kapasitedir. Fâni dünyanýn fâni kârlarý veya zararlarý diye baktýðý olaylara takýlýp kalmaz. Ufku geniþ, göðsü geniþ biridir o. Dertlilerin derdi onun derdini abartmaz. Çare bulur, üretir. Mü’min Âdem’in çocuðudur; beþer standartlarýnda yaratýlmýþtýr ama yüksekleri hedeflediði, ebedîliðin peþinde koþtuðu için kýsýr döngüye dönüþen meselelere takýlýp kalmaz. Mü’min, kýyametin koptuðunu görse bile elindeki fidaný dikecek kapasitede heyecanlý ve istikrarlý iþlerin sahibidir. Mü’min, ‘Allah’ýn rýzasýndan aþaðý’ hiçbir þeyde mutmain olmayan bir seviyenin sahibidir. Üretken, imkânlardan en üst seviyede istifade eden, yoklarý varlaþtýran, çevresine rengini vuran bir anlayýþla bakar hayata. Asla toplumun seviyesinde kalmayý kabullenemez; güdülenler arasýnda bir güdülen olamaz. Sürü deðil, þahsiyettir. Ekonomik imkânlarýný geliþtirmek için çareler araþtýrdýðý gibi kimliðini üstün tutmak, imanýn farkýný yansýtmak için de devamlý bir arayýþ içerisindedir. Ýþ bitirir, iþ görür. Mü’minlerle mü’min olmayanlar, bir toplumun içinde beraber yaþayabilirler. Bunun dinî bir engeli yoktur. Ýman gibi bir fark, onu taþýyanla taþýmayan arasýnda hayatýn içinde görülebilecek kývamda deðilse Allah’ýn bizden beklediði iman olmaktan uzaktýr. Ýman ve imansýzlýk iki ayrý cephenin sembolüdür. Sevmemekle düþmanlýk yapmak, veren olmakla alan olmak, sosyal iliþkiler içinde olmakla onlarýn kültüründe erimek arasýndaki çizgiyi koruyamamanýn sýkýntýsýný yaþýyoruz. Hatta kültürle akide, ibadetle onlarýn hayat tarzý, ticaretle sömürülme karýþmýþ, bir hercü merc hali yaþanýr hale gelmiþtir.
Kur’an- Kerim’deki üç misal nesillere iyi öðretilmelidir. Bu üç örnek, küfre karþý en vakur duruþu sergilemekle bize her hal ve þartta yaþanýlan bir dinimizin olduðunu da hatýrlatmaktadýr. Ýbrahim aleyhisselamýn babasýnýn da bulunduðu bir sisteme ve kitleye karþý imani duruþu. Ashabý Kehf’in içinde bulunduklarý sarayýn debdebesine raðmen þirke karþý imandan yana sergiledikleri büyük duruþ. Firavun gibi bir zalime karþý tek baþýna direnç gösteren Âsiye.
Serveti imtihan aracý olan bir emanet deðil, mutlak bir mülkiyet olarak görenlere ‘dur!’ demeyecek miyiz? Cenneti dünyada arayan zavallýlara ‘ebedîyet’i hatýrlatmayacak mýyýz?
Gündemimizi düþmanýn belirlemesine müsaade edecek miyiz? Aðýr sýnavlardan geçerek Peygamberî çizginin temsilcisi olanlarýn verdiði mücadeleyi unutacak mýyýz? Zulme karþý sonu þahadetle biten direnmeler üzerine kafa yormayacak mýyýz? Onlarýn çektiði ýzdýrabý hissetmeyecek miyiz? Dünya nimetlerini elde etmek için sýnýr tanýmayanlara tavýr koymayacak mýyýz? Lüks-israf ve debdebe içindeki hayat tarzlarýnýn ‘dünyevîleþme hastalýðý’ olduðunu söylemeyecek miyiz? Ümmetin bugünkü halinin sancýsýný taþýmayacak mýyýz? Çeþitli makam-mevki vaadleriyle kandýrýlan, konumlarýný kaybetme korkusuyla, iman-amel-ihlas istikametini kaybedenlere, bugünkü ‘saltanat sarhoþlarý’na söyleyecek sözümüz yok mu? Ahlaksýz ve manasýz ‘cinnet uygarlýðý’nýn krizden krize sürüklediði insanlýðý bu krizden kurtaracak dâveti yapmayacak mýyýz? Teknolojinin, paranýn, þehvetin insanlýðýn dengesini bozduðu asrýmýzda yerinden koparýlan deðerleri yerine koymayacak mýyýz? Topraðýn yerini ziftin ve betonun aldýðý bir çevreye ‘fýtratýn rengini’ vermeyecek miyiz? Ýçimizdeki imanýn nuru önümüzdeki her türlü karanlýðý aydýnlatmaya yetecek. Yeter ki biz o ýþýðý tutmasýný bilelim. Usul ve üslup hatasý yapmayalým. Mazhar kýlýndýðýmýz nimetlerin farkýnda olup mü’min þahsiyet ve tavrý içinde olup mazeretlere sýðýnmayalým. Vazife ve mesuliyetimizin idraki ve þuuru içinde olalým. Umut Ümmeti olduðumuzu, evrensel sorumluluk taþýdýðýmýzý unutmayalým. Ýslam’la insaný buluþturmak ve Ýslam ile insan arasýna giren her türlü engeli kaldýrmakla mükellefiz.
Rabbimiz: “Hayra çaðýran, meþru ve iyi olaný teklif ve tavsiye eden, kötü ve yanlýþ olandan da sakýndýran, insanlýk adýna çýkarýlmýþ en hayýrlý Ümmet olduðumuz”u Âli Ýmran suresinde (3/104, 110) beyan buyuruyor. Keza Fussilet suresinde de “ Allah’a davet eden, dürüst ve faziletli davranan ve ‘elbette ben kayýtsýz þartsýz Allah’a teslim olanlardaným’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (41/33) buyurarak da bizlere vazifemizi hatýrlatýyor. Bizlere de amel etmek düþüyor vesselam.