NESİL EMNİYETİ

Çocuk hakları açısından özel bir yere sahip olan nesebin korunması için İslam’da emredici ve yasaklayıcı pek çok hüküm yürürlüğe konulmuş, soyların karışmasına yol açabilecek uygulamalara cevaz verilmemiş, neslin insan onuruna yaraşır biçimde muhafaza edilebilmesi için gerekli önlemler alınmıştır.
19/04/2017


NEDİR NESEP?



Nesep, her insanın anne babasıyla, dede ninesiyle arasındaki soy bağını ifade eder. Kimseye nerede, ne zaman ve hangi aileden dünyaya geleceğini seçme imkânı verilmemiş, Hz. Âdem ve Hz. İsa’yı istisna tutarsak, her insan Allah Teala’nın dilemesi ve takdiri ile bir anne babanın evladı olarak doğmuş olmakla bir soy bağına sahip kılınmıştır. Bu gerçek Kur’an’da; “İnsan türünü sudan yaratıp onların arasında soy ve sıhriyet bağı kuran da O’dur. Zira Rabbin sınırsız kudret sahibidir.” (Furkan, 25/54.) şeklinde ifade edilmiştir.



Her çocuk dünyaya sahih bir neseple gelmeyi hak ettiği gibi, sahip olduğu soy bağını bilip tanıması da onun en doğal hakkıdır. Bu yüzden neslin devamının, meşru bir nikâh akdiyle kurulmuş evlilik vasıtasıyla temin edilmesi İslam’ın gözettiği gayelerin başında gelmektedir. Nesebin bilinmesi ve neslin korunması, İslam dininin korumayı hedeflediği temel haklardan biri olup yarar ve değerler hiyerarşisinde “zaruriyyat”, diğer bir ifadeyle “vazgeçilmezler” mertebesinde yer almaktadır.



Kişinin nesebini bilmesi, cahiliyenin kabile taassubunu andıran bir tutum sergileyerek soy ve sopuyla övünüp böbürlenmesi için değil, aile ve akrabalık bağlarının korunup gözetilmesi, ilişkilerin düzgün bir şekilde sürdürülmesi, karşılıklı hak ve sorumlulukların yerine getirilmesi için önem arz etmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir yandan kişinin mensup olduğu kabilesiyle, hasep-nesebiyle övünmesini yasaklarken (Buhari, Menakıb, 1.), diğer taraftan, “Akrabalık ilişkilerinizi sürdürebilmeniz için neseplerinizi tanıyın. Çünkü akrabalık bağlarının canlı tutulması ailede sevgiyi güçlendirir, malı artırır ve ömrü uzatır.” (Tirmizi, Birr, 49.) sözleriyle nesebin bilinmesinin önemine dikkat çekmiştir. Öte yandan Efendimiz bir kimsenin ait olduğu soydan başka bir nesebe bağlı olduğu iddiasında bulunmasını da kınamıştır. (Buhari, Menakıb, 5.)



Nesebin sübutu, kendisine bağ- lanan sonuçlar açısından da önem arz etmektedir. Evlenme engeli oluşturması, nafaka, velayet ve miras hükümlerine temel teşkil etmesi bu sonuçların başında yer almaktadır. Çocuk hakları açısından özel bir yere sahip olan nesebin korunması için İslam’da emredici ve yasaklayıcı pek çok hüküm yürürlüğe konulmuş, soyların karışmasına yol açabilecek uygulamalara cevaz verilmemiş, neslin insan onuruna yaraşır biçimde muhafaza edilebilmesi için gerekli önlemler alınmıştır. 



NİKÂH, NESEBİ KORUR



Sahih bir nesep ve nesil emniyetinin güvencesi olan evlilik ve aile kurumunun korunması büyük önem taşımaktadır. Kerim Kitabımızda çirkin bir fiil olarak nitelenen zinanın yasaklanması, (İsra, 17/32.) bir yandan birey olarak erkek ve kadının onurlarının zedelenmesini ve ailenin zarar görmesini önlemeye, diğer taraftan nesebin korunmasına ve güvence altına alınmasına yönelik ilahi bir tedbirdir.



Günümüzde maalesef evlilik dışı beraberlikler doğal ve sıradan bir hadise olarak karşılanmakta, cinsel özgürlük gerekçesiyle serbest ilişkiler her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Oysa meşru bir evlilik bağına dayanmayan birliktelikler sadece İslam’ın değil aklın, ahlak ve hukuk sistemlerinin ve diğer semavi dinlerin de kötü ve ayıp saydığı ilişkilerdir. Birey, aile ve toplum saygınlığını örseleyen zina; aile kurumunun çöküşünü hızlan- dırırken, nesil güvenliğini de tehdit etmektedir. Nesebi belli olmayan, anne babanın merhamet ve himayesinden mahrum problemli çocukların artmasına yol açmaktadır.



Şehevi arzularının baskısı altında, İslam’ın yasak kıldığı bu çirkin fiili işleyenler sadece kendi onur ve iffetlerini ayaklar altına almakla kalmamakta, bu vesileyle dünyaya gelen nice çocuğun da hayatlarını ve geleceklerini karartmış olmaktadırlar. Zaman zaman medyaya da yansıyan çöplerin arasına bırakılan; cami önüne, hastaneye veya yuvaya terkedilen çocukların hikâyeleri yürek sızlatmaktadır. Böyle bir vasatta Kur’an-ı Mübin’in, bekârların evlendirilmesi hususunda aile ve toplumun sorumluluk üstlenmesine dair uyarısı (Nur, 24/32.) ile sevgili Peygamberimizin gençleri evliliğe teşvik eden hadisleri (Buhari, Nikâh, 3.) daha bir anlam kazanmaktadır.



SÜT EMME HISIMLIK DOĞURUR



İslam’da süt emme yoluyla hısımlık meydana geleceği kabul edilmiş ve böyle bir hısımlığın evlenme engeli oluşturduğu bizzat Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiştir. (Nisa, 4/23.) Hz. Peygamber (s.a.s.) de, “Nesep sebebiyle haram olanlar emzirme sebebiyle de haram olur.” (Buhari, Şehadat, 7.) buyurarak süt hısımlığının önemine dikkat çekmiştir. Emzirme sebebiyle meydana gelecek evlenme yasağı, soy bağı yoluyla oluşan evlenme yasağındaki yakınlık derecesi esas alınarak belirlenmektedir. Süt hısımlığının oluşabilmesi için gereken şartlar hususunda fıkıh ekolleri arasında farklı yaklaşımlar bulunsa da süt emmenin taraflar arasında bir akrabalık hukuku meydana getirdiği vakıadır.



Anne sütünün bebeğin sağlıklı gelişimi açısından vazgeçilmez ve alternatifsiz bir besin olduğu bilinmektedir. Günümüzde anne sütünün önemi daha iyi anlaşılmış, pek çok ülkede anne sütüne ihtiyacı olan bebekler için farklı annelerden alınan sütlerin muhafaza edildiği süt bankaları oluşturulmuş, ancak bu durum dini açıdan konunun hassasiyeti sebebiyle ciddi tartışmalara yol açmıştır.



Dinen süt hısımlığına sebebiyet vermesi ve evlenme engeli oluşturması açısından süt veren annelerle süt verilen bebeklerin tespitleri son derece önemlidir. İleride evlenmesi söz konusu olabilecek süt akrabalar meydana getirmesi ihtimali göz önünde bulundurularak, nesep karışıklığına yol açmamak ve nesilleri korumak adına bu tarz uygulamaların mutlaka kayıt altına alınması gereklidir. Ayrıca yeni doğan ünitelerinde anne sütlerinin bebeklere rastgele verilmesinden de kesinlikle sakınılmalıdır.



NESLİ TEHDİT EDEN YENİ UYGULAMALAR



Yakın zamana kadar çocuk sahibi olmanın ancak çiftlerin cinsel ilişkileriyle mümkün olabileceğini sanıyorduk. Ancak laboratuvarda yapay yolla üretilen embriyolar ve bu yöntemle dünyaya gelen tüp bebekler birden hayatımıza giriverdi. Tabii yoldan çocuk sahibi olamayan eşler için bu gelişmenin ilmî bir mucize olduğunu düşünüp büyük bir sevinçle kabullendik. Doğal üremenin yapay üretime dönüştürülmesinin ne gibi sonuçlara yol açabileceğini görmemiz içinse çok beklememiz gerekmedi. Yardımcı üreme tekniklerinin gelişmesi; sperm ve yumurta bankaları, dondurulmuş embriyolar, kiralık rahim, taşıyıcı anne, biyolojik anne, biyolojik baba, tek ebeveyn (single parent), gibi daha önce bilmediğimiz nice yeni kavram ve uygulamayla tanışmamıza vesile oldu. Tüp bebek, başlangıçta kısırlık tedavisi için geliştirilmiş bir yöntem olmakla birlikte zamanla pek çok etik ve hukuki tartışmayı da beraberinde getirdi. Konuya nesil emniyeti açısından baktığımızda, doğal yoldan bebek sahibi olunamaması durumunda yardımcı üreme teknikleri kullanılarak rahim, yumurta ve sperm nikâhlı eşlere ait olmak şartıyla yapay döllenme (homolog döllenme/tüp bebek) uygulaması genel olarak caiz görülmüş ve nesebin tespiti açısından evlilik içi birleşmenin hükümlerine tabi kabul edilmiştir. Yapay döllenme yöntemiyle çözüm bulunamayan durumların söz konusu olması, bu konuda yeni arayışlara yönelmeyi doğurmuştur. Bunlardan birisi de, çocuk sahibi olamayan çiftin karşılıklı rızaya dayanarak taşıyıcı/kiralık anne aracılığıyla çocuk edinebilmeleri anlamına gelen “taşıyıcı annelik” uygulamasıdır. Din; evlilik, neslin, şahsiyetin, kişilerin ruh ve beden sağlığının korunması ve mahremiyet ilkelerini ihlal anlamına gelen taşıyıcı annelik yöntemine cevaz vermemektedir.



Yapay döllenmede kocadan alınıp dondurulan spermlerin onun ölümünden sonra eşinin yumurtasıyla aşılanması ya da dondurulmuş embriyoların boşanma veya kocanın vefatından sonra rahme yerleştirilmesi durumunda doğacak çocuğun nesebi hususu da son dönemlerde üzerinde tartışılan konulardandır. Her ne kadar yasal mevzuat dondurulmuş üreme hücrelerinin ya da embriyonun boşanma veya ölümden sonra kullanılmasına imkân vermese de yasal olmayan yollardan bu nevi uygulamalar söz konusu olabilmektedir.



Doğal üremenin biyo-teknik imkânlarla üretime dönüştürülmüş olması kadim aile kurumunun geleceğini ve nesil emniyetini tehdit etmeye başlamıştır. Günümüzde evlenip eş ve aile sorumluluğunu üstlenmekten kaçınan kimi erkeklerin fıtri babalık duygularını tatmin adına taşıyıcı anneliği bir çözüm olarak görmeleri ya da anne olmak istemekle birlikte evliliğe karşı olan kadınların sperm bankaları aracılığıyla bebek sahibi olmaya yönelmeleri nasıl bir çözümsüzlüğün/ kaosun içine sürüklenildiğinin de göstergesidir aslında.



İnancımıza göre diğer bütün nimetler gibi çocuk da Allah Teala’nın dilemesi ve ikramıdır. Çocuk sahibi olmayı istemek, bunun mutluluğunu yaşamayı arzu etmek son derece doğaldır. Bunun için insan gerekli meşru sebeplere sarılır, fakat sonucu takdir edip yaratan Yüce Mevla’dır. Kur’an-ı Kerim’de bu gerçek, “Göklerin ve yerin egemenliği Allah’ındır. O dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları bahşeder, dilediğine erkek çocukları bahşeder. Yahut erkek ve kız çocuklarını birlikte verir. Dilediğini de çocuksuz bırakır. Şüphesiz O her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.” (Şûrâ, 42/4950.) şeklinde ifade edilmiştir.



Çocuk sahibi olmanın evliliğin başta gelen gayelerinden biri olduğunda kuşku yoktur. Lakin bu, hayatın gayesi değildir. Meşru her türlü yol denenmesine rağmen müspet sonuç alınamadıysa, “nasıl olursa olsun yeter ki bir çocuğumuz olsun” saplantısına kapılmamak,  dünya hayatının bir im- tihan alanı olduğunu unutmamak gerekir. Aksi takdirde tüp bebek yönteminin meşru zeminden çıkarılarak, nesep emniyeti ve ailevi ilişkiler açısından kabul edilemez şekilde sınırların zorlanmasıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Nitekim sperm, yumurta ve embriyo donasyonu/bağışıyla ilgili Din İşleri Yüksek Kurulu’na yöneltilen sorular meselenin vahametini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Başkasına ait sperm, yumurta, embriyo ya da rahmin kullanılması ülkemizde yasaklanmış olsa da bu konuda dini ve ahlaki hassasiyetler göz ardı edilerek yurt dışındaki merkezlerde bu uygulamalar yaptırılabilmektedir.



Sonuç olarak diyebiliriz ki, İslam aileyi zayıflatacak, nesep ve neslin zarar görmesine yol açacak her türlü tehlikeye karşı çıkmıştır. Selim aklın ve fıtratın korunmasını desteklemiş, insanın onur ve saygınlığını, aile ve toplumun huzur ve bekasını hedeflemiştir. Bu yüzden Müslüman bireyler olarak nesil güvenliği açısından neseple ilgili problem oluşturacak her türlü davranış ve uygulamalardan alabildiğine uzak durmanın hem dini bir vecibe hem ahlaki bir sorumluluk olduğunu bilmek durumundayız. Zira nesebin karışması ve neslin bozulması geleceğimizin de tehdit altında olması anlamına gelmektedir.



DOÇ. DR. ÜLFET GÖRGÜLÜ