HZ. PEYGAMBER VE GÜVEN TOPLUMU: DARU'S-SELAM

Yüce Allah insanı sosyal bir varlık olarak yaratmıştır. Yeryüzünde tek başına değil toplu olarak yaşar. Topluluk halinde yaşayan insanların ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar karşılanırken insanlar kendi istek ve arzuları ile başbaşa bırakıldıkları zaman kaçınılmaz bir şekilde çatışmalar, anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar ortaya çıkar.
19/04/2017


Bu çatışmaları ve düşmanlıkları önlemek üzere Yüce Allah insanlara kendilerinden elçiler göndererek onların düzenini, huzurunu temin edecek ve güven içinde yaşamalarını sağlayacak bir nizam göndermiştir. Peygamberlerin getirdiği bu nizamın temel hedefi canın, malın, aklın, dinin ve neslin korunmasıdır.



Güvence altına alınması zorunlu olan bu beş esasa, terim olarak ‘Zarurat-ı Hamse’ denir. ‘Zarurat-ı Hamse’ ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselama kadar bütün elçilerin güvence altına alınmasını zorunlu gördükleri ve bunun için çalıştıkları beş temel ilkedir. Canın korunması, malın korunması, aklın korunması, dinin korunması ve neslin korunması… Güvence altına alınması zorunlu görülen bu beş temel ilke, güven toplumunun kurulabilmesi için İslam’ın vazgeçilmez kabul ettiği temel esaslardır.



Son elçi Hz. Muhammed (s.a.s.) bu temel esasları güvence altına alacak tebliğat ve talimatı en mükemmel şekilde ortaya koymuştur. Ayrıca bizzat kendi örnekliği ve rehberliği ile eğittiği sahabe-i kiram ile Medine-i Münevvere’de tarihin şahit olduğu en mükemmel güven toplumunu kurmuş ve yaşatmıştır. Bu toplumu oluşturan fertler, sıradan bir topluluğun üyeleri değildi. Birisinin acısı hepsini etkileyen bir cesedin uzuvları gibiydiler. “Müminler,birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve sancıyla bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Buhari, Edep, 27.) Bu topluluğun oluşturduğu cemiyette tüm müminler kardeşti. (Hucurat, 49/10.) Hadis-i şerifin ifadesiyle bu toplumda müminin mümine bağlılığı taşları birbirine kenetli yalçın duvar gibi metindi. (Buhari, Edeb, 36;Tecrid-i Sarih, 12/134.)



Toplumsal huzur ve güvenin en önemli ahlaki ilkelerinden biri, kişinin kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkalarına karşı yapmaması, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa başkalarına öyle davranması ilkesidir. Hz. Peygamber bu hususu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade buyurmuşlardır: “Hiçbiriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 7.) Bu ilke güven toplumunun en önemli ahlaki prensiplerindendir.



Sahabe-i kiram bu ilkeyi daha da ileri taşımıştır. Öyle ki Kur’an-ı Kerim onları güven toplumunun en ileri ahlaki ilkesi olan isar/kendinden önce başkasını düşünme nitelikleriyle şöyle övmüştür: “Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır.”(Haşr, 59/9.)



Böylece Rasul-i Ekrem’in önderliğinde ve eğitiminde kurulan ilk İslam toplumunda, bir güven toplumunda bulunması gereken temel ahlaki ve insani ilkeler efsanevi örneklerle ortaya konmuştur. Asr-ı saadet olarak isimlendirilen bu örnek güven toplumu, kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatacak ilkeleri uygulamalı olarak göstermiştir.



İşte Muhammedü’l-Emin’in gösterdiği ve uygulamalı olarak ortaya koyduğu bu yol ‘Sırat-ı müstakim’dir. İnsanlığı esenliğe kavuşturacak dosdoğru yoldur. Bu yolu takip edenler, ‘Daru’s-selam’a erişirler. Bunun için Yüce Allah insanları ‘Daru’s-selam’a davet etmekte ve bu esenlik ülkesine ulaşmak isteyenlere yol göstermektedir. ‘Allah esenlik yurduna çağırır ve dilediğini doğru yola iletir.’ (Yunus, 10/25.)



Muhammedü’l-Emin ve güven toplumunun inşası



Güven toplumunu inşa edecek olan güzel ahlak sahibi bireylerdir. Bu kişilerin, güven toplumunun kurucu ilkeleri diyebileceğimiz adalet, emanet, haklara riayet, eşitlik ve kardeşlik bilinci, iyilik ve takvada yardımlaşma ve dayanışma, ihtilaf ahlakını gözetme, diğerkâmlık, itidal, istikamet, samimiyet, sadakat, dürüstlük, ahde vefa, merhamet, şefkat, sevgi, saygı, hoşgörü, müsamaha, hüsnüzan ve kanaat gibi güzel ahlaki vasıflarla donanımlı olmaları gerekir.



Hz. Peygamber bu hususta en güzel örnektir. “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4.) ayeti kerimesinde ifade edildiği gibi Hz. Peygamber çok  yüksek bir ahlaka sahipti. 



Peygamberlikle görevlendirilmeden önce de güzel ahlakı ile toplumda temayüz etmiş ve “Muhammed el-Emin” (Güvenilir Muhammed) adıyla anılır olmuştu. Risalet vazifesiyle görevlendirildikten sonra da “Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (İbn Hanbel, II, 381.) buyurmuştu.



Hiç kuşkusuz onun bu yüce ahlakının en bariz vasıflarından biri emin/güvenilir olmasıydı. En başta en yakını olan ailesinden başlamak üzere içinde yaşadığı toplum içinde kusursuz bir güven kazanmıştı.



Bu vesile ile tarihin tanık olduğu en iyi güven toplumunu/asr-ı saadeti inşa eden bu yüce mimarın güven veren hayat tablolarından bir kaçına işaret etmek yerinde olacaktır:



Allah Rasulü ilk vahyi alıp büyük bir heyecanla evine döndüğü zaman Hz. Hatice annemizin kendisine söylediği şu sözler, aslında güven toplumunun kurulmasında bireylerde bulunması gereken çok önemli ahlaki niteliklerden bazılarını sıralamaktadır: “Hayır, müjdeler olsun! Allah'a yemin ederim ki Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin, sözü doğru söylersin, muhtaç olanların bakımını üstlenirsin, aç ve açıkta olanı koruyup, kollarsın, misafire ikram edersin ve musibete maruz kalanlara yardım edersin.” (Buhari, Tefsir, Alak 1.) Hz. Hatice validemiz, daha kendisi ile evlenmeden önce de onun ne kadar güvenilir bir kişi olduğunu biliyordu.



İçinde doğup büyüdüğü toplumda güvenilirliği, ahde vefası, emanete riayeti ile bilindiği için ona düşman olanlar bile kıymetli eşyalarını ona emanet etmekteydi. Hicret için yola çıkacağı zaman Mekkeli müşriklerin kendisini öldürmek üzere toplandıkları çok tehlikeli bir ortamda dahi kendi yatağına Hz. Ali'yi yatırarak ona yanındaki emanetleri sahiplerine vermesini tembih etmişti. (İbn Hişam, Siret, III/11; Beyhaki, es-Sünenü’l-kübra, VI, 474.)



Kureyş kabilesi, Kâbe'nin tamirine karar verip yeniden inşa ettiği sırada Hacerülesved'i kimin yerine koyacağı hususunda kabileler arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Neredeyse bu anlaşmazlık yüzünden birbirlerine kılıç çekeceklerdi. Bu büyük anlaşmazlık çok güvendikleri ve Muhammedü’l-Emin olarak nitelendirdikleri genç Muhammed’in hakemliği ile çözüme kavuşturulmuştu. (İbn Hişam, Siret, II/18-19.)



Rasul-i Ekrem, Akabe biatlarında müminlerden biat alırken, Medine-i Münevvere’de ensar ile muhacirler arasında kardeşlik akdederken, Medine ahalisini temsil eden muhtelif gruplarla Medine Sözleşmesi’ni imzalarken ve nihayet Veda Hutbesi’ni irat ederken insanların huzur, mutluluk ve güven içinde yaşayacakları bir güven toplumunun inşasına yönelik esasları ortaya koymuştur.



İman, emanet ve eman/emn-emniyet



İman, emanet ve eman/emn-emniyet kelimeleri Arapçada aynı kökten gelir. Bu kelimelerin birbirleri ile çok sıkı irtibatı vardır. İmanın karşıtı küfür, emanetin karşıtı hıyanet,  emnin/emanın-emniyetin karşıtı korkudur.



İman, her şeyden önce kişinin iç huzura erişmesini sağlar. Kişi iman ile iç dünyasında güvene erer. Kalbi istikrara kavuşur. Tereddütten kurtulur. Mutmain olur. Zihnindeki fırtınalar diner.



Başkalarına huzur ve güven taşıyacak kişinin, önce kendisinden emin ve iç dünyasında huzura kavuşmuş olması önemlidir. İç dünyası huzura kavuşmamış ve tereddütlerle dolu bir kişinin başkasına güven vermesi düşünülemez.



Emanet ile kastedilen, bir kişinin yanına koruması için bırakılan vedia manasındaki dar anlam değildir. Emanet, güvenilir/emin olmak ve güven vermek demektir. Lügatler, İbnü’s-Sikkit’ten ‘el-emin’ kelimesinin hem güven veren hem de kendisine güvenilen anlamına geldiği anlamını aktarırlar. Emin kişi, insanların güvendikleri, kendisinden zarar gelmeyeceğini bildikleri, mevsuk anlamına gelir. Bundan dolayı insanlar Efendimize Muhammedü’l-Emin demişlerdi. Peygamberlerin sıfatlarından biri olan emanet de, her bakımdan güvenilir olma özelliklerini ifade eder.



Zaten iman, emin olmayı gerektirir. “Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur. Ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.” (İbn Hanbel, III, 134.) rivayeti, iman ile güvenilirlik ve güvenilir olma arasındaki ilişkiyi anlatan hadislerdendir. Kastedilen elbette imanı kâmildir.



“Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” (İbn Hanbel, II, 349.) Hadis-i şerifi hiyanet ve yalanın müminde tabiat hâline gelmeyeceğini ifade etmektedir.



Aynı kökten türeyen emn ve eman kelimeleri de güvende olmak, korkudan ve her türlü tehlikeden uzak bulunmak anlamına gelir. Kişinin canının, malının, ırzının ve her türlü dokunulmazlarının güvence altına alındığı yere ‘Daru’l-eman’ denir. Bundan dolayı Müslümanların hâkimiyeti altında yaşayan gayrimüslimlerin canları, malları, inançları, nesilleri Müslüman toplumun güvencesi altına alınmış ve yaşadıkları yere ‘Daru’l-eman’ denmiştir.



Emanın/emniyetin/güvenliğin hakkıyla sağlandığı toplumlarda bireyler korkudan emin olmanın ve kendilerini güvende hissetmenin huzuru içinde olurlar.



Kur'an-ı Kerim, Kâbe'yi kastederek; "Orada apaçık ayetler vardır. İbrahim'in makamı vardır, kim oraya girerse eman (güvenlik) içinde olur..." (Âl-i İmran, 3/97.) buyurmakla burayı emin bir belde, her türlü kanın dökülmesinin haram olduğu bir sığınak olarak ilan etmiştir.



Güvenlik (emniyet/emn)



Öncelikle şunu ifade edelim ki, toplumda her sorunun güvenlik tedbirleri ile halledilmesinin imkânı yoktur. Ne kadar arzu edilirse edilsin güvenlik olmadan güven toplumu inşası pek mümkün olmaz. Bundan dolayı güven toplumu için güvenlik en önemli ihtiyaçlardan biridir. Ancak güven toplumu, güvenliğin yanında kurucu mahiyette birçok esası bünyesinde barındırır. Bunların başında adalet, emanet ve ahlaki erdemler gelir.



Hz. Peygamber’in idealindeki İslam toplumu, güvenin ve barışın egemen olduğu bir toplumdur. Onun İslam yurdunun güvenliği ile ilgili hedef olarak gösterdiği tablo gerçekleşmiştir: “Allah bu işi kemale erdirecektir. Öyle ki, bir kişi hayvanının üzerinde Allah’tan başka kimseden korkmadan ve davarını kurt kapmasının dışında hiçbir endişe taşımadan Sana’dan Hadramevt’e gidebilecektir.” (Buhari, İkrah, 1.) Rasulüllah (s.a.s.), aynı hususta Adiy b. Hatim’e de şöyle söylemiştir: “Eğer ömrün yeterse Hîre'den tek başına bir kadının kalkıp Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan Kâbe'yi tavaf edebildiğini mutlaka göreceksin.” (Buhari, Menakıb, 25.)



Bu hadisler, Müslümanlara, İslam toplumunda insanların nasıl bir güven ve güvenlik ortamında bulunmaları gerektiği hususunda önemli bir hedefgöstermektedir. Ayrıca İslam'ın yeryüzünde mutlaka hâkim olacağını, İslam'ın hâkimiyeti altındaki bir dünyanın da insanlığa huzur, güven ve emniyet telkin edeceğini müjdelemiştir.



“Sizden her kim canı, malı, ailesi güvende bulunur, ruhen ve bedenen sağlıklı olur, günlük rızkı da yanında bulunursa sanki dünya onundur.” (Tirmizi, Zühd, 34.) hadis-i şerifi de insan için güvenliğin ne büyük bir nimet olduğunu anlatan bir rivayettir. Kişi ne kadar zengin olursa olsun, ne kadar çok imkâna sahip olursa olsun, ne kadar ilim ve fikir sahibi olursa olsun, güvenliği yoksa bütün bunların çok bir anlamı kalmaz. Bu bakımdan kişinin hem kendisi hem de içinde yaşadığı toplum bakımından güvende olması büyük bir nimettir.



Yüce Allah’ın fert, aile ve toplum olarak insana lütfettiği nimetlerin başında güven ve güvenlik gelir. Hiç kuşkusuz bunun ne anlama geldiğini en iyi yurtlarında güven ve güvenliği kaybetmiş olan toplumların bireyleri anlarlar. Bunun için Hz. İbrahim duasında kişinin yaşadığı yerin güvenliğini istemiş ilk önce Rabbimizden, sonra da gıda ihtiyacını. Bu ikisinin de yok olması, kişinin hayatını devam ettirmesini imkânsız kılan unsurlardır.



İslam’a davet de ancak güvenli bir ortamda sağlanabilir. Nitekim Hudeybiye Musalahası, güvenli bir davet ortamı sağlamak için yapılmıştı.



Mümin, güvenilen ve güven veren insandır



Güvenilir olmak, müminin en temel özelliklerinden biridir. Hz. Peygamber “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve malları hususunda kendisine güvendikleri kişidir.” (Tirmizi, İman, 12.) buyurmuştur.



Hadis-i şerifin ilk kısmında “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir.” buyrulması, toplumda Müslüman olmayanların bunun dışında tutulduğu anlamına değildir. Hadis-i şerifin hitap ettiği toplum, ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluştuğu için bu şekilde hitap edilmiştir. Müslüman olsun olmasın, içinde yaşadığı toplumun bireylerine karşı Müslümanın güven verici sorumluluğu değişmez. Nitekim hadis-i şerifin diğer bir rivayetinde ‘Müslümanlar’ yerine ‘insanlar’ denmiştir. “Müslüman, dilinden ve elinden insanların selamette olduğu kimsedir. Mümin ise malları ve canları hususunda insanların kendisini emin görüp güvende oldukları kimsedir.” (Ahmed b. Hanbel, II, 379; Nesai, İman, 8.)



Hz. Peygamber bir defasında peş peşe üç kere “Vallahi iman etmemiştir, vallahi iman etmemiştir, vallahi iman etmemiştir.” demiş, “Kim, ya Rasulallah?” diye sorulunca, “Komşusu, şerrinden emin olmayan kişi.” buyurmuştur. (Buhari, Edeb, 29.)



Komşusuna güven veremeyen kişinin, gerçek manada imana ulaşamayacağını bu şekilde açıklayan Allah Rasulü, müminlere hangi şartlarda olursa olsunemin/güvenilir olmalarını telkin etmiştir. Bunu yalnızca telkin etmekle kalmamış Muhammedü’l-Emin, güvenilir bir kişi olarak toplumda bizzat kendi örnekliği ile müminde aranan bu güvenilirliği en ileri düzeyde fiili olarak göstermiştir. Onun yüce kişiliğinden güvene aykırı bir tek olumsuz örnek sadır olmamıştır.



Güven toplumu için toplum önderlerinin güvenilirliği ve örnekliği



Güven toplumunun kurulabilmesi ve devam edebilmesi için toplumun önderlerinin emin/güvenilir olması gerekir. Güven toplumu, emin/güvenilir olma vasıflarıyla topluma örneklik ve önderlik yapan kişiler eliyle inşa edilebilir. Bunlar gökyüzündeki yıldızlar gibidir. Toplumun yolunu aydınlatır.



Hz. Peygamber bir gece ashabı ile sohbet ederken yüzünü semaya çevirerek “Yıldızlar, gökyüzünün güvenceleridir. Yıldızlar gitti mi, gökyüzü için beklenen (kıyamet) gelir. Ben de ashabım için güvenceyim. Ben gidince de ashabım için beklenen (fitneler) gelir. Ashabım da ümmetim için güvencedir. Ashabım gidince de ümmetim için beklenen (yoldan sapmalar) gelir.” (Müslim, Fedailü’s-sahabe, 207.) buyurmuştur.



Bu hadis-i şerif, mealinde ifade edilen anlamın yanında kanaatimizce şöyle bir mesaj da taşımaktadır: Toplumda örnek kişilikleri ve önderlikleri ile topluma yön veren ve güven telkin eden kişilerin bulunmaması durumunda toplum içinde fitne, fesat ve kargaşa ortaya çıkar ve toplumsal güven sarsılır. Bu durum hadiste semayı aydınlatan yıldızların kaybolmasına benzetilerek anlatılmıştır. Çünkü güzel ahlak, bilgi ve hikmete dayalı önderlikleriyle millete yön veren ilim ve fikir adamları kalmadığı zaman toplumda güven yara alır. Yani güven toplumunu iyi insanlar inşa eder. İyi insanlar gitti mi toplum güven toplumu olmaktan çıkar. Yıldızlar gökyüzünde kaybolunca nasıl ki karanlıktan başka bir şey kalmaz ise aynı şekilde topluma örnek şahsiyetlerin ortada kalmaması durumunda o toplumun yolunu aydınlatacak kimse kalmaz ve toplum güven toplumu olma vasfını kaybeder.



Gökyüzünün kozmik düzeninde yıldızların varlığı ve düzeni nasıl merkezi bir role sahipse toplumun huzur ve güvenliği açısından emin toplum önderlerinin varlığı da aynı role sahiptir. Gökyüzünden yıldızların kaybolması demek, Kıyametin kopması demektir. Bunun gibi Hz. Peygamberin önderliğinde sahabe-i kiramın ortaya koyduğu İslam’ın ana yolunu gösteren temel ilkelerin ortadan kalkması ve böylece ümmet için rehberliklerinin kaybedilmesi, ümmetin kıyameti demektir. İslam’ın inşa ettiği güven toplumunun yok olması anlamına gelir.



Kurumların güvenilirliği



Güven toplumunun en önemli özelliklerinden biri de kurumlarının güvenilir olmasıdır. Kurumların güvenilirliği, başta yöneticiler olmak üzere çalışanların güvenilirliği ile doğrudan irtibatlı bir husustur. Bu da ancak görevlerde emanet ve liyakat ilkesinin gözetilmesi ile sağlanabilir. Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyrulmaktadır: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisa, 4/58.)



Bu sebeple toplumsal emanetlerin büyüklerinden olan devlet görevlerinin ehline verilmemesi, kıyamet alametlerinden sayılmıştır. Görev ve sorumluluk alanlarının ehil olmayan kimselere verilmesi halinde bunun güven bunalımı, sosyal çöküntü ve kargaşa anlamında toplumsal kıyametin kopmasına yol açacağı bir



hadis-i şerifte şöyle yer almıştır:  Rasulüllah (s.a.s.), (bir bedevinin kıyametin ne zaman kopacağını sorması üzerine) şöyle buyurdu: “Emanet zayi edildiği vakit kıyameti bekle!” Bunun üzerine bedevi, “Emanetin zayi edilmesi nasıl olur ya Rasulallah?” diye sorunca, Hz. Peygamber, “Yönetim, ehli olmayan kimseye verildiğinde kıyameti bekle.” buyurdu. (Buhari, Rikâk, 35.)



Güven toplumunun en önemli kurucu unsurlarından biri adalettir. Adalet ve hakkaniyet olmadan toplumsal güven ve barış sağlanamaz. Adaletin tesis edilmediği toplumlarda adam kayırmalar ve iltimaslar yaygınlaşır. Emanete ehil olanlar hak ettikleri yerlerde olmazlar. Eşitlik ilkesine aykırı olarak toplumun itibarlı ve zengin kesimleri kendilerine sağlanan iltimas ile hak etmedikleri mevkilere yerleşirler. Böylece toplumsal denge bozulur, kargaşa başlar.



Adaletin olmadığı yerde haklar zayi olur. Hâlbuki toplumda haklarının korunması ve zayi edilmemesi gereken yetimler, düşkünler, dul hanımlar, özel ilgi ve bakıma muhtaç kesimler vardır. Bütün bunlar topluma emanettir. Toplum adına bunların hukukunu koruyacak olanlar, toplumsal görevlerin kendilerine emanet edildiği yöneticilerdir. Halife seçilince Hz. Ebu Bekir’in –Allah ondan razı olsun- yaptığı tarihi konuşmayı unutmamak gerekir: “Ey insanlar! En iyiniz olmadığım halde yöneticiniz seçildim. İyi yaparsam beni destekleyin. Kötü yapacak olursam, beni yola getirin. Doğruluk emanet, yalan ise hıyanettir. İçinizde zayıf ve güçsüz olanlar, Allah’ın izniyle hakkını kendisine verinceye dek benim yanımda güçlüdür. Güçlü olan da, Allah’ın izniyle zayıfın hakkını ondan alıncaya dek benim yanımda zayıftır. Bir toplum Allah yolunda cihadı terk ederse Yüce Allah o toplumu zelil eder. Allah’a ve Rasulü’ne itaat ettiğim sürece siz de bana itaat edin. Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmezsem, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez.” (İbn Hişam, Siret, VI, 82.)



Yüce Allah adaletin tesisine çok büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyrulmaktadır: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Maide, 5/8.)



Bu husustaki bir diğer ayet-i kerimenin meali ise şöyledir:



“Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa adaletten asla ayrılmayan, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”(Nisa, 4/135.)



Hırsızlık yapan Fatıma adlı bir kadına hırsızlık cezası verilmemesi için bazı kimselerin aracılık yapması üzerine Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sizden önceki insanların helak olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen (soylu, zengin) kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip zayıf (ve fakir) kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Bu canı bu tende tutan (Allah)a yemin ederim ki Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim!” (Müslim, Hudud, 9.)



Güven toplumu için sosyal adalet ve sosyal güvenlik şarttır. Bu hususta Hz. Peygamber devlet başkanı sıfatıyla şöyle buyurmuştur: “Her kim (öldükten sonra)geride mal bırakırsa, o mal mirasçılarınındır. Kim ardında bakıma muhtaç kimse (veya alacaklı) bırakırsa, onun bakımı bize aittir.” (Buhari, Feraiz, 25.) istemin şekli ve kurulmasına ilişkin ayrıntılar elbette usulüne göre oluşturulur. Ancak burada önemli olan, Hz. Peygamber’in çok temel bir ilke ortaya koymuş olmasıdır. Bu temel ilke çerçevesinde güven toplumunda gerekli tedbirler alınır ve düzenlemeler yapılır. Hiç kimse aç ve açıkta bırakılmaz. Toplumun bütün bireylerinin temel ihtiyaçları karşılanır.



Güven toplumunu sarsan bazı hususlar



Güven toplumuna zarar veren hususların başında zulüm, hıyanet ve sahtecilik gelir. Toplumda hıyanet, zulüm ve sahtecilik karşısında sessiz kalınması, güven toplumunun yara almasına yol açar.



Bireylerinde nemelazımcılık, bencillik, cehalet, sadakatsizlik, yalan, istismar, aldatma, hırs, tamah, haddi aşmak, iffet ve hayâ yoksunluğu gibi gayriahlaki birtakım vasıfların yaygınlaşması da güven toplumunu zedeler.



Hıyanetin yansımalarını muhtelif alanlarda gözlemlemek mümkündür. Sözgelimi üretilip piyasaya sürülen ve taşıması gereken nitelikleri taşımayan her ürün, aslında nispetine göre bir hıyanetin yansımalarını taşır. Gıdalarda sahtecilik yaparak piyasaya sürmek ve insanların sağlığını tehlikeye atmak nasıl hıyanet ise ehil olmayan insana görev tevdi edip o toplumsal görevin hakkını verememek de bir hıyanettir.



En büyük ihanet ise, güven toplumunu oluşturan değerlere karşı yapılan hıyanettir. Bu ihanet peşinden diğer emanetlere ihaneti getirir. Yüce Allah Kur’an-ı Hakiminde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah'a ve Rasulüne hıyanet etmeyin ki bile bile emanetlerinize hıyanet etmeyesiniz.” (Enfal, 8/27.)



Allah ve Rasulü tarafından ortaya konulmuş bulunan ve insanlığa hayat veren değerlere ihanet edildiği takdirde artık bu ihaneti yapanların çiğnemeyeceği değer kalmaz. Bireyleri insanlığa hayat veren değerlere ihanet etmeye başlayan bir toplum, güven toplumu olma vasfını kaybeder. Neticede toplum bireyleri artık birbirlerine güvenlerini de kaybeder. Onlar birbirine güvenemeyince başkaları onlara hiç güvenemez. Artık böyle bir toplumda güven kalmaz. Herkes birbirine güvenemez hâle gelir. Amir memura, memur amire, vatandaş devlete, devlet vatandaşa güvenini kaybeder. Güven toplumunda asıl olan güvenmek iken güvensizlik esas hâle gelir.



Peygamber Efendimiz hıyaneti münafıklık alameti olarak zikretmiştir: “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, kendisine bir şey emanetedildiğinde ihanet eder, söz verdiği zaman sözünde durmaz.”



Bitirirken



Güven toplumunu güvenilir insanlar kurar. Böyle bir toplumda insanlar büyük ölçüde ahlaki üstünlüklerle donanımlı olurlar.



Güven toplumunda hukukun üstünlüğü vardır. Zayıfın hakkı alınıncaya kadar herkes onun yanında yer alır. İnsanlar, kanayan bir yara gördüklerinde bunu ta ciğerlerinde hissederler. Hiç kimse ‘Adam aldırma da geç git’ diyemez, aldırır ve fakat hakkı tutar kaldırır. Güven toplumunun mimarları, her daim hakkın yanında yer alır.



Güven toplumunda bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibi görülür. Böyle bir toplum, şeytanın kendisine kulluk edilmesinden ümidini kestiği toplumdur.



Güven toplumu, okyanusun pislikleri dışına attığı gibi içindeki pislikleri dışına atan toplumdur. Bu bakımdan güven toplumunda hiç kimse ahlaksızlığın reklamını yapamaz.



Güven toplumunda ihtilaf ahlakı vardır.



Güven toplumunda insan insanın kurdu değil, yurdudur. İnsanlar birbirlerini yok etmeye, birbirlerini bitirmeye veya sömürmeye çalışmazlar. Tam tersine güven toplumda insanlar, kendilerini düşündükleri kadar başkalarını da düşünürler. Hiç kimse komşusu açken tok yatmaz.



Güven toplumunda doğruluk, dürüstlük, ahde vefa, sevgi, saygı, hüsnüzan, ülfet, muhabbet ve hüsnümuaşeret vardır.



Güven toplumunda aldatma, kandırma ve sahtecilik kendine yer bulamaz.



Güven toplumunda emanetler ehline verilir.



Güven toplumu, ilim, irfan, güzel ahlak ve hikmet toplumudur.



Kısacası güven toplumu, ‘Daru’s-selam’dır. Esenlik yurdudur. Erdemli şehirdir. Huzur iklimidir.



 



Yazan  Dr. Ekrem KELEŞ | Diyanet Aylık Dergi Nisan 2017