Öldükten sonra bize sorulacak üçüncü şey, “Kitabın nedir?” sorusudur. Çünkü bizler, bu dünya hayatında hangi kitapları okuyup benimsiyorsak, kişilik ve şahsiyetimiz ister istemez ona göre şekillenmekte; rehber edindiğimiz kitaplar yanlış olduğunda, bizim kişiliğimiz ve yaşam tarzımız problemli, doğru olduğunda ise düzgün ve güzel olmaktadır.
Bu noktada Allah Teala, bizlere rehber olmak üzere Hz. Âdem’den itibaren pek çok suhuf ve kutsal kitap göndermiştir. Maalesef bunlar, zaman içinde ya unutulup kaybolmuş, ya da aslı değiştirilip büyük ölçüde tahrif edilmiştir. Bunun üzerine Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s.) aracılığıyla insanoğluna kıyamete kadar hidayet rehberi olmak üzere son kutsal kitap Kur’an-ı Kerim’i indirmiştir: “Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik.” (Şura, 42/7.)
Allah Teala, Kur’an vahyini Hz. Peygamber (s.a.s.) ve onun güzide ashabı aracılığıyla ilahî koruma altına almış ve onun aracılığıyla önce cahiliye Arap’ını, ardından da diğer milletleri içine düştükleri karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır: “Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9.)
Bu noktada biz Müslümanların, bugün içine düştüğümüz maddi ve manevi çıkmazlardan kurtulmak için tıpkı Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve onun yolundan giden ecdadımız gibi yeniden Kur’an’a dönmemiz ve onu iyi bir şekilde tanıyıp doğru olarak okumamız gerekir: “Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir…” (İsra, 17/9.)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Kur’an’ı okumamış, bilakis yaşamıştır. Zira müjde içeren bir ayet veya sure okurken “Allahü Ekber”, “Sübhanallah” diye haykırmış, manası dehşet veren ayetler karşısında gözlerinden yaşlar boşalmıştır. Bunun ötesinde Hz. Peygamber (s.a.s.); “Benim saçımı ve sakalımı Hud, Vakıa, Mürselat, Nebe’ ve Tekvir sureleri ağarttı.” buyurmuştur. İnsanın saçını, ancak dert ağartır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), söz konusu surelerdeki güçlü mesajları dert edinmiş, bu durum onun saçını sakalını ağartmıştır: “Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud, 11/112.)
Hz. Peygamber’in yolundan giden onun güzide ashabı, Kur’an’ı bizzat onun emrettiği ve Hz. Peygamber’in gösterdiği şekilde tertil üzere; yani anlayıp, özümseyip yaşayarak okumuştur. Öyle ki onlar, okuyuşlarını şöyle formüle etmişlerdir: ‘Biz, Kur’an’dan on ayet öğrenince, bunlardaki helal, haram, emir ve yasakları iyice öğrenip hazmetmeden sonraki on ayete geçmezdik.’
Bu konuda tefsir ilminde otorite olan büyük sahabi İbn Abbas şunları söyler: ‘Ağır ağır ve anlamını düşünerek yalnız bir sure okumayı, Kur’an’ın tamamını okumaktan daha çok seviyorum.’
Hz. Ali Efendimiz ise, şu sözleriyle bu konuda adeta son noktayı koyar: ‘Kendisinde idrak ve anlayış bulunmayan ibadette hayır olmadığı gibi, düşünmeksizin yapılan kıraatte de hayır yoktur.’
Bu bağlamda mahiyeti itibarıyla Kur’an okumak, onun hem maddi hem de manevi yönüne hakkını tam olarak vermeyi gerekli kılar. Buna göre salt meal okumak, orada ilahî kaynaklı lafızlar ve onların ifade ettiği bütün manalar mevcut olmadığı için gerçek anlamda bir Kur’an okuma olmadığı gibi, sadece metni telaffuz edip onun anlamından bihaber olmak da ideal anlamda bir Kur’an okuyuşu değildir. Çünkü bu okuyuşta da, Allah’ın bildirdiği ilahî mesaj ve buyruklar anlaşılmamaktadır: “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (Yusuf, 12/2.)
Kur’an vahyinin gönderiliş gayesi, insanlığa hidayet etmek; yani ona her konuda doğruyu göstermek suretiyle doğruya yöneltmektir. Bunun tam olarak gerçekleşebilmesi için Kur’an okumanın şu dört aşamayı içermesi gerekir:
1. Dille düzgün telaffuz:Kur’an vahyinin lafzı Allah’a aittir. Bu nedenle Kur’an okurken öncelikle onun lafzına hakkını tam olarak vermemiz gerekir. Aksi takdirde lafızda yapacağımız bir hata, doğrudan onun sonraki boyutlarını da etkileyecek ve böylece maksat hâsıl olmayacaktır. Bu husus, Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını gözeterek okurlar” (Bakara, 2/121.)
2. Akılla doğru anlama:Allah Teala, Kur’an’da insanlığı dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak sayısız ilahî mesaj bildirmiştir. Bu mesajları doğru bir şekilde alabilmek için okuduğumuz ayetleri öncelikle doğru bir şekilde anlamamız gerekir. Bu husus, Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.” (En’am, 6/98.)
3. Kalple iyice özümseme:Hidayete ulaşmak için Kur’an’ı salt anlamak yetmez. Bilakis ayetlerde verilmek istenen mesaj ve dersleri tek tek tespit edip bunları iyice özümsememiz gerekir. Nitekim Yüce Allah, bizlere Kur’an’da bunu emreder: “(Rasulüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sad, 38/29.)
4. Uzuvlarla tam olarak uygulama:Hidayete ulaşmanın son aşaması, Kur’an’da bizlere bildirilen ilahi buyrukların gereğini yerine getirmek; yani onları tam anlamıyla hayata geçirmektir. Kur’an’da bu husus, şöyle ifade edilir: “Rabbinden sana vahyolunana uy.” (En’am, 6/106.)
Bir örnek vermemiz gerekirse, Kur’an’da; “Bir de akrabaya hakkını ver.” (İsra, 17/26.) buyrulmaktadır. Bu ilahî buyruğun hidayet gayesini gerçekleştirebilmek için önce onu düzgün bir şekilde telaffuz etmemiz, ardından manasını anlamamız, sonra dayı, amca, hala, teyze, vb. kendi akrabalarımız bağlamında gerekli dersleri çıkarıp bunları özümsememiz ve son olarak da onları tek tek arayıp hâl ve hatırlarını sormamız, ihtiyaç duydukları hususlarda kendilerine yardımcı olmamız gerekir. Aksi takdirde bu ayeti salt telaffuz etmek, fakat onu anlayıp kendisinden gerekli dersi almamak ve gereğini yerine getirmemek, ayetin hidayet gayesi gerçekleşmeyeceği için gerçek manada bir “Kur’an okuma” olmayacaktır.
Bizatihi Kur’an vahyi, bizlere onu nasıl okumamız gerektiğini öğretir. Şöyle ki öncelikle “kıraat” kavramıyla Kur’an okuyuşunda niceliğin değil, niteliğin ön planda olması vurgulanır: “Artık, Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun.” (Müzzemmil, 73/20.)
İkinci olarak “tilavet” kavramıyla, okunan ayetlerin sadece lafız itibarıyla değil, bilakis aynı zamanda anlam, hüküm ve uygulama itibarıyla takip edilip izlenmesi istenir: “(Rasulüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl.” (Ankebut, 29/45.)
Bu bağlamda en önemli kavram “tertil”dir. Şöyle ki Kur’an vahyi nazil olmaya başladığında Mekke müşrikleri Kur’an’ın tedricen parça parça nazil olmasına itiraz ederler. Allah Teala, bu itirazı gerekçesini de belirtmek suretiyle şu şekilde reddeder: “İnkâr edenler: Kur'an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi? dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane (ayırarak) okuduk.” (Furkan, 25/32.)
Buna uygun olarak Allah Teala, bizlerden Kur’an’ı tıpkı nazil olduğu gibi “tertil” üzere; yani ağır ağır ve tane tane anlayıp özümseyerek okumamızı ister: “…ve Kur'an'ı ağır ağır, güzel güzel oku!” (Müzzemmil, 73/4.)
Bunlar dikkate alındığında okunan Kur’an ayetlerinin manalarının mutlaka akılla buluşturulması, kalple özümsenmesi ve uzuvlarla eyleme konması gerektiği çok açık bir şekilde anlaşılır: “Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?” (Enbiya, 21/10.)
Prof. Dr. Muammer ERBAŞ
Diyanet Aralık 2017