İslam dünya görüşünün genel adı tevhittir. Bu ilke, İslam'ın hayata bir bütün olarak baktığı mesajını verir. Çünkü İslam, insanın Allah'a olan inancını yitirmemesi ve O'na bağlılığını sürdürmesi için hayatı bu ilkeye göre ayarlar. İnsan, kişiliğini oluştururken de, onun ruhuna, Allah'ın tek İlah ve her şeyin sahibi olduğu psikolojisini yerleştirir. Bundan maksat, insanın Müslümanca yaşamasını gerçekleştirmektir. Bunu sağlayan en önemli manevi fon ise, tevhit inancı ve bu inancın insanda oluşturduğu erdemli ruhtur.
İnsan hayatının en önemli boyutlarından birini de iktisat oluşturmaktadır. Bunun için Kur’an bütün toplumsal süreçlerde olduğu gibi iktisadi hayatta da adaletin ayakta tutulmasını, sömürünün de ortadan kaldırılmasını öngörmüştür. [2] Kur’an'ın inmeye başladığı donemde, iktisadi ve ticari hayat, o günün şartlarına göre oldukça canlıydı. Ancak sosyal yapıdaki ayar alabildiğine bozulmuş, sömürü yaygınlaşmış, özellikle yoksul kesimler acı ve sefalet içinde bırakılmışlardı. İşte bu yüzden Kur’an'ın ilk dönemde inen ayetleri, değinilen olumsuz durumu düzeltmeyi amaçlayan, bu kötü tabloyu tasvir ve tenkit eden ifade ve hükümlerle doludur.[3] Bu da, toplumda pek çok şeyin düzeltilmesi için, öncelikle iktisadi hayatta ahlak ve adaleti garanti edecek bir kurallar sisteminin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
İslam'a göre her şeyin ve bütün mülkün tek sahibi Allah'tır.[4] Bunun için Allah'ı dikkate almayan bir mülkiyet anlayışı doğru değildir. İnsanın işlevi ise, bir emanet sahipliğinden ibarettir. [5] Demek ki mülkiyet, amacına uygun kullanılması için insana sunulmuş ilahi bir bağıştır. Bu da insana en çok güven duyan dinin İslam olduğunu göstermektedir. Görüldüğü gibi bu dünya ilim ve hikmet sahibi bir yaratıcının eseridir. [6] İnsan da böyle bir dünyada anlamlı bir hayat geçirmek ve kendinden bekleneni gerçekleştirmek için yaratılmıştır. [7] Öyleyse Allah'ın hayrı ve nimetleriyle dolu olan bu dünya kötü değildir. [8] Kötü olan, insanın aşırı bir ihtirasla bu dünyaya bağlanıp ahireti unutmasıdır. Çünkü mal ve mülkün, insanı ölümsüz kılacağı zannına kapılmak, büyük bir aldanıştır. [9] Şu halde insan, kendi istifadesine sunulan dünya nimetlerinden meşru şekilde yararlanmalı ve helal rızık peşinde koşmalıdır. [10] O, kendini malla tanımlamamalı, [11] mal ve mülk de sadece belli grupların elinde dönüp duran bir güç olmamalıdır. [12] Aksi halde iktisadi hayatın dengesi bozulur, bunun sonucunda da, hem kendilerini hem de toplumu felakete sürükleyen bir sömürücü sınıfın oluşması kaçınılmaz olur.
İnsanları maddi ve manevi yönden yoksulluğa iten en önemli neden, ekonomik güç merkezlerini elinde tutan kesimlerin, hukuk düzenini de kendi lehlerine olacak şekilde düzenlemeleri, sömürüyü alabildiğince yaygınlaştırmaları, kat kat faiz (riba) uygulayarak insanları sefalete mahkum eden bir zulüm düzeni oluşturmalarıdır. Nitekim sömürgeci önderlerin, işi zaman zaman tanrılık iddiasına kadar götürmeleri iktisadi hayatı alt üst etmiş, karada ve denizde fesadın çıkmasına yol açmış [13], sonunda toplumsal sefalet ve çöküş kaçılmaz olmuştur. [14] Bu gerçek asgan ahlak kodu ile çevrelenmemiş bir ekonominin hem inşa'nı hem de kendini tahrip edeceği gerçeğini gözler önüne sermektedir.
İnsanın fıtratında, mal, mülk ve evlat gibi arzular; bu arzulardan kaynaklanan ihtiyaçlar vardır. [15] Bunun için dünyaya karşı olumsuz bir tavır takınmak, hem insanın tabiatına hem de İslam'ın ruhuna aykırıdır. Çünkü dinin istediği, arzuların yok edilmesi değil, onların insan fıtratına ve yaratılış gayesine uygun bir şekilde terbiye edilmesidir. [16] Şayet arzular iyi terbiye edilmezse, insan bilinç çarpıklığına uğrayıp pek çok kötü işi, iyi ve yararlı gibi görebilir. İşte önemli olan insanı böylesi bir sapıklığa ve yanlışlığa düşmekten korumaktır.
Şükür, sabır, cömertlik ve yardımlaşma gibi pek çok erdem, mal ve mülkün kazanılıp kullanılmasıyla gerçekleşir. Zekât gibi zorunlu mali ibadetin, infak ve ihsan gibi gönüllü eylemlerin temel amacı da, insanı meşru yolla kazanan ve kazandığını israfa kaçmadan harcayan şuurlu bir varlık haline getirmektir. Zaten bilme, inanma ve şükretme arasındaki tevhidin gerçekleşip insanın ahlaki yüceliğe ulaşması, ancak böyle sağlanabilir. Dünyanın ıslah ve imarı ise, ahlaki bilince ulaşmış insanlarla gerçekleşir. [17]
Sosyal Adalet ve Refah Tedbirleri
Ekonomik hayatta karşılaşılan olumsuzlukların giderilmesi için, sosyal adalet ve refahı garanti edecek tedbirlere; hile, sahtekârlık ve haksız kazanç gibi sapmaları önleyecek yaptırım gücü olan kurallar sistemine ihtiyaç vardır. Bunun için İslam, sosyal adalet ve refah tedbîri olarak zekâtı getirmiş, toplum hayatını çökerten faizi yasaklamış ve sömürüyü ortadan kaldırıp halkı iktisadi yönden dengeli biçimde yükselten yepyeni bir ekonomik yapıyı temellendirmekle işe başlamıştır. Kur’an'ın buyrukları ve Peygamber (as)'in uygulamaları, olağanüstü durumlarda bu gibi tedbirlerle toplum ekonomisinin yeniden düzenlenebileceğini ortaya koymuştur. Şu halde yöneticiler, toplumun zenginleşmesine, refahın yayılmasına ve sosyal adaletin köklü bir şekilde kurulmasına çalışmalıdırlar. Bu da kültür ve medeniyette yabancıların sömürüsünden ve emirlerinden kurtulup milleti oluşturan fertlere en geniş ölçüde imkânlar sağlamakla gerçekleşebilir. Zevk ve sefahata dalıp halktan kopan yöneticilerle insanları maddi ve manevi sıkıntılardan kurtarmak mümkün deâildir. [18]
Öldürücü Rekabet Yerine Hayırlı ve Faydalı Hizmet
Günümüzde ekonomik sefalet, ekonomiye tapıştan kaynaklanmaktadır. Çünkü mevcut ekonomik sistem, büyük ölçüde rant sağlama yoluyla para kazanma üzerine kurulmuş; temelde insanı ve toplumu değil, kişisel çıkarların korunmasını hedeflemiştir. Bu, ülkemizin görülmeyen veya insanlara gösterilmek istenmeyen yüzüdür. Ama bu gerçek ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın sömürgeci güçlerin toplumu ezdiği, bir kurtarıcı gibi sunulan kurum ve kişilerin, ekonominin Deli Dumrul'u oldukları artık herkes tarafından bilinmektedir. Çünkü millet, bunların gerçek yüzünü görmektedir. Yaşanan bu olumsuzluklar, öldürücü bir rekabet yerine hayırlı ve faydalı bir hizmetle; sömürülen insanların, sömürenlerin elinden ve dilinden kurtarılmasıyla sona erecektir.
Sonuç olarak denebilir ki, Kur’an bir ekonomi kitabı değildir. Fakat o, her alanda olduğu gibi iktisadi alanda da dertlere şifa olabilecek evrensel ilkeleri ve doğruları içerir. Çünkü Kur’an, emek ve çalışmayı ibadet çerçevesinde ele alıp değerlendirir, dünyanın imarını ve ıslahını da müminin görevleri arasında sayar. Öyleyse yoksulluğu övme, dünyayı ıslah ve imarda geri kalma gibi anlayışları Kur’an’la bağdaştırmak mümkün değildir. İslam'ın insandan istediği, mümine yaraşır bir izzetle yaşamasıdır. Bu da büyük ölçüde alan el değil, veren el olmakla gerçekleşebilir. [19]
---------------------
[1] Bakara: 2/188
[2] Bkz. Bakara: 2/188, 275; Nisa: 4/29; Şuara: 26/181-183 vb
[3] Bkz. Müzzemmil: 73/11-13; Müddessir: 74/11-15: Hümeze: 104/1-4, Maun: 107/1-7 vb
[4] Bkz. Bakara: 2/107: Ali İmran: 3/26-27 vb.
[5] Bkz. Bakara: 2/30: Ahzab: 33/ 72
[6] Bkz.Bakara: 2/29 vb.
[7] Bkz.Mülk: 67/2
[8] Bkz Cuma: 62/10: Rum: 30/46: Müzzemmil: 73/20
[9] Bkz Alak: 96/ 6-7: Şura: 42/27 vb.
[10] Bkz.Cuma: 62/ 10: Mülk: 67/15
[11] Bkz. Alak: 96/6-7 vb.
[12] Bkz. Haşr: 59/ 7
[13] Bkz. Rum: 30/4!
[14] Bkz. İsra: 17/ 16: Sebe: 3'1; 34-35 vb,
[15] Bkz. Al-i İmran: 3/ 14-15: İsra: 17/100 vb.
[16] Bkz. Şems: 91/ 7-9: Leyl: 92/4-7 vb.
[17] Bkz. Hud: 11/61 vb. Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 253-255.
[18] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 255-256.
[19] Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İşaret Yayınları: 256.