İnsan, beden ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Onun hem maddi, hem manevi yönü vardır. O, ne sadece maddi yönüyle insandır ne de sadece manevi yönüyle, her ikisiyle birlikte insandır. İnsanın varlığını sürdürebilmesi için maddi yönü olan bedeninin hava, su ve diğer gıdalara ihtiyacı vardır. Benzer şekilde onun manevi varlığını huzurlu bir şekilde sürdürebilmesi için manevi gıdaya ihtiyacı vardır ki bu gıda en başta vahiydir. İnsan ruhu vahiyle beslendiği sürece diri kalacak, huzurlu olacaktır.
Yüce Rabbimiz, insanı havasız, susuz, gıdasız bırakmadığı gibi; vahiysiz de bırakmamıştır. Bunun içindir ki ilk insan ilk peygamberdir. Peygamber, kendisi ve tüm insanlık adına vahye muhatap olan kişidir. İlk insan ve ilk peygamberden sonra da vahiy ile Allah-insan irtibatı devam etmiştir. Son olarak da son peygamber vasıtasıyla, ona indirilen Kur’an ile bu ihtiyaç karşılanmıştır. Bir ayetinde Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizlersiniz. Allah ise hiçbir şeye muhtaç değildir ve mutlak kemaliyle hep övgüye layık olan O'dur.” (Fâtır, 35/15.) İnsanın Yüce Allah’a muhtaçlığı, O’nun maddi ve manevi gıdalarına olan muhtaçlığıdır. İnsan, sağlıklı ve huzurlu bir şekilde varlığını ancak bunlarla sürdürebilir. İnsanlık tarihi boyunca insan, vahiyle irtibatlı olduğu ve vahiy çizgisinde yaşadığı sürece huzurlu, saygın ve izzetli bir hayat yaşamıştır.
Vahyin son halkası olan Kur’an, insana gelmiştir, insan için gelmiştir. Ona hayat vermek için, onu diri tutmak için gelmiştir. Nitekim bir ayette o, “Allah ve Rasulünün çağırdığı hayat veren şey” (Enfâl, 8/24.) hayat iksiri olarak tanımlanmış, bir başka ayette de onun “dirileri uyarmak için indirildiği” (Yâsîn, 36/70.) beyan edilmiştir. Onun için vahiy, insan için hayati değere sahiptir. Vahyin insanlık için hayat kaynağı oluşunu en iyi anlayanlardan Peygamberimizin dadısı Ümmü Eymen, Hz. Peygamber vefat ettiğinde ağlıyordu. Onu bu hâlde gören Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, “Niye ağlıyorsun, Allah katında olanlar Rasulüllah için daha hayırlıdır.” dediklerinde Ümmü Eymen şöyle demiştir: “Ben, Rasulüllah için, Allah katında olanların daha değerli olduğunu bilmediğimden ağlamıyorum. Ben asıl semadan inen vahyin kesilmiş olmasına ağlıyorum!” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe103; İbn Mâce, Cenâiz 65.) Evet Ümmü Eymen biliyordu ki Peygamberimizin sağlığında kendisine inen vahiy hayata dairdi, hayata müdahale ediyordu ve istikamete yönlendirerek hayatı anlamlı hâle getiriyordu. Peygamberin sağlığında insanlık, Yüce Yaratıcı ile vahiy aracılığı ile irtibat kurabiliyor, sorularına cevap, sorunlarına çözüm bulabiliyordu. Yaşadıkları olaylara ışık tutmak üzere inen ayetler, onlara hayat veriyor ve onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıyordu. Aslında benzeri bir vahiy özlem ve tutkusunu Peygamberimizin hayatında da görmekteyiz. Vahyin ilk yıllarında bir ara vahiy kesilir gibi olmuş (fetret-i vahiy), bunun üzerine Peygamberimiz mahzunlaşmış, ardından onu rahatlatan şu ayetler inmişti: “Yemin olsun, kuşluk vaktine… Kararıp sakinleştiğinde geceye ki… Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı…” (Duhâ, 93/1-3.) Özlemle beklediği vahiy meleğinin gelmesi geciktiğinde semaya gözlerini diken Peygamberimiz (Bakara, 2/144.), melek gelince ona, gelmez oldun, geciktin diyerek bu özlemini dile getirirdi. (Buhari, Tefsîr 19.) Onun bu özlemine karşılık vahiy meleğinin cevabı şu şekilde Kur’an’da yer almıştır: “Biz melekler ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunlar arasında olan her şey O'na aittir. Senin Rabbin unutkan değildir.” (Meryem, 19/64.) Peygamberimizin vahye düşkünlüğünü vahiy cümlelerini vahiy meleğinden alırken gösterdiği heyecanlı çırpınışından da anlamaktayız. O gelen ayetleri kaçırırım da ezberleyemem endişesiyle dudaklarını kıpırdatıyor ve onu okumakta acele ediyordu. Bunun için onu rahatlatan şu ayetler inmiştir: “Sana vahyi tamamlanmadan Kur’an hakkında aceleci davranma ve "Rabbim! İlmimi arttır" de. (Tâhâ, 20/114.) Vahyi tam alma telaşı yüzünden dilini kımıldatma. Onu zihninde toplama ve onu okumanı sağlama işi bize aittir. O hâlde onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra onu anlatmak da elbette bize aittir.” (Kıyame, 75/16-19.) Hz. Peygamber’in bu vahiy tutku ve özlemi, vahyin hayatındaki yerini ve onu ne kadar önemsediğini gösterir. Nitekim onun peygamberliği vahiyle başlamış ve vahyin kesilmesinden kısa bir zaman sonra da son bulmuştur.
Peygamberimizin dünyadan ayrılmasıyla birlikte vahyin inmesi sona ermiştir. Ancak O, Yüce Allah’tan aldığı vahyi orijinal diliyle ve hâliyle insanlığa Kur’an-ı Kerim olarak emanet etmiştir. Kur’an ile insanlar, bugün de Yüce Yaratıcı ile irtibat kurabilmekte, bir anlamda O’nunla söyleşebilmekte, sorularına cevap ve sorunlarına çözümü onda bulabilmektedirler.
Kur’an, pek çok ayet ve hadiste farklı kelime ve ifadelerle kendisini tanıtır. Bu açıklamalarda Kur’an için yüzden fazla isim ve sıfat kullanılmıştır. Bu onun çok yönlü ve kapsamlı bir kitap olduğunu gösterir. Evet, Kur’an birkaç kelimeye sığmayacak kadar zengin ve kapsamlı bir düsturdur. Şöyle ki O, sürekli okunan ve okunması gereken Kur’an’dır. Allah katındaki ilahî arşiv/Levh-i Mahfuzda yazılı olan, peygamberine iner inmez yazıya geçirilen ve bize de yazılı metin olarak değişmeden intikal eden Kitap’tır. O, hakkı batıldan ayırt eden Furkân’dır. Kaynağı, inişi, içeriği bakımından salt Hak'tır. O, kendisine tutunanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran ve onların yolunu aydınlatan ışık kaynağı Nûr’dur. O, insanlara öğüt veren Zikr ve Mevıza’dır. O, doğru yolu gösteren Hidayet rehberidir. Muhataplarına hikmetler ikram eden Kerîm ve Hakîm kitaptır. O, gönüllere Şifa'dır. O, Yüce Allah’ın kullarına sunduğu kopmaz sağlam tutamak Hablullah’tır. O, kendisine tutunanlara dünya ve ahirette şerefli bir hayat kazandıran Azîz kitaptır. O, yeryüzünde Allah’ın kullarına sunduğu edep sofrası Me’debetullahtır. (Dârimî, Mukaddime, 20.)
Kur’an, cana can katan Ruh’tur
Kur’an’ın bir adı da Ruh’tur. Ruh, hayat kaynağı olan, insana hayat veren, onu diri tutan iksirdir. Kur’an’ın pek çok ayetinde ruh, melek ve özellikle de vahiy meleği hakkında kullanılmıştır. Cibril’in bir adı da Ruhu’l-Kudüs’tür. Ayetlerde melekler zikredilir, özel olarak da ruh anılır. Çünkü ruh, meleklerin şahıdır. Topluma hayat veren, yöneticidir. Evet, vahiy meleğine ruh denmiştir. Çünkü o, cana can katan, var olmanın sırrına erdiren ve hayatı anlamlandıran vahyi getiren melektir. “Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler.” (Kadir, 97/4.) “Melekler ve Ruh (Cebrail) miktarı elli bin yıl olan o derecelere bir günde yükselirler. Ruh (Cebrail) ve meleklerin dizi dizi durdukları gün…” (Meâric, 70/4.)
Vahiy de ruhtur, candır, hayat iksiridir. Vahiy, insanı diri tutan gücün, enerjinin adıdır. Onun için vahiy meleği Ruh’un getirdiği Kur’an, doğru yolu gösteren rehber ve hayat düsturudur. O, dirileri uyarmak, onlara hayat vermek için gelmiştir. “Allah kullarından dilediğine buyruğunu bildirmek için meleklerini vahiyle (ruhla) indirerek söyle der: İnsanları uyarın ki, benden başka tanrı yoktur. Yalnızca benden sakının.” (Nahl, 16/2.) Ayette vahiy için ruh kelimesi kullanılmıştır. Yine ayetlere göre ruh vahiy meleğidir. Vahiy meleğinin insanlığa getirdiği vahiy, ruhtur. İnsan vahiyle hayat bulur. Vahiy meleği olmadan insan vahyi alamaz, insan vahiysiz canlı kalamaz. Çünkü vahiy candır, ruhun gıdası da vahiydir. Nitekim ayet, melekler ruhla yani ilahî emirle inerler şeklinde de anlaşılmıştır. Çünkü Yüce Allah’ın bütün emirleri ruhtur, hayatı anlamlandıran candır. Yine ayetteki ruh ile kastedilenin Kur’an olduğu da söylenmiştir. Onun için Kur’an’ın bir adı da ruhtur. (İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesir, s, 702.) Özetle vahiy meleği, vahiy, Kur’an ve ruh, bunların hepsi birbiriyle irtibatlıdır.
Nitekim bir başka ayette şöyle buyrulmuştur: İşte sana da buyruğumuzla Ruhu gönderdik. (Şûrâ, 42/52.) İbn Abbas, ayette geçen ruhun Kur’an olduğunu söylemiştir. (İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, s, 1140.) Müfessirlerin genel kanaatine göre ayette geçen ruh kelimesi mecazî bir anlamda Kur’an-ı Kerim için kullanılmış olup, asıl anlamıyla bağlantılı olarak "insana hayat veren ilahî mesaj" şeklinde açıklanmıştır. (Heyet, Kur’an Yolu, IV, 653.)
Kur’an, insanı nasıl diri tutar?
İman adamının inandığı Âmentü esaslarından biri de Yüce Allah’ın kitaplarına inanmaktır. Mümin, Allah katından gelen bütün kitaplara inanır, son ilahî kitabın da Kur’an-ı Kerim olduğuna iman eder. Kur’an, Müslüman’ın kutsal kitabıdır. Bir müminin Kur’an için benim kitabım diyebilmesi ise ona inanması, onu hikmet hazinesi olarak görmesi, onu bir rehber, bir düstur olarak sahiplenmesi, ona saygı duyması ve onu tanımasıyla gerçekleşir.
İnsan, her şeyden önce vahye/Kur’an’a muhtaç olduğunu bilmelidir. İnsan acıktığını susadığını fark ederse yemek içmek için harekete geçer. Aynı şekilde manen acıkıp susadığını fark eden insan, bu açlığını ve susuzluğunu gidermek için harekete geçecektir. Elbette maddi ve manevi beslenmede sağlıklı, dengeli ve düzenli gıdalar almak son derece önemlidir. Onun için her insanın sağlıklı manevi gıdaları düzenli ve devamlı almaya ihtiyacı vardır. Bu da Allah katından geldiği gibi bize ulaşmış olan Kur’an vahyi ile gerçekleşecektir. Bir adı da ruh olan Kur’an, insana izzetli bir hayat sunacak, hayatını anlamlandıracak ve onu diri tutacaktır.
Kur’an’ı sürekli okumalıdır. Yüce Allah’ın kelamı olduğunun bilincinde okumalıdır. Bu yaklaşım, Kur’an’ı ciddiyet ve saygıyla okumayı beraberinde getirecektir. Her Müslümanın temel kulluk görevlerinden biri olan namaz ibadetinin temel rükünlerinden biri kıraattir. Kıraat, ancak Kur’an’dan bir şeyler okumakla gerçekleşir. Namaz farzdır, kıraat da namazın farzlarından biridir. Kıraatsiz namaz olmayacağına göre her mümin, namaz sahih olacak kadar Kur’an’dan bir şeyler öğrenmelidir. Namaz günlük bir ibadet olduğu için, her iman adamı günlük olarak Kur’an’dan bir şeyler okuyacaktır. İlk emri oku olan ve okunan kitap anlamına gelen Kur’an’ı okumak her Müslüman için bir görevdir ve bu namazla sınırlı kalmamalıdır. Nitekim bir ayette “Bana Müslümanlardan olmam ve Kur'an okumam emredildi.” (Neml, 27/92.) buyrulmuştur. Kur’an okuma emri, Peygamberimizin şahsında tüm müminleredir.
İnsanın ömrü sınırlıdır. Kur’an’ı okumaya ayıracağı vakti de sınırlı ömrün içerisinde sınırlı saatler olacaktır. Oysa hikmet hazinesi olan Kur’an’ın hikmetleri sınırsızdır. Kur’an’ın ifadesiyle “Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar mürekkep ilâve etseydik dahi Rabbimin sözleri bitmeden önce mutlaka deniz tükenirdi.” (Kehf, 18/109.) Bunun için insan, bu hikmet deryasından kana kana içebilmek için gayret etmeli, bu hikmet katreleriyle yenilenmelidir. Bunun için bu hikmet sofrasına zaman ayırmalı ve bu sofradan nasiplenmeye gayret etmelidir.
Müslüman, Kur’an okumaktaki asıl amacının, onu anlamak olduğunu bilmeli ve anlamaya çalışmalıdır. Elbette her Müslüman’ın Kur’an’ı ileri seviyede anlaması mümkün olmayabilir. Ancak, tamamı elde edilemeyen bir şeyin bütünüyle terki gerekmez. Her insan Kur’an’dan bir şeyler anlayabilir. Bunun için her Müslüman baştan sona bir meal, kısa bir tefsir okuyarak en azından Kur’an’ın nelerden bahsettiğini öğrenebilir. Günlük olarak sıkça okuduğu namaz surelerinden başlayarak bu anlama ameliyesini gerçekleştirebilir.
Kur’an, hayata hazırlayan kitaptır. İnsan Kur’an okudukça, onun hikmetlerini anladıkça hayatta karşılaşabileceği olumlu olumsuz her türlü hadiseye hazır olur. Varlık karşısında şımarmamayı, darlık karşısında ümidini yitirmemeyi öğrenir. Bu da insanın hayatı huzurla yaşamasını sağlar. Aynı şekilde Kur’an, insanı ahiret yurduna hazırlayarak ölüm ve korkularını yenmesini sağlar.
Kur’an’ı okumak ve anlamak, onun gereklerini yerine getirmek içindir. Müslüman okuyup öğrendiği Kur’an ayetleriyle kendini test edecek, eksiklerini tamamlayacak, yanlışlarını düzeltecek, böylece huzur bulacaktır. Dolayısıyla Kur’an’ın öğretileri Müslümanın hayatında kendisini buldukça manevi bakımdan onu diri ve dinç tutacaktır. Kur’an, raflarda, sayfalarda, zihinlerde duran kitap değil; hayatı kuran kitaptır. O, insanın bireysel, ailevi, sosyal hayatını kurduğu ölçüde onun hayatında anlamlı hâle gelecek, hayata anlam ve değer katacaktır. Onun için Kur’an, insanı değerlendiren ve onun hayatına değer katan değerler kitabıdır.
Prof. Dr. Ali AKPINAR / Diyanet Aylık Dergi