Yüce Allah hayatı da ölümü de kullarını imtihan için yaratmıştır: “O (Allah), hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir. Çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2.)
Sınav yeri dünya, sonuçların değerlendirileceği ve karşılığının verileceği yer ise ahirettir. Ahiret süreci ölümle başlar. Doğum gibi ölüm de yüce Allah’ın değişmez kanunudur. “Her canlı ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmran, 3/185; Enbiya, 21/35.) Ölümden kaçmak ve kurtulmak mümkün değildir. Ölüm asla bir son değil, geçici olan dünya hayatının bitmesi, ebedî olan ahiret hayatının başlamasıdır.
Sınavı kazanmanın yolu ise Rabbimizin emaneti olan hayatı onun rızasına uygun şekilde yaşamaktan geçer. Allah’ın (c.c.) kullarına bahşettiği en değerli nimetlerden biri olan hayat nimetinin kıymetini bilmeyen ve ömür sermayelerini meşru alanlarda kullanmayanlar ilahi sınavı kaybederler.
Yüce Allah Asr suresinde, asra/ zamana yemin ederek onun insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekmekte; ömür sermayelerini, inkâr ve günahlarla tüketen ve vakitlerini faydasız işlerle israf edenlerin sonlarının hüsran olacağını, inanıp salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin ise hüsranda olmayacaklarını haber vermektedir: “Andolsun zamana ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar ziyanda değillerdir).” (Asr, 103/1-3.)
Fahreddin Razi bu surenin tefsirinde şöyle diyor: “Vakti/ömrü değerlendirme açısından insan mutlaka zarardadır, kendisini bu zarardan kurtaramaz. Zira zarar, sermayenin kaybıdır. İnsanın sermayesi ise ömrüdür. Onun, ömrünü zayi etmediği anlar çok nadirdir. Çünkü her saniye, ömrünü alıp götürmektedir. Eğer insan, vaktini günahlarla geçiriyorsa büyük bir zarar içerisindedir. Hatta daha iyi, daha verimli, daha değerli işleri yapabilmesi mümkünken; bunları yapmayıp yalnızca mübahlarla yetiniyorsa yine zarardadır.” (F. Razi; Tefsirü’l-Kebir, Matbaa-i Âmire, İst, 1324, VIII/477.)
Seleften biri de “Asr suresinin manasını pazarda buz satan birinden öğrendim.” diyor. O şahıs sabahleyin pazara çıkar ve şöyle seslenirdi: ‘Sermayesi eriyen bu adama acıyın! Sermayesi eriyen bu adama acıyın!’ Onun bu sözünü işitince: ‘İşte insanın hüsranda/zarar ve ziyan içerisinde olmasının anlamı budur.’ dedim. Çünkü insana verilen ömür de buz gibi her saniye erimektedir. Eğer insan, ömrünü ziyan eder, maddi ve manevi herhangi bir şey kazanmaz veya ömrünü/zamanını yanlış yerlerde tüketir ve böylece vakit israfında bulunursa, bu durum insanın hüsranına neden olur.” (F. Razi; a.g.e, VIII/476.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de hadis-i şeriflerinde insanları Allah’ın verdiği maddi ve manevi nimetlerin kadrini bilmeye çağırırken; bunlar arasında, vakte, ömre, hayata ve hayatın devamı için büyük önem arz eden sağlığa özellikle dikkat çeker: “İki nimet vardır ki insanların birçoğu bunların kıymeti hakkında aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” (Buhari, Rikak, 1; Tirmizi, Zühd, 1.) “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin; ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin ve fakirlik gelmeden önce zenginliğin.” (Buhari, Rikak, 3; Tirmizi, Zühd, 25; Mışkât, 2/651.)
“Ahirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazandığırdan, onu nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden.” (Tirmizi, Kıyamet, 1.) Bu bakımdan ömür sermayesini israf etmemek ve hayatı Yaratanın rızasına uygun olarak yaşayabilmek için bir yandan salih amelleri arttırıp haram olan söz ve eylemlerden sakınmak; diğer yandan da geride kalan ömrün muhasebesini yapmak gerekir. İşte ramazan ayı bizlere bu açıdan çok önemli fırsatlar sunmaktadır. Zira bu ay, hayat ve ölümün muhasebesini yapıp ebedî âleme hazırlanabileceğimiz model zamanlardan biridir. Ramazan, bize vaktin farkına vararak Müslümanca yaşamayı öğretir. Orucun farz kılındığını bildiren ayetlerde ramazan ayına ve dolayısıyla bu ayın ebedî âlemi kazanmaya vesile kılacak şekilde değerlendirilmesine özellikle dikkat çekilmektedir. (Bakara, 2/183-185.)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) ramazan öncesinde yaptığı sohbetlerle, ashabının zihinlerini ve gönüllerini bu mübarek aya hazırlar ve şöyle buyururdu: “Mübarek ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.” (Nesâî, Siyam, 5.); “Ramazan ayı size bereketiyle geldi, Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duaları kabul eder. Allah Teâlâ sizin (ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayırdan yana Allah Teâlâ’ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir.” (Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, III, 344.); “Kim faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, İman, 28; Müslim, Salâtü’l-Müsafirîn, 13.)
Bununla birlikte şunu özellikle ifade edelim ki her ne kadar ramazan ayı, Allah tarafından mübarek kılınmışsa da onun bereketinden yararlanmak Müslüman’ın iradesine bırakılmıştır. Ramazan ayını bu bilinçle değerlendirmeyenler onun rahmet ikliminden yararlanamazlar. Hayatlarının muhasebesini yapıp ebedî âleme hazırlık yapanlar için ise ramazan ayı bulunmaz bir hasat mevsimi, maddi ve manevi arınma iklimidir.
Bu nedenle ebedî âlemde “keşke” dememek ve pişman olmamak için ramazan ayını da vesile kılarak hayatın ve ölümün muhasebesini burada yapmamız gerekir. İnsan bazen geçmişte yaptığı hatalara bakar ve “Keşke yapmasaydım!” der, yapması gerektiği hâlde yapmadığı iyi şeyler için de “Keşke yapsaydım!” diyerek pişmanlığını dile getirir. Kimisi hatasına yanar, kimisi aklını kullanmadığına, kimisi akıllı yatırım yapmadığına pişman olur. Önemli olan can bedende iken, elde muhasebe ve tövbe fırsatı varken yapılan yanlışlıkların veya işlenen günahların farkına varıp onlardan tövbe ederek arınmak ve temiz sayfalar açarak hayata devam edebilmektir.
Ahirette ise bu tür pişmanlıkların hiçbir faydası olmayacaktır. Orada insan, hayatta iken yaptığı her şeyin hesabını verecektir. Orası tövbe ve pişmanlık yeri değil, hesap verme yeridir. Kişiye ilahi bir ikram olarak salih amellerinin ödülü fazlasıyla verilecek, günahlarının ve haksızlıklarının karşılığı da misliyle ödettirilecektir. İşte o gün sonucun olumsuz olduğunu gören inkârcılar “keşke” diyerek pişmanlıklarını şöyle dile getirecekler: “…Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak…” (Enam, 6/27.), “Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.” (Şuara, 26/102.), “…Keşke Allah’a ve Resul’e itaat etseydik.” (Ahzab, 33/66.), “…Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız…” (Secde, 32/12.), “‘Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim.’ diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) ‘Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.’” (Fatır, 35/37.)
Böylece dünyada iken iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde bütün çabaları boşa çıkan (Kehf, 18/103-104.) inkârcılar ve zalimler: “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.” (Mülk, 67/10.); “…Keşke toprak olsaydım…” (Nebe, 78/40.) diyerek suçlarını itiraf edecekler ancak bunun kendilerine hiçbir faydası olmayacak.
Şunu da bilelim ki ahirette yalnızca inkârcılar değil, inandığı gibi yaşamayan kimi müminler de “Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım!” (Fecr, 89/24.), “Keşke ibadetlerimi düzenli olarak eda etseydim, keşke rahmet ve Kur’an ayı olan ramazan ayını daha iyi değerlendirseydim, keşke günahlardan sakınsaydım, keşke zekâtımı hakkıyla verseydim, keşke daha çok hayır yapsaydım, keşke helal ile yetinip haramlara uzanmasaydım, keşke gıybetten, dedikodudan, iftiradan, yalandan sakınsaydım, keşke kul ve kamu haklarını ihlal etmeseydim...” şeklinde pişmanlıklarını dile getireceklerdir. Ancak üzülerek ifade edelim ki tövbe kapısının açık olduğu, Rabbimizin af ve mağfiret çağrısının devam ettiği dünya hayatında iken bunlar yapılmadığı takdirde ahiretteki bu tür pişmanlıkların hiçbir faydası olmayacaktır.
Özetle söyleyecek olursak, hayatımız bütün yönleriyle sınav alanıdır. Sonunda her birimiz yüce Mevla’nın huzuruna varıp hesap gerçeğiyle karşılaşacağız. Bu nedenle hesabını verebileceğimiz bir hayatı yaşamak yegâne hedefimiz olmalıdır. Dünyanın geçiciliğine, şehvet, şöhret ve servetine aldanarak ebedî hayatımızı tehlikeye atmamalı, ahiret hayatının en önemli basamağı olan ölüm gerçeği ile ansızın karşılaşacağımızı asla unutmamalıyız. Rabbimizin; “İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.” (Enbiya, 21/1.) buyurduğu gaflet ehlinden olmamak için af ve mağfiret ayı olan ramazan ayını iyi değerlendirmeli; “Cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı ve şeytanların zincire vurulduğu” (Buhari, Savm 5; Müslim, Sıyâm 1- 5.) bu ayda nefsimizi terbiye, ruhumuzu tezkiye ve şeytanları hayatımızdan tasfiye etmeliyiz.
Unutmamalıyız ki attığımız her adımla, alıp verdiğimiz her bir nefesle ölüme hızla yaklaşıyoruz. Bu dünyada yapıp ettiklerimizin karşılığını ebedî âlemde göreceğiz. Zira “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzal, 99/7-8.) Bu bakımdan bizlere verilen ömür sermayesini ahiret hayatında kazançlı çıkacak şekilde değerlendirmeye, “Lezzetleri yok eden ölümü” (Tirmizi, Zühd, 4.) ve hesabı sıkça tefekkür ederek hayatımızın her alanında Müslümanca yaşamaya gayret etmeliyiz.
Dr. Muhlis AKAR / DİYANET AYLIK DERGİ