Lügat anlamı : Asıl. Ana, baba. Cedler. İstinadgah. Racih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Tarz, metod, tertib. (Büyük Lügat, Usül maddesi. sh: 1026)
Istılahi anlamı: Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lazım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan düzenli yol. (Büyük Lügat, Usül maddesi. sh: 1026)
Usul-ü Erbaa : Edille-i Şeriyye.Fık. Fıkıh ilminin istinad ettiği deliller:
1- Kitap, yani Kur'an-ı Kerim'de ki deliller.
2- Sünnet
3- İcma-ı Ümmet.
4- Kıyas-ı Fukaha.
Usul-ud-din : İlm-i Kelam.
Usuliyun : Fıkıh Usulüyle uğraşan İslam alimleri. Usul-ü Fıkıh müellifleri.
Usul-i Fıkıh : Daha önce açıklamıştık.
Usul ilmi kadar önemli bir ilim dalı yoktur. Günümüzde çeşitli meslek dallarında ihtisaslaşma yolunda gelişen teknoloji ve bu teknolojiye ayak uydurabilmek için insanların tüm enerjilerini harcamaları usul ilminin önemini ortaya koymaktadır.
İslami ilimlerin tahsilinde ki engeller mü'minlerin kamil manada ilmi riyaseti elde etme noktasında fetret dönemi yaşadıklarını söyleyebiliriz. İster tefsir sahasında, ister hadis sahasında isterse fıkıh alanında olsun mü'minlerin belli ilimleri elde edebilmeleri için mutlaka usül ilimlerine riayet etmeleri şarttır. Günümüzde kendilerini müctehid zanneden bazı gafil ilahiyatçı Prof'ların düştüğü asıl hata bu usül meselesidir. Ellerine aldıkları Kur'an'dan heva ve heveslerine göre hüküm çıkardıklarını ve müctehid ulemanın ictihadlarını çürüttüklerini zannetmektedirer. Oysa bu modernist gafillerin ister tefsir konusunda, ister hadis konusunda, isterse fıkıh konusunda ileri sürdükleri yorumlarının ilmi edeb noktasından hiçbir kıymeti yoktur.
İlim ehli İslam'i meselelerde konuşabilmek ve yazabilmek için hangi usullerle çalıştıklarını, hangi edebe riayet ettiklerini, kendilerinden önceki ulemanın takip ettikleri ilim elde teme yollarını nasıl takip ettiklerini çok hassas bir şekilde ortaya koymuşlardır. İlim ehli olmak isteyen Prof'ların önce ulemanın ilim elde etmede takip ettikleri silsileyi çok iyi anlamaları o büyüklerin yolunu takip etmeleri şarttır.
Yoksa hem kendileri helak olurlar, hem de kendilerine uyan avanelerini helak ederler. Mahşer günü beyan edilecek mazeretlerin ve özür beyan etmelerin hiçbir öneminin olmayacağının, ağlama-sızlamaların fayda sağlamayacağı kesindir.
Bir müctehidi taklid etmeyi hevalarına yediremeyenler; mezhebsizlik fitnesine bulaştırdıkları o kadar insanın vebalini nasıl üslenmektedirler? Yazar çizer arasında çokça zikredilen ve imamlara atfedilen şu mübarek lafza bir bakalım. Bu lafzı söyleyen imamlar kimler için ve neyi kastederek söylediklerine bir bakalım. İmam-ı Şarani (rh.a) tarafından dört mezheb imamına atfedilen söz şudur : "Sahih hadis varsa benim mezhebim odur." Tabii imamlar bu sözü söylerken ne demek istemişler bir de ona bakmak lazımdır. Konu ile ilgili tarihten ve büyük imamlardan tek bir misal vererek konuyu kapatmak istiyorum.
"Ebu'l-Hasen Muhammed b. Abdilmelik el-Keracî eş-Şâfii (458-532)' nin Fakih ve Muhaddis idi sabah namazında kunutu okumadığı ve «Bence Rasûlullahın sabah namazında kunutu terkettiği sahihtir.» dediği nakledilmiştir.
Ben de yâni es-Subki sabah namazında kunutu bir müddet terketmiştim. Sonra öğrendim ki, Rasûlullahın sabah namazında okuduğu sahih olan kunût, Ri'l ve Zekvân kabilelerine, ayrıca sabah namazı dışında da ettiği beddua imiş. Sabah namazında kıyamdan sonra kunût duasını mutlak olarak terk etmesine gelince, bu konuda İsa b. Mâhân'ın rivayet ettiği bir hadis vardır; İsâ hakkında, malûm olduğu üzere tenkidler mevcuttur. (1) Onun hakkında söylenenleri zikretmenin yeri burası değildir. Sonra tekrar kunutu okumağa başladım; şimdi artık kunutu okuyorum. Burada eş-Şâfiî'nin sözüne ters düşen bir-şey yoktur; bunun sebebi bizim görüşümüzün kusurudur.» İmam es-Subki'nin sözü sona erdi.
Bu sözler, düşünen kimseler için ne kadar ibretlidir!. İbn Ebi'l-Cârud'un ki o eş-Şâfiî'nin tilmizlerindendi ve ilimdeki mevkii malumdur ve onun gibi, belki ondan daha âlim olan Ebu'l-Velîd en-Neysâbûrî (v.349) 'nin o da, sadece râvi değil, hem rivayet hem de dirayet ehli imamlardandı hâli böyle olursa; bununla birlikte, yemin ederek, eş-Şâfiî (150-204) nin mensûh olduğunu kabul ettiği için bilerek terkettiği bir hadis ile amel edilmesinin eş-Şâfiî'nin görüşü olduğunu ileri sürerlerse, bu âlimlerin hâli bu olursa, zamanımızdakilere ne demeli! eş-Şâfiî'nin bir tek fıkhi görüşünü bile anlamaktan âciz olanların, eş-Şâfiî'nin bu sözü ile amel etmeleri caiz midir?
H. 257-282 tarihleri arasında vefat eden 9. tabaka ricalinden bahsederken, sonunda şöyle demiştir: «Yâ Şeyh, nefsine acı ve insaf et, şu huffâza kötü gözle bakma, onları kusurlu görme, ve onların zamanımızdaki muhaddisler gibi olduğunu da zannetme. Hâşa ve kellâ, zamanımız muhaddislerinin en büyükleri içerisinde bile, onların ilmî seviyelerine erişebilecek bir kimse yoktur, öyle sanıyorum ki sen, aşırı gittiğin şahsi görüşlerin sebebiyle, sözle olmasa bile lisan-ı hâl ile «Ahmed (b. Hanbel) de kim? Îbnu'l-Medînî neyin nesi? Ebû Zur'a ve Ebû Dâvud da kimmiş?» diyorsun. Ya hilim ile sükût et veya ilimle konuş. Faydalı ilim, şu saydıkların gibilerden gelen ilimdir, lâkin senin fıkıh imamlarına olan nisbetin, zamanımızdaki muhaddislerin hadis imamlarına olan nisbeti gibidir. Ne biz, ne sen; fazilet sahiplerinin faziletini ancak fazilet sahipleri bilir.»
Bunlar, munakkıd Hafız ez-Zehebî'nin sözleri. O ki, son devirlerin büyük muhaddislerinden pek çoğunun yaşadığı H. 3. asırda yaşamıştı. Bu asrın başında, imam İbn Dakîkil-İyd (v. 702), sonunda da Hafız İbn Receb el-Hanbelî (v. 795) vardı. Allah hepsine rahmet eylesin, bunlara bak da ibret al, hakikati gör.
Bu imamlardan birinin, ilmin tamamını ihata ettiğini iddia etmesi bir yana, kendi şahsı için ilim iddiasında bulunduklarını bile görmedik. Bununla birlikte onlar, sünnete vukuf ve lafızlarına, isnadlarına ve mânâlarına vakıf olma hususunda haris idiler. Ali b. el-Medînî (161-234) şöyle demiştir: «Hadisin mânâlarını kavramağa çalışmak ilmin yansı, rical de öbür yansıdır.»
İşte Ebu'I-Hasen el-Keraci (458-532)!
Gördüğün gibi es-Subkî (683 - 756) ona «Fakih ve Muhaddis» demiş, talebesi es-Sem'ânî (467-510) de «imam, vera' sahibi, âlim, fakih, mufti, muhaddis, şâir, edib» unvanlarını vermiştir. (2) Buna rağmen, mezheb imamına muhalif olarak hadîsin sahih olduğunu ve imamının «Sahih hadîs varsa, benim mezhebim odur.» ve «Benim görüşümü terkedin, hadisle amel edin» sözlerine dayanarak kunutu terketmiştir. Bununla birlikte, kendisinden sonra gelenler onu tenkid etmişleridir; es Subkî de bunlardan biridir, Tabakâtu'ş- Şâfiiyye, VI, 138, 139'da onun terceme-i hâlini verdikten sonra, mezkur görüşüne temas ederek şöyle demiştir: «Onun önünde, aşılması son derece zor iki engel vardır. Kunutun nehyedilmesiyle ilgili hadisin sahih olmasına gelince, heyhat, bunu tesbit edebilmesi çok zordur. Kunutun terkedilmesinin eş-Şâfiî'nin mezhebi olduğunu kabul etmesi de aynı şekilde zordur.»
İmam et-Takî es-Subkî (683 - 756) de, üzerinde yetiştiği Şafiî mezhebine uyarak sabah namazlarında kunutu okuyordu. Sonra el-Kerâcî'nin bu meselesine muttali olunca kunutu terketmiştir. Daha sonra tekrar kunûta döndüğünü görüyoruz. es Subkî haklı olarak «Müctehid-i mutlak» veya «Müctehid fi'l-Mezheb» olarak vasıflandırılmıştır. Onun muasırı Hafız ez-Zehebî (673-748) onun, hadîs ve fıkıh ilminde asrının şeyhi olduğunu söylemiş ve es-Subki Şam'da Emevî Camii'nin hatibliğine tayin edildiğinde, onun hakkında: «Hâkim, Bahr, Takî, asrın bütün şeyhlerinin en hafızı, en müttakîsi, onlann en büyük kadısı Ali (3) üzerine çıktığında, Emevi câmiinin minberi ona müheyya olsun!» beytini söylemiştir.
Bu derece ilim sahibi olduğu halde, es-Subkî bile böyle tereddüdde kalırsa, ondan daha aşağı derecede bulunan bir kimsenin, eş-Şâfiî'nin sözünün zahirine sarılıp da; hem kendinin hem de başkalarının kafasını karıştırıp, müslümanların bizce de kabul edilen muteber ve mutemed imamlarından birinin sözü ile amel ettiğini ileri sürerek, sahih olan her hadisle amel etmeğe kalkışması caiz olur mu?
Başkalarının başına gelenlerden ibret alıp da, küçüklüğümüzden beri, Allanın kendisine uymamızı nasib ettiği bir imamın görüşlerine tâbi olmamız gerekmez mi?
Sonra es-Subkî (683-756), mezkûr risalenin 106. sayfasında, Ebû Şâme el-Makdisî (599 - 665) ye ait ve içersinde mevzuumuzla ilgili kısımlar bulunan uzun bir metin nakleder ve bu metnin başında es-Subki «İbnu's-Salâh'ın tilmizi ve en-NeVevî'nin şeyhi Ebû Şâme der ki...» diyerek daha sonra onun sözünü nakleder. Bunun sonunda Ebû Şâme şöyle demektedir : «Buna ancak, içtihadı malum olan bir Alim kalkışabilir ki, eş Şafiî (150-204)'nin «Benim görüşüme muhalif bir hadîs gördüğünüz zaman, hadisle amel edin, benim görüşümü terkedin.» sözüyle kasdettiği böyle bir kimsedir, yoksa herkes bu işe kalkışacak demek değildir.»
Muhaddis, fakih, takva sahibi imamlardan naklettiğimiz bu son derece mühim açıklamalar neticesinde, eş-Şâfiî'nin bu sözüyle kimi kasdettiğini ve onun; aslında böyle olmadıkları halde, ilme ve âlimlere karşı büyüklük taslayanları kasdetmediği anlaşılmış olmaktadır." Usül derken nasıl bir usülden bahsettiğmiz herhalde daha iyi anlaşılmış oldu değil mi? Anlayana sivri sinek saz, anlamaya davul zurna az!
Allahü Teala (cc) mü'min kardeşlerimi bu fitneden (mezhebsizlik ve reformculuk) FİTNESİNDEN emin eylesin. AMİN
(1) Muhaddislerin onun hakkındaki sözleri için bkz: Mizânu'l-İ'tidal, III, 319 (Mütercim).
(2) et-Tâc es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şafiiyyeti'l-Kubrâ, VI. 138.
(3) et-Taki es-Subki'nin adı Ali, tam adı da Ali b. Abdilkafi es-Subki'dir. (Muhammed
Avvame, İmamların Fıkhi İhtilaflarında Hadislerin Rolü, sh:37-41) A. AZİZ