Usul  Nedir ?

Lügat anlamı : Asıl. Ana, baba. Cedler. İstinadgah. Racih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Tarz, metod, tertib. (Büyük Lügat, Usül maddesi. sh: 1026)

06/03/2008


       Lügat  anlamı :  Asıl.   Ana, baba.  Cedler.  İstinadgah.   Racih  delil, kaide.  Asıllar,  kökler,  temeller.    Tarz,  metod, tertib.  (Büyük Lügat, Usül  maddesi. sh: 1026)



      Istılahi anlamı:   Bir  ilmin  asıl  mevzuundan  önce  öğrenilmesi  lazım  gelen  esaslar.  Bir  hedefe  ulaşmak  için  tutulan  düzenli  yol. (Büyük Lügat, Usül  maddesi. sh: 1026)



   Usul-ü  Erbaa :  Edille-i  Şeriyye.Fık.  Fıkıh  ilminin  istinad  ettiği  deliller:



   1- Kitap,  yani  Kur'an-ı  Kerim'de ki  deliller.



   2- Sünnet



   3- İcma-ı  Ümmet.



   4- Kıyas-ı  Fukaha.



   



    Usul-ud-din  :  İlm-i  Kelam.



    Usuliyun      :  Fıkıh  Usulüyle  uğraşan   İslam  alimleri.  Usul-ü  Fıkıh  müellifleri.



    Usul-i  Fıkıh :  Daha  önce  açıklamıştık.



    



         Usul  ilmi  kadar  önemli  bir  ilim  dalı  yoktur.  Günümüzde   çeşitli  meslek  dallarında  ihtisaslaşma  yolunda  gelişen  teknoloji  ve  bu  teknolojiye  ayak  uydurabilmek  için  insanların  tüm  enerjilerini    harcamaları  usul  ilminin  önemini  ortaya  koymaktadır. 



            İslami  ilimlerin  tahsilinde ki  engeller  mü'minlerin  kamil  manada  ilmi  riyaseti   elde  etme  noktasında  fetret  dönemi  yaşadıklarını  söyleyebiliriz.   İster  tefsir  sahasında,  ister  hadis  sahasında  isterse  fıkıh  alanında   olsun  mü'minlerin  belli  ilimleri  elde  edebilmeleri  için   mutlaka  usül  ilimlerine  riayet  etmeleri  şarttır.    Günümüzde  kendilerini  müctehid  zanneden  bazı  gafil  ilahiyatçı  Prof'ların   düştüğü  asıl  hata   bu  usül  meselesidir.   Ellerine  aldıkları   Kur'an'dan   heva  ve  heveslerine  göre  hüküm  çıkardıklarını  ve  müctehid  ulemanın   ictihadlarını  çürüttüklerini  zannetmektedirer.  Oysa  bu  modernist  gafillerin  ister  tefsir  konusunda,  ister  hadis  konusunda,  isterse  fıkıh  konusunda   ileri  sürdükleri  yorumlarının  ilmi  edeb  noktasından   hiçbir  kıymeti  yoktur.



        İlim  ehli  İslam'i  meselelerde  konuşabilmek  ve  yazabilmek  için  hangi  usullerle  çalıştıklarını,  hangi   edebe  riayet  ettiklerini,  kendilerinden  önceki  ulemanın   takip  ettikleri   ilim  elde  teme  yollarını   nasıl   takip  ettiklerini   çok   hassas  bir  şekilde  ortaya   koymuşlardır.   İlim  ehli   olmak  isteyen  Prof'ların  önce  ulemanın   ilim   elde  etmede   takip  ettikleri   silsileyi   çok  iyi   anlamaları   o   büyüklerin  yolunu  takip  etmeleri     şarttır.  



  Yoksa  hem  kendileri  helak  olurlar,  hem de  kendilerine  uyan  avanelerini  helak  ederler.  Mahşer  günü  beyan  edilecek  mazeretlerin  ve  özür  beyan  etmelerin  hiçbir  öneminin  olmayacağının,  ağlama-sızlamaların    fayda   sağlamayacağı    kesindir. 



     Bir  müctehidi  taklid   etmeyi  hevalarına  yediremeyenler;  mezhebsizlik  fitnesine  bulaştırdıkları  o  kadar  insanın  vebalini  nasıl  üslenmektedirler?   Yazar  çizer  arasında   çokça  zikredilen  ve  imamlara  atfedilen  şu  mübarek  lafza  bir  bakalım.  Bu  lafzı  söyleyen  imamlar   kimler  için  ve   neyi   kastederek   söylediklerine   bir  bakalım. İmam-ı  Şarani  (rh.a)  tarafından  dört  mezheb  imamına  atfedilen  söz  şudur : "Sahih  hadis  varsa  benim  mezhebim  odur."   Tabii  imamlar    bu  sözü  söylerken  ne  demek  istemişler  bir de  ona  bakmak  lazımdır.  Konu  ile  ilgili  tarihten  ve  büyük  imamlardan  tek  bir  misal  vererek  konuyu   kapatmak  istiyorum.



   "Ebu'l-Hasen Muhammed b. Abdilmelik el-Keracî eş-Şâfii (458-532)' nin Fakih ve Muhaddis idi sabah namazında kunutu okumadığı ve «Bence Rasûlullahın sabah namazında kunutu  terkettiği  sahihtir.»  dediği  nakledilmiştir.



   Ben de  yâni es-Subki sabah namazında kunutu bir müddet terketmiştim. Sonra öğrendim ki, Rasûlullahın sabah namazında okuduğu sahih olan kunût, Ri'l ve Zekvân kabilelerine, ayrıca  sabah  namazı   dışında da  ettiği  beddua imiş.  Sabah namazında kıyamdan  sonra  kunût  duasını  mutlak  olarak   terk  etmesine  gelince,   bu konuda İsa b. Mâhân'ın  rivayet   ettiği   bir   hadis   vardır;   İsâ hakkında, malûm olduğu  üzere  tenkidler mevcuttur. (1)  Onun   hakkında   söylenenleri   zikretmenin yeri burası değildir. Sonra tekrar   kunutu   okumağa  başladım; şimdi  artık  kunutu  okuyorum.   Burada   eş-Şâfiî'nin sözüne   ters   düşen   bir-şey   yoktur;   bunun sebebi bizim görüşümüzün   kusurudur.» İmam es-Subki'nin sözü sona erdi.



     Bu   sözler, düşünen kimseler için ne kadar ibretlidir!. İbn Ebi'l-Cârud'un ki o eş-Şâfiî'nin   tilmizlerindendi  ve   ilimdeki   mevkii   malumdur ve onun  gibi, belki ondan daha   âlim   olan  Ebu'l-Velîd  en-Neysâbûrî  (v.349) 'nin o da,  sadece  râvi değil,  hem rivayet   hem de   dirayet   ehli   imamlardandı  hâli   böyle   olursa;   bununla birlikte, yemin  ederek, eş-Şâfiî (150-204) nin   mensûh   olduğunu  kabul  ettiği  için  bilerek terkettiği   bir hadis ile amel edilmesinin   eş-Şâfiî'nin   görüşü olduğunu   ileri  sürerlerse, bu âlimlerin  hâli  bu   olursa,   zamanımızdakilere ne demeli!      eş-Şâfiî'nin   bir   tek  fıkhi görüşünü   bile   anlamaktan  âciz  olanların,   eş-Şâfiî'nin bu sözü ile amel etmeleri caiz midir?



    H. 257-282 tarihleri arasında vefat eden 9. tabaka ricalinden bahsederken, sonunda şöyle demiştir:  «Yâ  Şeyh,  nefsine acı ve insaf et, şu  huffâza  kötü  gözle  bakma,  onları kusurlu  görme,  ve   onların  zamanımızdaki   muhaddisler   gibi olduğunu  da zannetme. Hâşa ve kellâ,  zamanımız muhaddislerinin en büyükleri içerisinde bile, onların ilmî seviyelerine   erişebilecek   bir kimse yoktur, öyle sanıyorum ki sen, aşırı gittiğin şahsi görüşlerin  sebebiyle,   sözle   olmasa   bile   lisan-ı  hâl   ile «Ahmed  (b. Hanbel) de kim? Îbnu'l-Medînî  neyin  nesi?   Ebû   Zur'a   ve   Ebû  Dâvud  da   kimmiş?» diyorsun.  Ya hilim  ile   sükût   et   veya   ilimle   konuş.   Faydalı ilim, şu saydıkların gibilerden gelen ilimdir, lâkin senin fıkıh imamlarına olan nisbetin, zamanımızdaki muhaddislerin hadis imamlarına olan nisbeti gibidir.  Ne biz, ne sen; fazilet sahiplerinin faziletini ancak fazilet sahipleri  bilir.»



    Bunlar,  munakkıd Hafız ez-Zehebî'nin sözleri. O ki, son devirlerin büyük muhaddislerinden   pek çoğunun   yaşadığı   H. 3. asırda yaşamıştı.   Bu  asrın   başında, imam   İbn  Dakîkil-İyd  (v. 702),  sonunda da Hafız  İbn  Receb  el-Hanbelî (v. 795) vardı. Allah   hepsine   rahmet   eylesin,   bunlara   bak da   ibret  al,   hakikati   gör.



      Bu imamlardan   birinin, ilmin tamamını ihata ettiğini iddia etmesi bir yana, kendi şahsı için  ilim  iddiasında   bulunduklarını bile görmedik. Bununla birlikte onlar, sünnete vukuf ve lafızlarına, isnadlarına  ve   mânâlarına vakıf olma hususunda haris idiler. Ali b. el-Medînî (161-234) şöyle demiştir:   «Hadisin   mânâlarını   kavramağa   çalışmak   ilmin yansı, rical  de öbür yansıdır.»



     İşte   Ebu'I-Hasen  el-Keraci  (458-532)!



    Gördüğün gibi es-Subkî (683 - 756) ona   «Fakih  ve Muhaddis» demiş, talebesi es-Sem'ânî (467-510) de «imam, vera' sahibi, âlim, fakih, mufti, muhaddis, şâir, edib» unvanlarını vermiştir. (2) Buna rağmen, mezheb imamına muhalif olarak hadîsin sahih olduğunu   ve   imamının   «Sahih  hadîs  varsa,  benim  mezhebim  odur.» ve   «Benim görüşümü   terkedin,  hadisle amel edin»   sözlerine   dayanarak   kunutu terketmiştir. Bununla   birlikte,   kendisinden   sonra gelenler onu tenkid etmişleridir; es Subkî de bunlardan   biridir,   Tabakâtu'ş- Şâfiiyye, VI, 138, 139'da   onun   terceme-i   hâlini   verdikten   sonra,   mezkur   görüşüne   temas   ederek şöyle demiştir: «Onun önünde, aşılması   son   derece zor iki engel vardır. Kunutun   nehyedilmesiyle   ilgili   hadisin   sahih olmasına   gelince,   heyhat,   bunu   tesbit   edebilmesi   çok  zordur. Kunutun terkedilmesinin   eş-Şâfiî'nin   mezhebi   olduğunu   kabul   etmesi  de  aynı  şekilde  zordur.»



       İmam et-Takî es-Subkî (683 - 756) de,   üzerinde   yetiştiği   Şafiî   mezhebine   uyarak sabah  namazlarında   kunutu   okuyordu.   Sonra   el-Kerâcî'nin   bu  meselesine muttali olunca   kunutu   terketmiştir.   Daha   sonra   tekrar   kunûta   döndüğünü   görüyoruz. es Subkî haklı olarak «Müctehid-i mutlak» veya «Müctehid fi'l-Mezheb» olarak  vasıflandırılmıştır.   Onun muasırı Hafız ez-Zehebî (673-748)  onun,  hadîs   ve  fıkıh  ilminde asrının   şeyhi   olduğunu  söylemiş ve es-Subki Şam'da Emevî Camii'nin hatibliğine tayin edildiğinde,   onun   hakkında:  «Hâkim, Bahr, Takî,  asrın   bütün   şeyhlerinin  en  hafızı, en müttakîsi,  onlann  en   büyük   kadısı   Ali  (3)  üzerine  çıktığında,  Emevi   câmiinin minberi   ona   müheyya   olsun!»   beytini   söylemiştir.



     Bu  derece  ilim  sahibi   olduğu   halde, es-Subkî  bile  böyle  tereddüdde  kalırsa,  ondan daha aşağı derecede bulunan bir kimsenin, eş-Şâfiî'nin sözünün zahirine sarılıp da; hem kendinin  hem de  başkalarının kafasını karıştırıp, müslümanların bizce de kabul edilen muteber  ve  mutemed   imamlarından   birinin   sözü   ile  amel ettiğini ileri sürerek, sahih olan   her  hadisle  amel   etmeğe   kalkışması   caiz   olur  mu?



    Başkalarının başına gelenlerden ibret alıp da, küçüklüğümüzden beri, Allanın kendisine uymamızı   nasib   ettiği   bir   imamın   görüşlerine   tâbi  olmamız   gerekmez  mi?



    Sonra  es-Subkî   (683-756),   mezkûr  risalenin 106. sayfasında, Ebû Şâme el-Makdisî (599 - 665) ye  ait   ve   içersinde   mevzuumuzla ilgili kısımlar bulunan uzun bir metin nakleder  ve  bu  metnin  başında es-Subki  «İbnu's-Salâh'ın   tilmizi   ve   en-NeVevî'nin şeyhi   Ebû  Şâme   der ki...»  diyerek daha  sonra  onun  sözünü  nakleder.   Bunun  sonunda   Ebû  Şâme  şöyle  demektedir :   «Buna ancak, içtihadı malum olan bir Alim kalkışabilir ki,   eş Şafiî (150-204)'nin  «Benim görüşüme muhalif bir hadîs gördüğünüz zaman,  hadisle  amel  edin, benim görüşümü terkedin.» sözüyle  kasdettiği böyle bir kimsedir,   yoksa   herkes   bu   işe   kalkışacak  demek değildir.»



     Muhaddis, fakih,  takva  sahibi  imamlardan naklettiğimiz bu son derece mühim açıklamalar neticesinde, eş-Şâfiî'nin bu sözüyle kimi kasdettiğini ve onun; aslında böyle olmadıkları halde, ilme ve âlimlere karşı büyüklük taslayanları kasdetmediği anlaşılmış olmaktadır."  Usül  derken  nasıl  bir  usülden  bahsettiğmiz  herhalde  daha  iyi  anlaşılmış  oldu  değil  mi?  Anlayana  sivri  sinek  saz,  anlamaya  davul  zurna  az!



  Allahü  Teala (cc)  mü'min  kardeşlerimi  bu  fitneden  (mezhebsizlik  ve  reformculuk)  FİTNESİNDEN  emin  eylesin.  AMİN  



(1)  Muhaddislerin  onun  hakkındaki  sözleri  için  bkz:  Mizânu'l-İ'tidal, III, 319 (Mütercim).



(2) et-Tâc es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şafiiyyeti'l-Kubrâ, VI. 138.



(3) et-Taki  es-Subki'nin  adı  Ali,  tam   adı da  Ali  b. Abdilkafi  es-Subki'dir.  (Muhammed 



      Avvame,  İmamların  Fıkhi  İhtilaflarında  Hadislerin  Rolü, sh:37-41)  A.  AZİZ