Tevhit inancının önderleri olan peygamberlerin Allah’ın dinini insanlara tebliğ ettikleri kutsal bir mekân olan Kudüs, tarihte birçok devletin ve milletin ilgi odağı olmuştur. Tarihte farklı isimlerle anılan şehrin en çok bilinen ve en çok kullanılan isimleri Asuriler zamanında; Ursalimmu şeklinde bilinir. İbraniler tarafından Yeruşalem, Grekler tarafından ise kutsal şehir anlamında Heirosolyma adıyla isimlendirilmiştir. Latinlerin kullandığı Jerusalem ifadesi, bütün Batı dillerini etkilemiş, Kudüs’ün bu veya buna yakın bir telaffuzla anılmasına neden olmuştur. Yeruşalayim ismi kutsal ve esenlik yurdu olarak Arapçaya çevrilince Tevrat’ın Arapça metinlerinde Darusselam diye çevrilmiştir. Hatta tam anlamıyla esenlik ve barış şehri anlamında da Medinetu’s-selam diye isimlendirilmiştir.
Kutsal belde, kutsal şehir şeklinde vasıflandırılan bu mübarek belde “Doğruluk Şehri, Allah’ın Şehri, Barış Şehri, İnananların Şehri” şeklinde de isimlendirilmiştir. İslam tarihi kaynaklarına bakıldığında ise hemen hemen aynı anlama gelen kutsal şehir, bereket yurdu, mukaddes mekân anlamında “Kuds” adının kullanıldığı ya da “kutsal ev” anlamında “Beytulmakdis/Beytulmukaddes” şeklinde isimlendirildiği görülür. Kur’an-ı Kerim’de “Kutsal Toprak” anlamında “el-Ardu’l-mukaddese” şeklinde geçmektedir. (Maide, 5/21.) Kaynaklarımızın bir kısmında da Mescid-i Aksa için “Kudüs’teki el-Beytü’l-Mukaddes” terkibi kullanılmıştır.
Bu şehrin ve içindeki mekânların kutsallığı Allah tarafından belirlendiğine göre Kudüs’ü hakiki manada anlamak vahye kulak vermekle mümkün olacaktır. Mübarek şehir Kudüs imar edildiği günden beri Şam diyarının merkezi ve başkenti olagelmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. Lut (a.s.)’un Filistin bölgesine gelip yerleşmelerinden beri bölgenin tümü mübarek kabul edilmiştir: “Biz, onu ve Lut’u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık.” (Enbiya, 21/71.) Yine Kur’an-ı Kerim'de bu kutsal mabet için “etrafı bereketli kılınmış mescit” diye isimlendirilerek el-Mescidü’l-Aksa adı verilmiştir. Bölgenin bereketi hem mümbit ikliminden hem de bölgede metfun peygamberlerden kaynaklandığı ifade edilmektedir.
Cenab-ı Allah Mescid-i Aksa’dan söz ederken etrafının mübarek kılındığını ifade etmiş olması son derece manidardır. “Bir gece kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 17/1.) Yeryüzünde Mescid-i Haram'dan sonra ikinci mescidin Mescid-i Aksa olduğu Hz. Peygamber (s.a.s.)'den gelen hadislerle anlatılmaktadır. Hz. İbrahim (a.s.)’den Hz. İsa (a.s.)’ya kadar pek çok peygamber bu bölgeden gelip geçmiştir. Bunun yanında yeryüzüne salih kulların mirasçı olabileceğini Cenab-ı Allah hükme bağlamış ve bu durum âdeta bir sünnetullah olmuştur: “Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. ‘Soyumdan da (önderler yap ya Rabbi)’ dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu.” (Bakara, 2/124.) Yani zalimleri asla önder kılmam buyurmuştu Cenab-ı
Allah. Bu ayetin ve “Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da ‘Yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır’ diye yazmıştık.” (Enbiya, 21/105.) ayetinin hükmüne göre bu kutsal mekânlar adil idarecilerin yönetiminde olabilir.
İsra ve Miraç mucizesinin burada gerçekleşmesinden dolayı bölgenin kutsiyetini ifade buyuran Sevgili Peygamberimiz, Mekke ile Medine’nin yanında üçüncü kutsal belde olarak bu şehirden söz etmiştir: “Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır: Mekke’deki Mescidü’l-Haram’a, Medine’deki benim bu mescidime ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya.” İslam dininin temel ibadetlerinden biri olan namazın bir müddet Mescid-i Aksa‘ya yönelerek kılınmasıyla İslam’ın ilk kıblesi hâline gelen bu kadim Kudüs şehrinin önemi gayet açıktır. Müslümanlar bu ilk kıblenin kutsiyetini idrak ederek, tarih boyunca buraya sahip çıkılması gerektiğinin bilinciyle hareket ederek, bu mukaddes beldeyi hep korumanın ve tevhit inancının bayrağı altında bulunması gerektiğinin inancı içinde olmuşlardır.
Kudüs ebediyen İslam’ın ilk kıblesi olma özelliğini koruyacak ve Müslümanlar buraya sahip olmak zorunda olduklarını hep idrak edecek ve bu beldenin haçlı veya Yahudiler tarafından işgal edilmesi hâlinde tarihte olduğu gibi mutlaka kurtarılması gereğine inanarak çalışacaklardır.
Aslında Kudüs Yahudilerin değil, Hz. Âdem’den beri gelen tevhidin temsilcisi peygamberlerin mirasıdır. Bu miras nesilden nesile Allah’a itaat eden salih kullara devredilmiş ve onlar buna sahip olmaya gayret etmişlerdir.
Yahudiler bu topraklara Hz. Musa zamanında sahip çıkmayıp “Gitsen ve Rabbin savaşınız.” Demişler (Maide, 5/24.), bu kutsal mekânları korumaya yanaşmamalarının sonucu olarak kaybetmişlerdir. Hatta bu fırsat ellerine birkaç kez geçmesine rağmen aynı isyan ve korkaklığı gösterdiklerinden dolayı artık bu mescit ve çevresi hakkında hiçbir sahiplik iddiasında bulunamayacakları Cenab-ı Allah tarafından onlara defalarca bildirmiştir. Buna rağmen çağımızda dünyayı fesada boğarak Filistin’i işgal etmeleri, bunca insanın kanına girmeleri, boşuna günah çıkartma gayret ve ikiyüzlülüklerinden başka bir şey değildir.
Biz Müslümanlar Hz. Peygamber’in İsra ve Miraç mekânı olarak buraya büyük bir kutsiyet izafe edip inancımız gereği olarak buranın ebedî kutsiyetine inanırız.
Bu mübarek şehir Kudüs, bizlere ve tarih boyunca kıyamete kadar tüm Müslümanlara ve ümmete Hz. Ömer’in yadigârı ve emaneti olarak kalacaktır.
Kudüs tarihte zaman zaman haçlı veya Yahudiler tarafından işgal edilmişse de Müslümanlar bu beldeyi kurtarmanın yolunu aramış ve nihayette kurtarmışlardır.
Haçlılar büyük ordular hâlinde Filistin’e saldırıp bir asra yakın bir müddet buraya yerleşmiş ancak orada ebediyen kalacaklarını hiç bir Müslümana kabullendirememişlerdir. Ancak ne yazık ki bugün Kudüs işgal altındadır.
Böylece kutsal mekânlara salih kullar sahiplenirse kutsallıklarına paralel olarak korunurlar. Temen nimiz İslam dünyasındaki uyanış ve direniş hareketlerinin gittikçe güç kazanması, bu kutsal mekânların tekrar Allah’ın kendilerinden razı olduğu salih kulların eline geçmesidir. Bunun da ilk işaretlerinin görülmeye başlanmış olması bu ümidi daha da arttırmaktadır. İslam dünyasında gittikçe güçlenen Müslümanlar bir gün mutlaka işgal altındaki bu toprakları kurtaracak ve yeniden salih kimseler ve müminler yeryüzüne mirasçı olacaklardır.
Elli yıldır süren bu işgale hayır demenin tam zamanıdır şimdi. Bütün bir İslam dünyasında suskunluk meşalelerini yakıp tüm cihana bu işgale son verilmesi ve Kudüs’ün özgürlüğüne kavuşturulması mesajını vermenin zamanıdır. Kudüs için hepimizin yapabileceği çok şey vardır… Bu elli yıllık işgal sona ermeden İslam dünyasının başını dik tutması mümkün olamaz.
Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA / DİYANET AYLIK DERGİ