FELSEFENİN ÇALDIĞI İNSANLAR |
Şunu en başa koyalım: Kalpler ancak Allah'ın c.c. elindedir. Kimse sonundan emin olamaz. Biz her zaman imânımızı korumaya çalışmalıyız ve Allah'tan c.c. her zaman hüsn-ü hâtime istemeliyiz. |
05/04/2021 |
Hz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin en çok yaptığı duâ: "Ey kalpleri evirip çeviren Rabbimiz, kalplerimizi senin dininde sâbit eyle" idi. Çünkü kalp 'dönerse' her şey döner. Kalp değişirse her şey değişir. Bulunduğunuz hâle bakarak hep böyle devam edecek ve böyle kalacak diye bir çeşit 'emniyet' duygusu içinde olmamalıyız. Her zaman sonumuzdan korkmalı ve ince bir 'endişe' içinde olmalıyız. Çünkü bu duygu bizi 'diri' tutacaktır Allah'ın c.c. izniyle.. Bizler yaşadığımız toplumda çeşitli şekillerde sürekli kirleniyoruz. Ne yazık ki imânın ve islâm'ın hâkim olmadığı bir toplumda yaşıyoruz. İşte sâdece bu yüzden bile sürekli kirleniyoruz. Toplumun hemen her katmanında insanı 'kirleten' ve 'zehirleyen' çok şey olmasına rağmen, onları arındıran ve tedâvi eden etkiler ve mânevi hekimler oldukça azdır. Olanlar da toplumun diğer katmanları tarafından etiketlenir, ötekileştirilir ve kötülenir. Dolayısıyla 'temizlenmek' için çok özel çaba sarfetmeye ihtiyacımız vardır! Ancak herkes bunu sağlıklı bir şekilde yapamaz ve çoğu kez kendini 'akıntıya' bırakır. Tüm bunlarla birlikte, Özellikle okuyan ve düşünen insanlarda zaman zaman zihinsel 'gitgeller' olabilir. Çünkü okuyan insanlar farklı fikirlere, bâzen de bir çok 'bâtıl' düşünceye mâruz kalabilir. Onca 'fikir' bombardımanından sıyrılmak, kalbinde açılan yaraları sarabilmek ve en önemlisi onlara 'cevap' üretip iç dünyasında 'çürütebilmek' hiç de kolay değildir. Önceleri sırât-ı müstakim üzere olupta sonradan yoldan çıkan ve 'acayip' (şâz) fikirler ileri süren zatları (hocaları) biraz da böyle okumak ve anlamak gerekir. Çünkü bu zatların bir çoğu, çokça okuduğu için bir süre sonra, karşı arazinin kitaplarını da (merak edip) okumaya başlıyor. Artık büyük bir özgüvenle, "kendi kültürümün kitaplarını okudum ve biliyorum" düşüncesiyle beslendiği kitapları arkaya atabiliyor. İçinde 'zehirli' otların çokça olduğu karşı arazinin kitapları içinde 'cesurca' dolaşabiliyor. Eğer oradaki iddialara, vehimlere ve şüphelere zihin dünyasında verilecek sağlıklı 'cevapları' yok ise degrade 'değişim' başlıyor demektir! İşte ne oluyorsa bundan sonra oluyor! İnsana önce farklı ve ilginç gelen, içi 'çözümsüz' felsefe dolu kitapları okudukça zihni yeniden 'şekillenmeye' başlıyor! Sapma ve sırat-ı müstakimden uzaklaşma tam da burada başlıyor. Okuyan herkes bilir ki Felsefe ile uğraşan bir insan, eğer hazırlıklı ve 'donamlı' değilse mutlaka 'yara' alır. Çünkü felsefe vehim, 'şüphe' ve zan üzerine kuruludur. Birinin dediğini diğerinin kabul etmez. İçi adetâ 'çelişkiler' ve hurafeler yumağıdır. Tüm bu zihinsel hurâfe dolu felsefî kitapları 'savunmasız' ve hazırlıksız bir şekilde okuyan insanımızda 'gelgitler' ve 'şüpheler' oluşmaya başlar. Akabinde Önce, zihnindeki mevcut anlayışında yada 'inanç' sisteminde kendince bâzı 'tadilatlar' yapar. Ancak zamanla buda ona yeterli gelmez. Çünkü zihin yoğun bir şekilde bâtıl 'şüphe' bombardımana mâruz kalmıştır. İçinde yeni yeni şekillenen bu farklı yapı kendisini bir süre sonra iyice tatmin etmemeye başlar. Daha sonra inacındaki mevcut mânevi binayı tamamen 'yıkıp' yeni baştan, aklına, hevâsına ve 'zanlarına' göre bambaşka bir inanç sistemi inşâ eder. Sonra bizim karşımıza çıkar; "ben geliştim, değiştim eskiye sünger çektim, bambaşka bir insan oldum, "agnostik" oldum yâda önceki inancım "uydurulmuş dinmiş", ben şimdi indirilmiş dine inanıyorum" diyebilir! Mesela Daha önce zat evrim teorisine tamamem karşıyken, kendi ifâdesiyle: "Ben 800 tane evrim videosu seyrettim" diyebilir. Ardından bir bakarsınız açıkça evrim teorisine imân ettiğini ilân ediverir ve buna inanmayan insanları da hâşâ Kur'ân'a uymamakla, âyetleri inkâr etmekle itham edebilir! Felsefe Kimsenin kolay kolay 'sorgulayamadığı', sorgulayanların da acımasızca 'infaz' edildiği, insanlığa faydadan çok zarar getiren, kendine ve 'aklına' imân etmiş insanların oluşturduğu zihinsel vehimler, 'doğmalar' ve 'varsayımlar' bütünüdür! Felsefe Kendisini hakikat ve 'hikmet' arayıcısı gibi gösteren, ancak gerçekte hikmet ile ve onun gerçek sahibi ile 'kavgalı' olan, şeytandan aldığı 'vahyi', kendi zihinsel düşünceleri gibi sunan bâtıl ve tutarsız, bir yığın 'şüpheler' dünyasıdır. Felsefe İnsanı aslâ hakikate ve hikmete ulaştıramaz! Çünkü felsefe hikmetin sâhibi olan Rabbimiz ile kavgalıdır ama buna karşılık şeytanı ile son derece barışıktır. İnsanlara sâdece kendi çıkarımlarını yani aklının ulaştığı yerleri vâdeder, kendi doğmalarını doğru kabul edip insanların inanmalarını bekler! Felsefe İlk bakışta insan 'aklının' üretimi gibi gözükür, ancak gerçekte hiç de öyle değildir. Çünkü felsefe şeytanın insana bir çeşit' vahyidir'. Ama şeytan bu vahyi, kişinin kendi düşüncesi gibi gösterir. Buda onun bir başarısıdır. Felsefe ve sevenleri aslâ felsefenin 'eleştirmesini' kabul edemezler. Kendilerini bir başkasının eleştirmesini de tahammül edemezler. Özellikle bizler gibi 'inanç' sâhibi insanları felsefe üzerine yapımış olduğu haklı ve doğal eleştirilere bile şiddetle karşı koyar ve geri püskürtmeye çalışırlar. İşte bu yüzden felsefe eleştirisi pek yapılamaz. Çünkü yapanlar 'linç' edilmeyi göze almak durumundadırlar! FELSEFENİN YARALARI NASIL SARILABİLİR? Felsefe sonuçta bir şüpheler ve vehimler yumağıdır demiştik. 'Şüphe', şeytanın en çok sevdiği zehirdir. İlginçtir şeytan bir tek kendisinden şüphe ettirmez! Şeytan, topluma faydası olacak olanlarla herkesten daha çok ve daha 'özel' ilgilenir. Tâbi şuda bir gerçektir ki; şeytan, ancak bizim açtığımız kapıdan girebilir! 'Zaaflarımız' ona açılmış kapılarımızdır. Ancak ona karşı çoğu kez tek başımıza kolay kolay gâlip gelemeyebiliriz. Bu çok kolay değildir. Bunu ancak Allah'a c.c. teslimiyetle ve 'birlikte' sığınarak yapabiliriz. Felsefenin ve onun hâmisi şeytanın açtığı 'yaraları' giderebilmek için, içinde hiç şüphe olmayan Allah'ın c.c. kitabı olan Kur'ân ile tedâvi edilmelidir. İçinde 'şüphe' olmayan tek kitap Kur'ân'dır. Çünkü o Allah'ın c.c. sözleridir. Diğer tüm sözlerin ilacı ve şifâsı ancak Kur'ân'dadır. Sonuçta Kur'ân'ın şifâ olmadığı, tedâvi etmediği hiç bir şüphe ve 'maraz' yoktur! Tam korunma ise ancak ihlâs ve takvâ ile olur. Tüm bunlarla birlikte Bu derin yaralar Allah'a c.c. içten sığınmakla, çok duâ etmekle, çok hayırlar yapmakla, Kur'ân'a sarılmakla ve Hz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin 'sünnetlerini' yaşamakla mümkün olabilir. Kul, Allah'tan uzaklaşmazsa, Kendimizden emin olmadan Selâm ile. |