Kudret elinin şekil verdiği toprak heykel ruhla buluşunca Âdem var oldu. İnsanın melekleşme ile en aşağılık konumu birleştiren çizgi üzerinde yaşadığı iniş çıkışlar bu ikili yapının eseridir. Ruh, insanı yüceltme gayretinde iken toprak aşağılara çeker gibi. Hem iyilik ve itaat hem de kötülük ve isyan edebilme kabiliyetine sahip olmak. İnsanı melek ve şeytandan ayıran işte bu durumdur. “Mükerrem varlık” niteliği insana bu özelliğin armağanıdır. Dünya hayatına hâkim kılınan imtihan olgusunun arka planında da aynı şey vardır.
Din ve vicdan gibi iki temel rehberin bütün uyarılarına rağmen insan yine de yanlış yapar ve günah işler. Her günah Allah’a karşı sergilenmiş bir isyan eylemidir. Ancak bu isyan eylemleri hemen cezalandırılmak yerine, isyankârın önünde tövbe ve suçu telafi etme imkânı daima açık tutulur.
Günah ve tövbenin hikâyesi Hz. Âdem ve Havva ile başlar. İlk kabul edilen tövbe de onların tövbesidir. Şeytanın yalanlarına kanılarak “Bu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” uyarısı çiğnenince olan oldu ve cennetten çıkarıldılar. (Bakara, 2/35-36.) Suçlularda bir pişmanlık ki tarifi imkânsız. “Rabbimiz! Biz kedimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ziyana uğrayanlardan oluruz.” (Araf, 7/23.) diye seslendiler Allah’a ve tövbeleri kabul edildi. (Bakara, 2/37.)
Dünyaya tertemiz, günahsız olarak gelen insanoğlunun günaha bulaşma tehlikesi karşısında en büyük sığınağı tövbe kapısıdır. İnsan tüm beşeri zaaf ve yenilmişliklerin biriktirdiği negatif enerjiden tövbe ile kurtulur. Tövbenin özünde Allah’ın rahmet ve affediciliğine itimat vardır. Kul, sergilediği bütün aykırılıklara, bütün aşırılıklara ve taşkınlıklarına rağmen bu sonsuz kaynaktan ümidini kesmez. Azap uyarısına karşı yine o uyarının kaynağına yönelip sığınır. Bu sığınış Rahman’dan aldığı teşvikle beslenir. Çünkü ilahî davet açık ve nettir: “… Rabbinize yönelin ve ona teslim olun.” (Zümer, 39/54.)
Affedilebilecek günah, gaflet ve nefse esir olma zaafının bulunduğu günahtır. Evet, insan günah işler ama mümin, doğrudan Allah’a isyan amacı ile günah işlemez. Rabb'ine imanı olmakla birlikte şeytana yenik düştüğü, kendini nefsinin arzularına kaptırdığı için günah işlemiş olur. Eğer isyan amacıyla kasten günah işlemiş olsaydı bu küfürle eş değer olurdu. Şeytanın ebediyen rahmetten kovulması Allah’ın emrine bile bile karşı gelmesi ve bunda inatla ısrar etmesi sebebiyledir.
Tövbe gerçekte bir ruhi ve zihinsel dönüşümün eyleme yansımasını ifade eder. Tövbenin dil ile ifadesi insanın günaha direnmesi konusunda iradeyi uyaran ve güçlendiren bir etkiye sahiptir. Ama onun asıl oluşumu kalpte başlayıp davranışlarla tamamlanır. Kalp pişmanlık duyup günahların esaretinden kurtulmaya karar verince irade bu işi hayata geçirir. Bu sebeple günahtan dönüşün özünde Allah’a karşı işlenen suça duyulan pişmanlık üzerine verilen bir söz yer alır. Tövbenin kimyası bu pişmanlıkla yoğrulmuştur. İnsanın içini yakan, yakarken de günahları kül eden bir pişmanlıktır bu. -Günahı terk edip bir daha işlememek, kul hakkı söz konusu ise helalleşmek tövbenin tamamlayıcı unsurlarıdır.- Tüm benliği kaplayan bu pişmanlığa Kur’an, nasuh yani samimi tövbe adını veriyor. Samimi tövbe günahların affedilişinin ve cennete girişin rehberi konumundadır. (Şûra, 66/8.) Ayette “Allah tövbe edenleri ve (bedenen) temizlenip ak-pak olanları sever.” (Bakara, 2/222.) buyrulur. Bu mesajda iç dünyamızı temizleyen tövbenin ardından maddi temizliğin zikredilmiş olmasına dikkat edelim. Ayetin söz dizimi bize şunları söyler gibidir: Dünyaya tertemiz olarak gelen kul, şu veya bu sebeple ruhunu ve bedenini kirletecek fiil ve ortamlarda bulunabilecektir. Allah işte bu durumdan kurtulmak için her bakımdan temizlenen ve fıtratın verdiği asli yapıya doğru yol alan kullarını sever. Bu temizlenme işleminde öncelik manevi temizlenmeye verilmiştir. Çünkü dış yapımız iç yapının aynasıdır. Dış yapı temizliği, iç yapının temiz olması ile kıvamını bulur.
Allah Teala mümin kullarına iman nitelikleri ile hitap ederek onlara tövbe etmelerini emreder. Tövbe edenlerin günahlarını bağışlayarak onları cennete koyacağını beyan eder. (Tahrim, 66/8.) Namazı, orucu, haccı, zekâtı emreden ayetler ile tövbe etmeyi emreden bu ayet arasında hüküm bakımından hiç fark yoktur. Bu ibadetlerin her birinin kesin olarak farz olması gibi tövbe etmek de Müslüman için farzdır. Mademki insanız öyleyse her zaman tövbe etmek ihtiyacındayız. “Günah işlemedim ki, niçin tövbe edeyim.” anlayışı yanlış olur. Çünkü önemsemediğimiz öyle işler vardır ki bizi günaha sürüklemiş olur da farkında bile olmayız. Rasulüllah’ın (s.a.s.) “Günde yetmiş kereden fazla tövbe ve istiğfar ediyorum.” (Buhari, Daavat, 3.) şeklindeki beyanı bize bu konuda yöneltilmiş bir uyarı içermektedir. Yapıp ettiklerimiz, kulluk bilincimizin ve imanımızın kuvvet derecesini gösterir. İşlenen her günah bu noktalarda aşınmalara sebep olur. Bu hasarın telafisinin tek yolu tövbe etmektir. Bizi tövbeye yönelten pişmanlık hâli gerçekte yeniden kulluk bilincine dönüşün ifadesidir. Tövbe ile affedilme ümidi yeni bir enerji kaynağı olarak imanı güçlendirir. Bu hareketlenmenin arkasında, işlenen günahları Allah’ın tövbe ile affedip sevaba dönüştüreceği müjdesi vardır. (Furkan, 25/70-71.)
Bilerek veya bilmeyerek her gün büyük ya da küçük bir ya da birkaç günah işlemekten hiçbirimiz güvende değiliz. Bu sebeple tövbe etmekte geç kalınmamalıdır. Bir an önce hatadan dönmek ve manevi kayıpları telafi etmek gerekir. Böyle davranmak müminin yararınadır. Abdurrahim-i Rûmî (ö. 850 /1446) bize yol gösteriyor: “Tövbe yarabbi hata râhına gittiklerime, Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime.”
Allah’ın rahmaniyet sıfatı tövbe eden kulları hakkında âdeta özel bir yapıya bürünür. Haddi aşarak emrine karşı gelen kullarını cezalandırmak yerine affederek cennete koymayı ister. Bu, rahmet sıfatının adalet sıfatına öncelenmesi demektir. Ancak kulun bir adım atarak bu öncelemeye zemin hazırlaması beklenmektedir. Yapılması gereken ise tövbe etmektir. Bu sebeple tövbe etmek Kur’an ve sünnette daima teşvik görmüştür. Şu müjdeye bakınız: “Her Âdemoğlu günah işler. Günah işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.” (Tirmizi, Zühd, 30.)
Kulun isyandan itaate yönelişi Allah’ı razı ve hoşnut kılmaktadır. Hz. Peygamber Allah’ın bu hoşnutluğunu çok güzel bir benzetme ile dikkatlere sunmuştur. Buyurur ki Rasulüllah, “Kulun tövbe etmesi sebebiyle Allah’ın sevinmesi çölde bineğini kaybettikten sonra onu bulan kişinin sevincinden daha fazladır.” (Müslim, Tevbe, 2674.) Rabb'imizin bize olan merhamet ve şefkati böylesine çok ve kapsamlıdır. “Allah Teala gündüz günah işleyen kul gece tövbe etsin diye gece sabaha kadar; geceleyin günah işleyen de tövbe etsin diye gündüz akşama kadar rahmet elini uzatıp bekler.” (Müslim, Tövbe, hadis no. 29.)
Bu noktada, “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz Allah, sizin yerinize günah işleyen ve tövbe eden bir topluluk yaratır ve onları bağışlardı.” (Müslim, Tevbe, 10.) hadisini nasıl anlayacağız? Hadiste günah işlemeye değil, günah işlemekten kaçınmanın zorluğuna işaret ederek tövbeye teşvik vardır. Sanki şöyle buyrulmuştur: Şu veya bu şekilde günah işlersiniz. Günah işleyince de Allah’ın rahmetinden uzaklaşırız zannına kapılmayın. Aksine tövbeye yönelin. Tövbe sonuçta inanana Rabb'ini hatırlatarak ona yönelmesini sağlar. Belki de insanın iman vasfı yanında günah da işleyebilme niteliğine sahip kılınmasının hikmetlerinden biridir bu.
Acaba her şeye rağmen tövbe etmeyi hep erteleyen insanın durumu nedir? Ne zamana kadar tövbe ederse geç kalmış olmaz? Bunun için temel ölçü insanın iradesini kullanarak bir şeyleri değiştirme imkân ve vaktinin bulunmasıdır. Bu şartlar altında usulüne göre yapılacak tövbeler inşallah geçerlilik kazanır. Kişinin hayattan ümidini kesmesi, artık son nefeslerini yaşadığı ana gelmesi ile bu imkân ortadan kalkar. Rasulüllah, “Canı boğazına gelmedikçe Allah tövbeyi kabul eder.” (Tirmizi, Daavat, 103.) buyuruyor. Kâinatın ömrünün sona ermesi yani kıyametin büyük alametlerinin belirmesi ile bütün insanlar tövbe etme imkânını yitirmiş olurlar. “Güneş batıdan doğmadan önce tövbe edenin tövbesini Allah kabul eder.” (Müslim, İman, 12.) hadisi bu gerçeği ifade ediyor.
Önemli bir mesele de tövbe ederek ortaya konulacak değişimin göreceği negatif tepkiyi karşılayacak bilinç ve kararlılık göstermektir. Allah’a karşı görevleri karşısında hayatına yeni bir yön veren kişi önceki yakın çevresinin ya da rastgele bir kişinin olumsuz bir tavır ya da sözüne muhatap olabilir. İşte bu noktada güçlü ve bilinçli olmak gerekir. Aksi takdirde şeytanın da desteği ile tekrar başa dönülebilir. Bir tanıdığım, yakın ilişki içinde olduğu bir genci ikna ederek camiye götürmüştü. Namazdan çıkarken cemaatten birisi daha önce hiç namaz kılmadığını bildiği bu gence, “Senin burada ne işin var?” diye sorar. Bu namaz gencin kıldığı ilk ve son namaz oldu. O hâlâ namaz kılmıyor.
Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ / Diyanet Aylık Dergi