İnsan düşünen bir varlıktır. Diğer canlılardan onu ayıran en temel özelliği budur. Bu düşünce nefsani ve ruhani olarak iki kısımda ele alınır. Nefsani olan kısmı; yemek, içmek, giyinmek ve diğer temel ihtiyaçları ile ilgilidir. Ruhani olan kısmı ise; onun fizik ötesi ile ilgili gerçeklere ulaşması için yaptığı üst düşünce sürecidir. Kur’an bunu şöyle açıklar: “De ki: Yeryüzünde dolaşın da Allah'ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına bakın. Sonra Allah (aynı şekilde) sonraki yaratmayı da yapacaktır. (Kıyametten sonra her şeyi tekrar yaratacaktır.) Şüphesiz Allah'ın gücü her şeye hakkıyla yeter.” (Ankebut, 29/20.) Kâinat ezeli değildir, yoktan var edilmiştir. Yoktan var eden de sadece yaratıcı Allah’tır. Çünkü normal fizik kanunlarına göre “Yok olan bir şey var olmaz, var olan şey yok olmaz.” Fizik kanunlarını ancak onu yaratan aşabilir, O’nun dışında kimse “yoktan var edemez ya da var olan bir şeyi yok edemez.” Buna sünnetullah (Allah’ın kanunu/sistemi) da denilir. Bu bağlamda Kur’an bize özellikle üç konuda tefekkür etmemizi yani inceden inceye düşünmemizi ve fikir üretmemizi emreder. Bunlar varlıklar, olaylar ve şahıslardır.
VARLIKLAR ÜZERİNDE TEFEKKÜR
Allah’ın ayetleri (ve bize gösterdiği gerçekler) iki kitap üzerinde tezahür eder: Bunlar Kur’an ve kâinat kitabıdır.
Allah Teala insana gönderdiği kitabında da varlık üzerinde düşünmeyi emreder. Bilinenden bilinmeyene geçişte tefekkür bir düşünce sistemidir. Bu süreç; varlıktan/sanattan onun yapıcısına/yaratıcısına ulaşma olarak kendini gösterir. Bütün filozoflar, düşünce ve ilim adamları varlık üzerinden bir temellendirme yaparak görünen varlığın ötesindeki gerçeklere ulaşmaya çalışmışlardır. Çünkü şu anda içinde bulunduğumuz dünya ve kâinat bir matematik, fizik, kimya ve biyoloji harikasıdır. Bu akıllı tasarım (kozmos), insanları etkilemiş; hem bu sistemi çözmeye hem de sistemin arkasındaki güce ulaşmaya çalışmışlardır. İşte bu noktada vahiy (peygamberler ve kitaplar), insanın yardımına koşmuş ve fizik ötesindeki varlıkları onun anlayacağı şekilde açıklamıştır. Her dönemde gelen peygamberler ve kitaplar, fizik ötesi ile ilgili bilgiler paylaşmışlardır. Artık insanlık, varlık hakkında doğru bilgileri konuşur ve analiz eder hâle gelmiştir. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru.” derler. (Âl-i İmran, 3/190-191.)
OLAYLAR ÜZERİNDE TEFEKKÜR
Olayların hayır ve şer yönleri üzerinde düşünmek insanları bilinçlendirir, paylaşma ve fedakârlık duygularını artırır. Birçok ayette Allah Teala iki şeye dikkatimizi çeker.
Cahiliye toplumunun özellikleri:İnsanı bencil hâle getiren ve toplumun temellerini sarsan günahların ve suçların yaygınlaşmasıdır. Bunlarla bireysel anlamda küçük menfaatler elde edilse de, sonuç itibarıyla toplumsal felaketler ve yıkımlar oluşur. İçki ve kumar bunun en tipik örneğidir.
İslam toplumunun özellikleri:Salim kafayla düşünmek, bencil olmamak ve toplumsal duyarlılık sahibi olup paylaşmayı/fedakârlığı bilmektir. Çünkü cahiliye alışkanlıkları, özellikle kumar ve içki toplumu zayıflatır. Ama paylaşma ve fedakârlık bireyleri birbirine bağlar ve toplumsal yapıyı güçlendirir. Bu gerçeği Rabbimiz şöyle ifade etmektedir: “… Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: ‘İhtiyaçtan arta kalanı.’ Allah size ayetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.” (Bakara, 2/219.)
ŞAHISLAR ÜZERİNDE TEFEKKÜR
İnsan sosyal bir varlık olduğu için başkaları ile yaşamayı ve şahıslar üzerinde doğru değerlendirme yapmayı bilmelidir. Mekkeli müşrikler Hz. Muhammed’i eleştirirken kafalarındaki peygamber imajını ortaya koyarak bir tartışma zemini oluşturmaya çalışmışlardı. Onlara göre peygamber; Tanrının hazineleri yanında olan, zengin ve gaybın tümünü bilen bir melek olmalıydı. Ama bu düşünceleri, risalet mantığına ve peygamberin gönderiliş amacına aykırıydı. Çünkü yeryüzünde insanlar yaşıyordu ve onlara rehberlik edecek bir insan peygamber gönderilmeliydi. Onlar gibi yaşayan bir beşer, mesajı daha doğru ve gerçekçi olarak aktarabilirdi. İnsanlar da (mitoloji ve güç gibi dış bir etki olmaksızın) rahat düşünürler ve bu bağlamda peygamberin şahsından öğrendikleri dinin de yaşanabilir bir gerçek olduğunu anlarlardı. Ama yeryüzünde melekler yaşasaydı, o zaman da Allah meleklerden bir peygamber gönderirdi. Bunu Kur’an şöyle ifade etmektedir: De ki: "Ben size, ‘Allah'ın hazineleri benim yanımdadır' demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim' de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.’ De ki: Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?" (En’am, 6/50.)
Kur’an okuyan insan, derin bir düşünce metodu elde eder. Varlıklar, olaylar ve şahıslar üzerinde daha sağlıklı düşünür ve gerçeğe ulaşır. Allah bizim tefekkür etmemizi emretmekte ve gönderdiği kitabı ile de bunun yöntemini öğretmektedir. Yeter ki biz Kur’an’ı ağır ağır ve düşünerek yani tefekkür ederek okuyalım.
Diyanet Aylık Dergi / RIFAT ORAL