Kur’an’da yer alan surelerden biri de Kehf (maðara) suresidir. Surenin giriþinde “Ashab-ý Kehf/Maðara Arkadaþlarý”ndan bahsedilir. Diðer kýssalarda olduðu gibi burada da olayýn nerede ve ne zaman gerçekleþtiði konularýnda herhangi bir bilgi verilmez. Neden? Çünkü Kur’an’ýn amacý tarih bilgisi vermek deðildir; aksine evrensel insani ve dinî özü, gerçekliði ortaya koymaktýr. Baþka bir ifadeyle insanýn insanlýðýna ve manevi yüceliþine katký saðlamaktýr.
Kýssayla Kur’an, muhataplarýna konuþma ve sohbet adabýný da öðretir. Çünkü o, insanlar arasýnda çokça yapýldýðý gibi, lüzumsuz tartýþmalara girmeyi, insana faydasý olmayan yahut delilsiz ve mesnetsiz polemiklere dalmayý uygun bulmaz. (Ýsrâ, 36.)Nitekim bu gençlerin maðarada ne kadar kaldýklarý ve sayýlarýnýn kaç kiþi olduðu konularýna girilmesi hoþ karþýlanmaz. (Kehf, 19, 22.)Aslýnda insanýn dünya ve ahiretine faydasý olmayan konulara girmesi, bir anlamda onun kendi kendisiyle yüzleþmeden kaçmasý anlamýný da ifade eder. Oysa Kur’an konuyu hep “insan”a getirir; iman ve ahlâk konusunda onun yaþadýðý zaaflara, sapma ve çeliþkilere dikkat çeker.
Kýssaya göre, bahsedilen bu gençler bir maðaraya sýðýnmýþlar ve Allah’a þöyle yalvarmýþlardý: “Ey Rabbimiz! Bize katýndan bir rahmet ver ve içinde bulunduðumuz þu durumda bize kurtuluþ ve doðruluða eriþmeyi nasip eyle.”(Kehf, 10.)Bu yakarýþlarýna karþýlýk Allah da onlarýn maneviyatlarýný desteklemiþ ve hidayetlerini artýrmýþtý. (Kehf, 13, 14.)
Yapýlan tefsirlerden, bu gençlerin baský ve zulmün egemen olduðu, inananlarýn bin bir çile ve ýstýraba maruz býrakýldýðý putperest bir toplumda yaþadýklarý anlaþýlmaktadýr. (Kurtubî, el-Cami’ li Akâmi’l-Kur’an, 1.bs. Beyrut 1408/1988, V, 233.)Onlar küfrün tasallutundan kendilerini koruyabilmek için bir maðaraya sýðýnýr ve Allah’ýn engin rahmetine iltica ederler. Týpký Firavun’un korkunç tehditleri karþýsýnda Allah’ýn af ve baðýþýna sýðýnan iman erleri gibi. (Taha, 72.)
Maðara Arkadaþlarý, þeref ve izzetin, yücelik ve kudretin mal makam, para pul, þan ve þöhrette deðil; yürekten Mevla’ya baðlanmakla gerçekleþeceðine inananlardý. Bu sebeple onlar, gönüllerindeki iman meþalesinin sönmesine razý olmadýlar, üç günlük dünya sevdasýna sonsuz cennetleri feda etmediler. Onlar peygamber deðillerdi, ancak peygamber tavýrlý aydýnlýk insanlardý, peygamberin tutuþturduðu tevhit ateþini gönüllerinde bütün sýcaklýðý ile yaþayan kimselerdi. Kaldý ki, yýldýrma ve saptýrmalara karþý soylu bir duruþ sergileyebilmek için illa da peygamber olmak gerekmiyordu; sadece hak ve hakikate baðlý onurlu bir insan olmak yeterliydi.
Ýþte bunun için Maðara Arkadaþlarý, aile, akraba, eþ dost hepsini terk ettiler, küfrün cehenneminden maðaranýn cennetine sýðýndýlar. Maðaranýn darlýðýnda ve karanlýðýnda imanýn geniþliði ve aydýnlýðýný buldular. Bütün geniþliðine raðmen yeryüzü onlara dar, bütün darlýðýna raðmen maðara onlara geniþ ve ferah geldi. Küfrün sýkýntýlý ve zor yaþamýndan imanýn huzur ve ferahlatýcý iklimine koþtular.
Seyyid Kutub’un ifadeleriyle, bu iman sayesinde “Dar sýnýrlar hemen kalkar ortadan, sert duvarlar çabucak incelir ve yumuþar. Ýnsanýn içini sýkan yalnýzlýk birden bire yumuþar ve hafifler. Ve bir de bakarsýnýz ki her yanda rahmet, her yanda incelik, her yanda huzur ve her yanda rahatlýk. Ýþte iman budur. Dýþ görünüþlerin ne önemi var? Þu insanlarýn yeryüzündeki hayatlarýnda aþina olduklarý deðerlerin, durumlarýn ve mefhumlarýn ne deðeri var? Bütün bunlarýn ötesinde imanla dolan, Rahman’la dost olan gönüllerde baþka bir âlem daha vardýr. Rahmetin, inceliðin, huzurun ve memnuniyetin gölge gölge serildiði bir baþka âlem daha.” (Seyyid Kutub, Fî Zýlâli’l-Kur’an, 17. bs., 1412/1992, IV, 2262.)
Adanmýþlýk ruhu, aslýnda genç-yaþlý, kadýn-erkek demeden nasibi olan herkes için bir þanstý, ancak gençlerde bir baþka þekilde tezahür ettiði de bir gerçekti. Çünkü gençlik, hayallerin, tutkularýn ve idealizmin yeþerip geliþtiði bir çaðdýr. Yeniliðe ve ileriye doðru atýlýmlarýn yapýldýðý, hayatýn gerçek anlamýnýn peþine düþüldüðü ve kendi kimliðini arayýp bulma çabalarýnýn yoðunlaþtýðý bir dönemdir. Gençler iyilikseverdir; çünkü kötülükleri tanýmamýþlardýr. Çabuk güvenip çabuk baðlanýrlar; çünkü aldatýlmamýþlardýr. Yüksek amaç ve hayalleri vardýr; çünkü koþullarýn sýnýrlayýcý etkisini öðrenmemiþlerdir. (Atalay Yörükoðlu, Gençlik Çaðý, 10. bs., Ýstanbul 1998, 20.)
Kur’an, peygamberlerle beraber hak yolunda mücadele eden nice Allah dostu bulunduðunu bizlere haber verir. (Âl-i Ýmrân, 146.)Ýþte bunlardan birisi de, Son Nebi’nin Medine’ye Ýslam’ý öðretmek üzere gönderdiði genç muallim Mus’ab b. Umeyr’di. Aslýnda o, þanslý bir gençti, çünkü birçok gence nasip olmayacak zengin bir aileye mensuptu. Ancak Hz. Peygamberle tanýþmasý onun hayatýnda dönüm noktasý oldu. Fakat bu, o kadar kolay da gerçekleþmedi; çünkü babasý ve annesi Müslüman olduðu için onu hapsettiler, dönmesi için baskýlara maruz býraktýlar. Ancak o, davasýndan vazgeçmedi; kendisini bekleyen debdebe ve þatafatlý hayatý elinin tersiyle itti ve bütün gönlüyle Son Nebi’ye baðlandý. Çünkü aradýðýný onda bulmuþ, âdeta kendisine yeni bir hayat bahþedilmiþti. Artýk uðrunda nefes tüketilecek, hatta hayat feda edilecek yüce bir davanýn mensubuydu. O, Medine’de kaldýðý sürece hep kendisi gibi hak ve hakikate sevdalý gönüller aradý, durdu. Sabrýný ve merhametini bütünüyle onlar için harcadý. Kapý kapý dolaþtý, kovuldu, azarlandý ama hiçbir zaman pes etmedi. Böylece Medine’de Ýslam’a gönül verenlerin, Son Nebi’ye kucak açanlarýn sayýsý hýzla çoðaldý. Neticede hicret gerçekleþti. Ardýndan Bedir ve Uhud savaþlarý geldi. Mus’ab b. Umeyr hep öndeydi, her iki savaþta da sancaktardý. Uhud’da þehit olup muradýna erdi. Savaþtan sonra þehitler defnedilirken, Son Nebi, yoksul bir kýyafet içindeki Mus’ab’ý yanýndakilere göstererek, onun bir zamanlar en güzel elbiseleri giydiðini, en güzel yemekleri yediðini fakat Allah ve resulü-nün sevgisini her þeye tercih ettiði söyledi. Nitekim Uhud’da þehit düþtüðü gün, bu genç için kendisini saracak bir kefen dahi bulunamamýþtý. Bedenini hýrkasýyla örtmeye çalýþtýklarýnda, baþýna çekince ayaklarýnýn, ayaklarýna çekince baþýnýn açýldýðýný, sonunda baþýný örttüklerini ayaklarýnýn üstüne de kokulu bir ot demeti konulduðu rivayet edilir. O, sonralarý ashap arasýnda hep bu dünyanýn cazibesini terk edip Allah yoluna kendini adamanýn sembol ismi olarak hatýrlandý. (Buhârî, “Cenâiz”, 27; “Meðâzî”, 17, 26; Müslim, “Cenâiz”, 44.)
Maðara Arkadaþlarý ve Mus’ab belirli zaman ve mekânda yaþamýþ olabilirler; ancak onlar bütün zaman ve mekânlarýn insanlarýydý. Çünkü onlar, bu âlem var oldukça devam edecek olan ölmez bir ruhu, rabbanileþme ruhunu temsil ediyorlardý. Çað ve coðrafyalar deðiþse de, hepsinde ortak, deðiþmeyen bir öz vardý: O da, kiþinin bütün benliði ile azamet ve kerem sahibi olan Allah’a baðlanmasý, O’nun yoluna kendini adamasý, hoþnutluðunu kazanmak için çalýþýp çabalamasýdýr.
|