Saðlýklý bir nesil için nikah þarttýr. Bunun için nikah, Ýslâm hukukunda medeni bir muamele olarak kabul edildiði gibi bir cihette de ibadet saymýþtýr. Çünkü Ýslâm dini, aile yuvasý kurmayý ve bu kurumun devamýna, saadetine hizmet etmeyi, kiþinin bütün hayatýný ibadete vermesinden efdal ve çok hayýrlý olarak kabul eder.(1) Hz. Adem'den beri devam eden ve cennette de devam edecek olan iki ibadetten biri nikâh, diðeri de iman olduðu beyan edilir.(2)
Þafiiler evliliðin alýþ-veriþ gibi dünyevî amellerden olduðunu ve ibadete girmeyeceðini söylerken, baþta Ýmam Ebu Hanife olmak üzere birçok âlim evliliði ibadetin bizzat kendisi saymýþlardýr. Hatta nafile ibadetlerden daha faziletli olduðu bile zikredilmiþtir.(3) Þafiiler, evlilik ibadet olsaydý kafirin yaptýðý evlilik sahih olmazdý þeklinde görüþlerini savunurken, Hanefiler ise, kafirin yaptýðý evlilik dünyada hayatýn devamýna yaradýðý için sahihtir. Zira mescid ve camilerin inþasý bir Müslüman tarafýndan yapýldýðýnda onun için bir ibadet sayýlýrken, kafirin yaptýðý ise ibadet sayýlmaz demektedirler. Bunun için iyi bir nesil yetiþtirmek ve nefsi korumak gibi bir çok maslahatý kapsamasý açýsýndan evlilik, ibadet hükmündedir denmiþtir.(4) Hz. Peygamber, hanýmýnýn aðzýna helal bir lokmayý koymayý dahi sadaka olarak nitelendirirken,(5) evliliðin ibadet hükmünde olduðuna iþaret etmektedir.
Hz. Peygamber'in eþ seçiminde özellikle gençlere þu tavsiyelerde bulunduðunu görürüz: "Kadýn dört þey için nikah edilir; malý, soyu, güzelliði ve dini; sen dindar olanýný seç ki elin bereket bulsun.”(6)Bir baþka hadiste de "Hadrâ-i dimen'den sakýnýn!" buyurduklarýnda sahabiler: "Hadrâ-i dimen nedir ya Rasûlallah" diye sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bataklýkta (kötü çevrede) yetiþen güzel kadýn” cevabýný verdi."(7)
Ýnsanýn yetiþmesinde çevrenin etkisi büyüktür. Bu yüzden evlenecek gençler dünyasýný ve ahiretini imar etmek istiyorlarsa, hayatlarýný birleþtireceði kadýnýn ailesine ve çevresine iyi bakmalýdýrlar. Yalnýz malýna ve güzelliðine bakarak eþini seçmemeli, bu konuda da Hz. Peygamber'in tavsiyesine uyarak evliliklerini ibadet hükmüne geçirmelidirler.
Nikah: Lügatta “eklemek, toplamak” veya “akid yapmak” manasýna geldiði gibi, Ýslâm hukukunda da “evlilik akdi” manasýnda kullanýlmaktadýr.
Hz. Peygamber: "Ey gençler topluluðu! Kim içinizden evlenmeye muktedirse evlensin. Çünkü gözü haramdan en çok saklayan, ýrzý en iyi muhafaza eden nikahtýr "(8) buyurarak, evliliðe teþvik etmektedir. Âlimler evlenmeye muktedir olmadan maksat, evliliðin külfetleri ve yükümlülükleridir demiþlerdir. Bu yükümlülüðün baþýnda da mehir ve nafaka gelmektedir.
Mehir: Sadak veya nihle de denilen bu mal, kadýnýn bedeli veya ondan istifade imkanýnýn karþýlýðý deðil, bir ömür boyu beraber yaþama arzusunun sembolik alameti veya hediye kabîlinden bir atiyyedir.
Çeyiz (cihâz): Evin eþyalarý, sergisi ve diðer malzemeleridir (mefruþat ve kapkacak gibi). Mâliki mezhebinde, mehirden aldýðý kadarýyla çeyiz kadýnýn üzerine vaciptir. Eðer bir þey almazsa yükümlü de deðildir. Ancak koca çeyizi üstlenmesini þart koþar veya örf kadýný cihâz ile yükümlü kýlarsa, çeyizi hazýrlamak kadýnýn üzerine borç olur. Hanefi mezhebinde ise çeyizde yükümlü olan erkektir. Âlimler kadýnýn giyimi ve nafakasýnýn vacip olmasý gibi, çeyizin de erkeðin üzerine vacip olduðunu belirtmiþlerdir. Verilen mehir ise çeyizin karþýlýðý deðildir. O bir armaðan ve hediyedir. O kadýnýn kocasý üzerine düþen bir haktýr.(9)
Mehir nikah için þarttýr. Kur'an-ý Kerim'de þöyle buyurulmaktadýr: “Kadýnlara mehirlerini cömertce verin. Eðer ondan gönül hoþluðu ile size bir þey baðýþlarsa onu afiyetle yiyin.”(10) Mehrin azami miktarý hususunda bir hudud yoktur. Rasûlullah devrinde, mehir olarak hurma bahçesinin bile verildiði olmuþtur. Asgari miktarý hususunda ulema ihtilaf etmiþtir. Hanefilere göre en az mihir miktarý on dirhem gümüþ olmalýdýr. Görüldüðü gibi mehir müessesesi son derece ciddi bir müessesedir. Kadýnlarýn haklarýnýn korunmasýna ve istikballerinin garanti edilmesine yöneliktir.
Hz. Ömer kadýnlara verilen bu mehrin azami miktarýný tesbit etmek niyetiyle bir cuma hutbesinde: “'Kadýnlara mehir verirken aþýrý gitmeyin...” deyince, cemaatten bir kadýn atýlarak: ''Ey Ömer, senin buna hakkýn yok. Zira ayet-i kerimede Cenab-ý Hak: “Birisine bir yük altýn vermiþ olsanýz bile, ondan bir þey almayýn”(11) buyurmuþtur, der . Hz. Ömer kadýna hak verir ve bu kararýndan vazgeçer.
Hz. Peygamber, yerine getirilmeye en ziyade layýk olan þart, ferçleri helal kýlmak üzere kabul ettiðiniz þartlardýr buyurmuþtur.(12) Âlimler burada uyulmasý gereken þartý nikahýn gerektirdiði þartlar olarak anlamýþlardýr. Mesela kadýna iyi muamele, nafakasýný, giyeceðini, süknasýný (kalacak yer ) temin etmek, kadýnýn haklarýndan hiçbir þey noksan kýlmamaktýr. Keza erkeðin kadýna: Ýzinsiz evinden dýþarý çýkmama, nefsini men etmeme, malýndan rýzasý çerçevesinde tasarruf etmeyi þart koþmasý gibi. Bunlar nikah akdinde hiç zikredilmese bile var kabul edilir.
Kadýnlarýn hayýrlýsý, kocasý yüzüne baktýðý zaman onu sevindiren, emrettiði vakit itaat eden, ayrýldýðý vakit malýný ve iffetini koruyandýr. Yine Hz. Peygamber: “Kadýnlarýn hayýrlýsý, yüzü güzel ve nikah parasý az olandýr”(13) buyurmuþlardýr.
Sehl b. Sa'd anlatýr: Hz. Peygamber'e bir kadýn gelerek: “Ey Allah'ýn Rasulü sana nefsimi baðýþlamaya geldim” dedi. Hz. Peygamber kadýna nazar edip gözden geçirdikten sonra hiçbir þey söylemeden baþýný yere eðdi. (Bu kadýnýn Havle b. Hakim, Fatýma b. Þüreyh veya Zeyneb b. Huzeyme olduðu rivayet edilir). Kadýn, Hz. Peygamber'den müsbet cevap alamayýnca üzülür ve meclisten ayrýlýr. Tam gideceði esnada bir adam doðrulup: “Ey Allahýn Rasulü, sizin ona ihtiyacýnýz yoksa onu bana nikahlayýn” der. Hz. Peygamber; “yanýnda buna mehir olarak vereceðin bir þeyler var mý?” diye sorunca, adam; “Vallahi yok Ey Allah’ýn Rasulü” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ailene git, bir þeyler bulabilecek misin bir bak” der. Adam gider, az sonra geri gelir. “Hayýr Ey Allahýn Rasulü vallahi bir þey bulamadým” der. Hz. Peygamber, tekrar; “iyi bak demirden bir yüzük de mi yok?” buyurunca adam, tekrar geri gidip gelir ve; “hayýr ya Rasulellah demirden bir yüzük bile yok. Ancak iþte þu izarým( elbise) var yarýsý onun olsun” der. Hz. Peygamber: “Ýzarýn ne iþe yarar? Onu sen giyecek olsan onun üzerinde bir þey olmayacak, þayet o giyecek olsa senin üzerinde bir þey kalmayacak.” Bunun üzerine adam oturdu, bir müddet sonra kalktý gitti. Rasûlullah onun gittiðini görünce geri çaðýrdý. “Kur'an'dan ne biliyorsun?” diye sordu. Adam, “þu þu sureleri biliyorum” diye bildiklerini saydý. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Haydi git, Kur'an'dan bildiklerini öðretmen mukabilinde onu sana nikahladým” buyurdular.(14)
Beni Fezare kabilesinden bir kadýn, mehir mukabilinde evlendi. Rasûlullah: “Nefsin ve malýn için bir çift ayakkabýya razý mýsýn” diye sorunca kadýn; “evet” dedi. Hz. Peygamber de bu evliliðe müsaade etti.(l5)
Ebu Talha, Ümmü Süleym ile evlendi. Aralarýndaki mehir müslüman olmaktý. Ümmü Süleym, Ebu Talha'dan önce müslüman olmuþtu. Ebu Talha, Ümmü Süleym'i isteyince Ümmü Süleym, “Ben Müslüman oldum, sen de müslüman olursan evlenirim'” dedi. Bunun üzerine o da müslüman oldu. Ümmü Süleym'in mehir olarak istediði þey müslüman olmasýydý.(l6)
Bir gün Hz. Ömer Cuma hutbesi verdi ve hutbede þöyle söyledi: “Sakýn kadýnlarýn mehirlerini arttýrmayýn. Zira bu eðer dünya için bir þeref, ahiret için de bir takva olsaydý buna en çok Rasûlüllah layýk idi. Halbuki O, kadýnlarýndan veya kýzlarýndan hiçbirine on iki okiyyeden fazla mehir takdir etmemiþtir.(17)
Ümmü Habibe (r.a) anlatýr: Kocasý Ubeydullah Ýbni Cahþ ile beraber Habeþistan'a hicret ettiklerinde, Ubeydullah Habeþistan'da vefat edince Necaþi, onu Rasûlüllah'a nikahladý ve Rasûlüllah'ýn yerine Ümmü Habibe'ye dört bin dirhem mehir verdi. Sonra onu Þurahbil b. Hasene ile Hz. Peygamber'e gönderdi, Hz. Peygamber de aynen kabul etti.(18)
Ýbn Abbas (r.a.) anlatýr: Hz. Ali, Fatýma'yý (r.a.) nikahlayýnca hemen gerdek yapmak istedi. Hz. Peygamber ise, mehir olarak bir þey verinceye kadar beraber olmalarýna müsaade etmedi. Hz. Ali benim verecek bir þeyim yok deyince, Hz. Peygamber ona “zýrhýný ver”, buyurdu. Hz. Ali'de zýrhýný verdi ve sonra gerdeðe girdiler.(19) Görülüyor ki Ýslam'da baþlýk parasý olmadýðý gibi, mehir olarak verilen meblað da yalnýz kadýnýn hakkýdýr.
Hz. Peygamber kýzý Fatýma evlenirken çeyiz olarak verdiði þey; bir kadifenin içinde bir yatak, bir yastýk, bir de su tulumu dur.(20) O günün sosyal þartlarýnýn sonucu olduðu kadar çeyizde aþýrýlýða kaçmamanýn da bir örneði olmasý bakýmýndan bu örnek önemlidir.
Hz. Peygamber nikah parasýný çok fazla istemekten men etmiþtir. Bizzat kendisi hanýmlarýndan bazýlarýný on dirhem mehir ve lüzumlu ev eþyalarýyla almýþtýr. Bunlar el deðirmeni, ibrik, içi lif dolu deri döþek gibi þeylerdir. Hz. Ali ailelerinden birine nikah parasý olarak iki müd (=1/2 sa’; 1sa’~3kg) arpa, diðerine iki müd hurma, öbürüne de iki müd kavut vermiþtir. Ashabýndan bazýlarý bir çekirdek karþýlýðýnda ve beþ dirhem deðerinde altýn ile evlenmiþlerdir. Said b. Müseyyeb, kýzýný Ebu Hureyre'ye iki dirhem nikah parasýyla vermiþti ve bizzat kendisi gece vakti kýzýný Ebû Hureyre'nin evine götürmüþ ve kapýdan içeriye býrakarak geri dönmüþtür. Yedi gün sonra da yanlarýna giderek onlarý selamlamýþtýr.(21)
Hz. Peygamber: “En hayýrlý nikah en kolay olanýdýr”(22) buyurarak, nikahýn kolaylaþtýrýlmasýný isterken, ayný zamanda, “Bereket bakýmýndan nikahýn en güzeli, masraf olarak da en kolay olanýdýr”(23) diyerek, israf ve gösteriþten kaçýnmamýzý tavsiye etmektedir.
Yine Hz. Peygamber, zamanýmýzdaki maddi sýkýntýlarýn kaynaðýný ve görenek hastalýðýna iþareten þöyle buyurur: “Bir zaman gelecek, kiþinin helaki, karýsýnýn, anne babasýnýn ve çocuklarýnýn elinde olacaktýr. Bunlar onu, fakirlikle ayýplarlar ve gücünün yetmediði þeyleri kendisinden isterler. Adam bu sebeble tehlikeli iþlere girerek dini gider ve kendisi de helak olur.”(24)
Bugün müslüman toplumlarda köklü bir gelenek hali almýþ bulunan çeyiz uygulamasýnda aþýrýlýklara ve israfa kaçmamak, dinin emrettiði hususlarýn baþýnda gelir. Gerektiðinde demir bir yüzüðün mehir olabileceðini kabul eden dinimiz,(25) mehir masrafýnýn evliliði sýkýntýya sokmayacak ölçüde istediði göz önüne alýnýrsa, çeyizde aþýrýlýða kaçmanýn Ýslâm’a aykýrý olduðu açýkça görülür.
Düðün: Evliliðin örfî tescili için yapýlan toplantý ve ziyafet manasýndadýr. Arapçada velime denilen düðünlerdeki ziyafetler, âlimlerin çoðuna göre sünnet-i müekkededir. Enes b. Malik þöyle der: Hz. Peygamber, Zeyneb b. Cahþ için velime ziyafeti yaptýðý gibi kadýnlarýndan hiçbirisinin þerefine ziyafet vermedi. Zeyneb validemizin velimesinde bir koyun keserek bir ziyafet vermiþtir.(26) Abdurrahman b. Avf (r.a.) da Medine'de evlenince, Hz. Peygamber ona: ''Bir koyun dahi olsa velime yap''(27) buyurmasý, düðün ziyafetinin imkan ölçüsünde verilmesi gerektiðini gösterir. Yine Hz. Peygamber'in; “Velime ilk gün hak, ikinci gün maruf, üçüncü gün ise riya ve gösteriþtir”(28) ikazý ise, israf ve gösteriþten uzak durmamýz gerektiðine delildir.
Düðünlerdeki meþru eðlenceye gelince onu da þöyle görmekteyiz: Hz. Peygamber bayramlarda def çalýp Ýslam ahlâkýna aykýrý olmayan bir kýyafetle cariyelerin þarký söylemesine izin vermiþtir. Bir bayram günü Hz. Aiþe'nin (58/677) huzurunda def çalýp þarký söylemek suretiyle eðlenen cariyeleri, ''Resûlüllah'ýn evinde þeytan naðmeleri ha!'' diyerek azarlayan Hz. Ebu Bekir'e: ''Her toplumun bir bayramý vardýr, bu da bizim bayramýmýzdýr''(29) demesi, meþru eðlenceye müdahale edilmemesi gerektiðini göstermektedir.
Aþýrýlýða kaçmamak ve Ýslâmiyetin sosyal hayatla ilgili olarak ruhsat verdiði düðünlerde eðlenmek meþrudur. Hz. Peygamber, genç kýzlarýn (cariyelerin) def çalýp gaza þiirlerini okuduðu bir düðüne katýlmýþ, þarký söyleyen kýzlardan birinin: ''Aramýzda yarýn ne olacaðýný bilen Peygamber var'' diyerek sözlerini deðiþtirmesi üzerine, Peygamberimiz bu cariyenin böyle söylememesini ve daha önce söylediklerini tekrar etmesini istemiþtir.(30)
Tabiinden Amir b. Sa'd (r.a) sahabe-i kiramdan Kuraza b. Ka'b ve Ebu Mes'ud el-Ensarî künyeli Ukbe b. Amr b. Sa'lebe'nin ( 40/660) bir düðünde þarký söyleyen cariyeleri dinlediklerini görünce, onlarý yadýrgayýp, “siz ehl-i Bedir'den deðil misiniz, bu nasýl bir iþ? demeleri üzerine onlar da, ister otur dinle, istersen git. Çünkü düðünlerde eðlenceye ruhsat vardýr”(31) þeklinde cevap vermeleri de meþru eðlencenin cevazýný göstermektedir. Dinimiz düðün vesilesiyle belli sýnýrlar içinde eðlenceye izin vermektedir. Ancak daha sonraki dönemlerde meþrû eðlencenin sýnýrlarý fýkýh âlimleri arasýnda tartýþma konusu olmuþtur. Gerek düðünlerde, gerekse diðer vesilelerle eðlenceler tertip edilmesi ve þarký söylenmesi hususunda ortaya çýkan ve daha çok yasaklayýcý bir nitelik taþýyan ictihatlarda, âlimlerin yaþadýklarý dönemlerdeki aþýrýlýklarýn etkisi elbette büyüktür.(32) Günümüzde sanki düðünlerde çýlgýnca eðlenme mubahmýþ, yiyecek ve içeceklerde israf olmazmýþ gibi düþünerek bu mutluluklarýný kutlayanlara (?) ne demeli acaba, takdiri sizlere býrakýyorum.
Yine þâþâlý olarak tertip ettiðimiz sünnet düðünleri de Hz. Peygamber döneminde yoktu. Nitekim fakih sahabilerden Osman b. Ebu'l As (51/671) böyle bir uygulamanýn Hz. Peygamber zamanýnda bulunmadýðý gerekçesiyle davet edilen bir sünnet düðününe katýlmamýþtýr.(33) Âlimler, düðüne davet edilen bir kiþinin, bu davete icabet etmesinin vacip olduðunu söylerlerken, bununla birlikte bu davetlerde Ýslâmî âdâba ve genel ahlâk kurallarýna ters olmayan, ayný zamanda içki, kumar, fuhuþ gibi dinin haram kýldýðý þeyler olmamak þartýyla oyun, musiki ve yarýþ türünden eðlencelere de izin vermiþlerdir. Bu sebeple Ýslamî ölçülere göre müstehcen sayýlabilecek, doðrudan ya da dolaylý olarak Ýslâm dinini, bu dinin itikat, ibadet, ahlâk esaslarýný tahrif ve tezyife yönelik her türlü eðlenceyi gayri meþru saymýþlardýr.
Tüm Peygamberlerden intikal eden “nikah”34) ve “sünnet”(35) gibi dinî bir merasimi icra ederken fýtrî olan mubah eðlence ve yiyeceklerden deðil, gayri meþru sayýlan eðlencelerden ve israftan sakýnmalýyýz. Nikah ve sünnet konusundaki ikazlarý, Ýslâm dininin çizmiþ olduðu meþru kutlama ölçülerine riayet etme þeklinde anlamalýyýz. Bir sünneti yerine getirirken, farzlarý ihlal etmemiz elbette ki doðru olmaz. Bunun için Hz. Peygamber'in yaþayýþýný ve sünnetini iyi bilelim, israf ve gösteriþten uzak duralým. Böylece tüm adetlerimizi ibadet hükmüne geçirelim.
1- Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, XI, 251.
2- Ýbn Abidin, Reddü'l-muhtar, III, 3.
3- Ýbnü'I-Hümâm, Fethü'l-kadir, III, 98.
4- Vehbe Zuhayli, Ýslâm Fýkhý Ansiklopedisi, IX, 32.
5- Bkz. Buhâri, Nafakât, 1.
6- Buhâri, Nikah, 15.
7- Aclûni, Keþfu'l-hafâ, 1, 319-320.
8- Buhâri, Nikâh, 3.
9- Vehbe Zuhayli, Ýslâm Fýkhý Ansiklopedisi, IX, 246.
10- Nisa, 4.
11- Nisa, 20.
12- Buhâri, Nikâh, 52.
13- Nesâi, Nikâh, 14.
14- Buhâri, Nikâh, 6, 32.
15- Tirmizi, Nikâh, 21.
16- Nesâî, Nikâh, 63.
17- Ebû Davûd, Nikâh, 29.
18- Ebû Davûd, Nikâh, 29.
19- Ebû Davûd, Nikâh, 36.
20- Bkz. Ýbn Mâce, Zühd, 11.
21- Bkz. Gazzali, Ýhyâu Ulûmi'd-din, II, 40. Burada isimleri karýþtýrma vardýr þöyle ki: Ebû Hureyre H. 58 yýlýnda, Said b. Müseyyeb H. 94 yýlýnda vefat etmiþlerdir. Said b. Müseyyeb ayný zamanda Ebû Hureyre'nin talebesidir. Bu durumda Ebû Hureyre, kýzýný Said b. Müseyyeb'e vermesi daha uygun gözüküyor. Nitekim Ýbn Sa'd' da Said b. Müseyyeb'in, Ebû Hureyre'nin damadý olduðunu nakleder. Bkz. Ýbn Sa'd, et-Tabakatü'l- kübrâ, II, 380. Beyrut, trs.
22- Ebû Davûd, Nikâh, 32.23- Ahmed b. Hanbel, VI, 82.
24- Beyhâkî’nin Zühd'ünden nakille Gazzâli, Ýhya, II, 24. Beyrut, trs.
25- Bkz. Buhâri, Nikâh, 14.
26- Bkz. Buharî, Nikâh, 68.
27- Bkz. Buhârî, Nikâh, 68.
28- Ýbn Mace, Nikâh, 25.
29- Buhârî, Ýydeyn, 3.
30- Buhârî, Nikâh, 48.
31- Nesâî, Nikâh, 80.
32- Bkz. Fetava'l-Hindiyye, V, 343.
33- Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 217.
34- Bkz. Ýbn Mace, Nikâh, 1.
35- Bkz. Müslim, Taharet, 49.
|