ŞEHR-İ RAMAZAN VE SORUMLULUK BİLİNCİ / Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

Takva, savm ve imsak sözcükleri arasında mana olarak bir birliktelikten söz edebiliriz. Takvanın temel anlamı, korunmaktır. Oruç manasına gelen “savm” ise, “bir şeyden uzak durmak ve bir şeye karşı kendini tutmak” demektir.
23/04/2020


İslamiyet’te ramazan orucu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicretinin ikinci yılında farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, ramazan orucunun farz kılınmasıyla ilgili bir ayette şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183.) Bu ayette geçen “Sizden öncekilere...” ifadesinden maksat birinci derecede Yahudiler ve Hristiyanlardır. Bütün bu bilgiler bize, oruç tutmanın sadece ümmet-i Muhammed’e has olmadığını, bizden önceki ümmetlere de farz kılınmış olduğunu göstermektedir. Bu ayete göre orucun farz oluşunun hikmeti, takva bilincini kazanmaktır. Sözlükte sakınma, kaçınma, korunma anlamına gelen takva, terim olarak; iman edip emir ve yasaklarına uyarak, Allah’a karşı gelmekten sakınmak, dünya veya ahirette insana zarar verecek, ilâhî azaba sebep olabilecek söz ve davranışlardan ve her türlü günahtan uzak durmak manalarına gelir. (Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, 1986, s. 732.) Takva kavramının kapsamına iman, ihsan, ihlâs, ibadet, itaat, salih amel, iyilik ve adalet gibi dinî ve ahlakî kavramlar girmektedir. İşte takva, bu kavramların ifade ettiği bütün anlamları içermektedir.



Din dilinde; takva, savm ve imsak sözcükleri arasında mana olarak bir birliktelikten söz edebiliriz. Takvanın temel anlamı, korunmaktır. Oruç manasına gelen “savm” ise, “bir şeyden uzak durmak ve bir şeye karşı kendini tutmak” demektir. (İsfehânî, el-Müfredat, s. 428.) İmsak da, “tutmak, zapt etmek, zaptu rapt altına almak” anlamlarına gelir. İşte, İslam’da bir ibadet disiplininin adı olan oruç, insanı kötü, sevimsiz işler yapmaktan alıkoyan, insan hayatını düzenleyen, derleyen, dağınıklıkları yok eden bir özelliğe sahiptir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.): “Oruç, ateşten koruyan bir kalkandır.” (Buhari, Savm, 2.) buyurmuşlardır. Nasıl ki bir savaşçıya okun isabet etmesini kalkan engelliyorsa, her birisi Allah’a isyan anlamına gelen günah işlemeye de tuttuğumuz oruçlar engel olmaktadır. Yine bir başka rivayette Muhammed Mustafa (s.a.s.): “Size biri oruçlu iken sataşırsa ben oruçluyum desin.” buyurmuşlardır. (Buhari, Savm, 9.) Bu sebeple orucu, bizi günah fiilleri işlemekten tutsun diye tutarız. Günlük dilde kullandığımız “kendini tutmak” tabiri belli bir irade eğitimi sonucunda gerçekleştirilen bir davranış türüdür. Yoksa insanın olaylar karşısında kendini tutması ve kontrol etmesi çok zordur. Bu bir sabır işidir. İnsanın başına gelen sevimsiz hadiselerin çoğu, iradesine hâkim olamamaktan ve kendisini tutamamaktan gelir. Bu manada oruç, insana irade ve öfkesini iyi yönde yönetme ve kontrol etme alışkanlığı kazandırır.



İslam’da ibadetlerin nihai amacı, güzel ahlak sahibi bir Müslüman yetiştirmektir. Ramazan ayında bizler sadece “oruç” ibadetini yerine getirmiyoruz. Aynı zamanda Kur’an’ın doğum ayı olan bu kutlu ayda, Kur’an-ı Kerimi okuma ve anlama çabası içerisine giriyoruz. Ayrıca, mümkün olduğu kadar beş vakit namazla birlikte teravih namazlarını camide cemaatle kılma konusunda duyarlılık gösteriyoruz. İtikâf, zikir, zekât, sadaka, infak gibi ibadetleri de büyük bir coşkuyla yerine getiriyoruz. Bütün bu ibadetlerin çıktısı, bize, paylaşma, hasbîlik ve diğerkâmlık gibi ahlaki erdemler şeklinde geri dönüyor.  Elbette yerine getirilen bütün bu ibadetler bir Müslümanın ferdî hayatıyla sınırlı kalmıyor, aksine, sosyal sorumluluk bilincimizi daha da artırıyor. Çünkü bizim sadece kendimize değil, başta Yüce Allah olmak üzere, ailemize, akrabalarımıza, yakın ve uzak komşularımıza, içinde yaşadığımız topluma, evrende bulunan canlı ve cansız tüm varlıklara ve bütün bir insanlığa karşı yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımız vardır. Bu yönüyle ramazan ayı, toplu ibadet ayı olmanın yanı sıra sosyal boyutları olan bir aydır. Dünyanın neresinde olursa olsun bütün Müslümanlar, belirlenmiş zaman diliminde oruç tutarlar, iftar ederler. Ayrıca, varlıklı olan Müslümanlar, genellikle zekât, sadaka gibi ve her türlü yardım faaliyetlerini bu ayda yerine getirirler. Bu toplu ibadet iklimi Müslüman gönüllerde merhamet ahlakını ve kardeşlik duygusunu geliştirir ve pekiştirir. Oruç tutmak, empati yapmamızı, açlık ve susuzluğun ne anlama geldiğini bizzat yaşayarak öğrenmemizi sağlar. Başımıza gelebilecek savaş hali, yoksulluk, deprem, kitlesel hastalıklar gibi nice mahrumiyetler karşısında nasıl sabır gösterileceğini öğretir. Bu açıdan oruç, güzel bir muallimdir, eğiticidir.



Ramazan ayında yapılan ibadetler, insanın günahlardan arınmasına ve manevi kanallarının açılmasına vesile olur. Nitekim bir rivayette şöyle buyrulur: “Kim bu ayda gönülden inanarak ve sırf sevabını da Allah’tan bekleyerek oruç tutar ve namaz kılarsa, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulmuş olur.” (Buhari, Savm, 2, 4, 8, 9; Nesâî, Sıyâm, 39.) İbadetlerde şekil boyutu kadar mana boyutu da çok önemlidir. Bunlardan birisi eksikse, ibadetlerden pozitif yönde beklenen ahlaki ve ruhsal değişim ve gelişim gerçekleşemez. İbadetlerin mana boyutundan kasıt, ihlas ve samimiyetle birlikte şekil cephesinin sembolik anlamını kavramak oluşturur. Bundan dolayı Müslümanların ibadetle âdeti birbirinden ayırması gerekir. Bu da ancak sahih niyet ve samimiyetle olur. Çünkü ibadetlerin ruhunu teşkil eden niyet ve ihlas, bütün ibadetlerin iliği mesabesindedir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır.” (Hac, 22/37.) Hz. Peygamber (s.a.s.)’dan gelen bir rivayette de şekilde kalıp mana boyutu kavranamayan ibadetler hakkında: “Nice oruç tutanlar vardır ki onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmalarıdır.” (İbn Mâce, Sıyam, 21.) buyrulmuştur. Öyleyse, oruç tutan bir Müslüman dilini, yalan sözden, yalan yere şahitlik etmekten, gıybet ve dedikodu yapmaktan korumalıdır. Eğer bu koruma olmazsa ibadetlerden sevap ve ecir alamayız. Bu konuda Resul-i Ekrem’in şu uyarıları göz ardı edilmemelidir: “Kim ki yalan söylemeyi ve yalanla amel etmeyi bırakmazsa Cenab-ı Hak o kimsenin yemesini, içmesini, bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat etmez.” (Buhari, Savm, 902.) İslam’da esas olan kişinin tutum ve davranışlarında ahlaki olgunluğa erişmesidir. Ahlaki erdemleri kuşanan, iyiyi eylem hâline getiren ve her türlü kötü davranıştan kaçınan bir Müslüman çevresine güven verir ve sorumluluk bilinciyle hareket eder.



Acaba mübarek ramazan ayının bize kazandırdığı sorumluluk bilinci nedir?



Terim olarak oruç, tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar şer‘an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel temastan uzak durmayı ifade eder. Bu manada ramazan ayı evvela bize vaktin değer ve önemini bilme sorumluluğu kazandırır. Ramazan ayı bir ay boyunca bir kimsenin yirmi dört saatini meşgul eder. Örneğin, vaktin doğruluğu hesaplanacak, sahur vaktinde kalkılacak, sahur yemeği yenilecek belli bir saatten sonra iftar vaktine kadar yeme içme bitirilecektir. Gündüz evde geçirdiğimiz zamanları faydalı hale getirebiliriz. İbadet, dua, tesbih ve Kur’an tilavetinin yanı sıra kitap okuyarak vaktimizi bereketlendirebiliriz. Zekat ve fıtır sadakalarımız hesaplanıp dağıtılacak, icabında toplumun ihtiyaç sahiplerinin diğer maddi İslam’da manevi ihtiyaçları karşılanacak, böylece gün içinde birçok insan sevindirilmiş olacaktır. Bunun neticesinde varlıklı Müslümanlarla yoksul Müslümanlar arasında uzlaşı, kardeşlik ve dostluk köprüleri kurulacak, bundan da güçlü toplum ortaya çıkacaktır. Akşam vakti, tam vaktinde iftar edilecektir. Yemek yenecek, istirahat edilecek, sonra teravih namazı kılınacaktır. Belki de bu yıl salgın nedeniyle teravih namazlarını evimizde aile fertleriyle kılacağız. Her sene, bütün senenin bu bir ayı zarfında muntazam programlı bir şekilde Müslümanlar kendilerini eğiteceklerdir. Hiç şüphesiz, işlerin ramazan ayına göre planlanıp programlandığı disiplinli hayat, Müslümana vaktin son derece değerli olduğu şuurunu kazandırır.



 



 



 



Gerçek anlamda yerine getirilen ibadetler, bizde farkındalık bilinci oluşturur. Eğer kıldığımız namazlar, bizi yetim, öksüz ve yoksullara sahip çıkma duyarlılığını ve onlarla paylaşma ahlakını ilham etmiyorsa, bu bizim kıldığımız namazlardan gafil olduğumuzu gösterir. (Maun, 107/17.) Yine eğer tuttuğumuz oruçlar bizi, yalan söylemekten, dedikodu yapmaktan, yalan yere yemin etmekten alıkoymuyorsa, oruçtan elde edeceğimiz kâr, sadece sabahtan akşama kadar aç ve susuz kalmaktır. Eğer okuduğumuz mukabeleler, hançereden aşağıya inmiyor ve hayatımıza yön vermiyorsa, biz hala Kur’an’ın indiriliş amacını kavramamışız demektir. Nasıl ki mikrop virüsleri beden sağlığımızı bozuyorsa cehalet virüsleri de ibadetlerimizi boşa çıkarır. Bu sebeple ibadetlerimizin kabulünde; bilgi, bilinç ve Allah rızasının önemli olduğu unutulmamalıdır.



Öte yandan, insanda ruh ve beden sağlığı çok önemlidir. Oruç da namaz gibi bedenî bir ibadettir. Oruç bir ay müddetle bütün iç organlarımızı özellikle midemizi ve karaciğerimizi dinlendirir. Bedenin hareketini düzenler. Bedene güzellik ve zindelik verir. İnsanların manevi hayatında ulvi ve yüce duygular uyandırır. Allah sevgisi ve O’na olan bağlılığımızı güçlendirir.



İslam’da kardeşlik sınır tanımaz. Müminlerin iyilik eli, sınır ötesi ihtiyaç sahiplerine uzanır. Çünkü Müslümanlık, sadece din kardeşlerini değil bütün insanlığı Âdem’in çocukları olarak görür: “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” (EsSuyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Câmiu’s-Sağîr, Kahire, ts. II, 228) nebevî kavli bunu teyit eder. Biz bunun açık örneğini İslam’ın “komşuluk” anlayışında görebiliriz. Kur’an’da geçen şu ayette komşuluk kavramı, yakın ve uzak komşu diye ikiye ayrılmaktadır: “Onun için Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez. (Nisa, 4/36.) Bu sebeple yakın ve uzak komşu, hangi inanca ve hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun bunlara bakılmaz, sadece insan oluşundan hareketle ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatılır.



Bugün Afrika’da elli milyon insan değişik nedenlerle kronik açlık, susuzluk çekmekte, insanca barınma imkânlarından yoksun yaşamakta ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmektedir. Binlerce insan yaşamını yitirmektedir. Bütün bu yaşanan acı hayatlar ekranlar aracılığıyla sabah akşam evlerimize taşınmaktadır. İşte bu yoksul insanlara uzatılacak her yardım eli, aynı zamanda istikrar ve huzur arayan dünyaya sosyal barış olarak geri dönecektir. Korona virüsü sebebiyle iş yerlerini kapatmak zorunda kalan, çalışamayan, işini kaybeden ve sıkıntılı günler geçiren insanlara yardım etmek Müslümanlığımızın gereğidir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemiz için de sıkıntılı olan bu süreçte yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıyız. Böylece el birliği ile bu sıkıntıları geride bırakabiliriz.



Sonuç olarak, ramazan ayı bir arınma ayıdır. Eğer insan, gönül ve zihin dünyası başta olmak üzere bütün organlarına oruç tutturursa beden ülkesini yöneten bir varlık haline gelir. Bu da insanda başkalarını düşünme ve onlara karşı sorumluluklarını kuşanma ahlakını geliştirir. “Ben Müslümanım” diyen herkes, iyiliğin yeniden bu coğrafyada ve bütün dünyada hayat bulması için seferber olur. Rabbine, kendisine, ülkesine ve bütün insanlığa karşı sorumluluklarını yerine getirir. Bu sorumluluk bilinciyle hareket eden her iyilik öncüsü, dünyayı iyiliklerin değiştireceğine inanır ve ona göre var gücüyle çalışır.



 



Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ / DİYANET AYLIK DERGİ