Bir kaç âyette bu tarza benzer örnekler görmekteyiz: “velâ tekûnû” ifadesiyle gelen bu sakındırma “olmayın” şeklinde dilimize aktarılabilir. Bazı âyetlerde bu yasaklama fiilinden sonra “ke-gibi” edatı yer alır.Yani “şunlar gibi”. Onun arkasından sakındırılan kişi/kişilerin veya tipin özellikleri açıklanır. O tipler gibi olunmaması istenir.
Bazı âyetlerde ise doğrudan “müşriklerden olmayın” (Rûm 30/31), “Başkaların hakkını yiyenlerden olmayın” (Şuarâ 26/181) deniliyor.
Bir yerde kendilerine apaçık âyetler geldiği halde ihtilafa düşenler gibi (Âl-i İmran 3/105), bir yerde Musa’ya (a.s.) eziyet edenler gibi (Saff 51/5), bir yerde Allah’ın âyetlerine kulak vermedikleri halde işittik diyenler gibi, (Enfal, 7/21), bir yerde Allah’ın kendilerine kendilerini unutturduğu kimseler gibi (Haşr 59/19), bir yerde âyetleri inkâr eden eden kâfirler gibi (Enfal 7/47), bir yerde ipliğini sağlamca büktükten sonra bozan kadın gibi (Nahl, 16/92) olmayın deniliyor.
Kur’an iman edenlere “sakın onlar gibi olmayın” dediğine göre, olunmamasını istediği tip olumsuz bir tiptir. Allah öyle kimselerin yaptıklarından razı değildir. Onlar yaptıkları sebebiyle, kendilerini sıkıntıya sokmuşlar, Allah’ın gazabını ve azap kazanmışlardır. Böyleleri kötü amelleri sebebiyle hem kendilerine, hem de çevrelerine zarar vermişlerdir.
Kur’an açık bir şekilde, hem de ağır bir ifade ile müslümanları uyarıyor. “sakın ha siz böyle olmayın” diyor. İfadenin yer aldığı ortam, sözün akışı, kullanılan kelimeler bu uyarıyı bize haber veriyor. Onlar yaptıkları yanlış sebebiyle kötü oldular, kötü sonuç elde ettiler. İman edenler de onlar gibi olurlarsa, onların yaptığını yaparlarsa Allah’ın kanunu onlar için de işler. Herkese geçerli olan hüküm onlar hakkında da geçerli olmaya başlar. Bu hükmü bir kaç âyette görmekteyiz.
“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!” (Âl-i İmran, 3/137)
“Allah'ın, öteden beri süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.”(Fetih 25. Ayrıca bakınız: Fussilet 41/25. Ahkaf 46/18)
Dinde Tefrikaya Düşenler
Kur’an iman edenlere şöyle sesleniyor:
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra tefrikaya düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmran, 3/105)
Kendilerine apak açık isbatlar geldiği halde tefrikaya ve ihtilafa düşenler gibi olmak...
Kimdir bunlar? Apaçık delillerden maksat nedir? Hangi konularda birleşmeleri gerekirken ayrılığa düştüler? Buradaki ihtilaf nasıl bir ihtilaftır? Bütün ihtilaflar kötü müdür? Tefrika ne demektir, tefrikaya nasıl düşülür?
Bir çok tefsirciye göre kendilerine açık ve sağlam belgeler geldikten sonra din konusunda yine de tefrikaya düşenler yahudiler ve hırıstiyanlardır.1
Burada ihtilaf ile tefrika yaklaşık aynı anlamdadır. Sözü kuvvetlendirmek için yanayan kullanılmış. Kendilerine kitap verilenler Allah’ın dini, emirleri ve yasakları konusunda anlaşmazlığa düştüler. Bu ihtilafın en büyük sebebi de aralarındaki çekememezlik, düşmanlık ve hevalârına, yani kesin ilme dayanmayan görüşlerine uymalarıydı. Bundan dolayı din konusunda bölündüler, fırka fırka (grup grup) oldular. Allah (c.c.) bu ayetle müslümanları onlar gibi olmaktan, onlar gibi tefrikaya sebep olacak ihtilaflardan nehyetti. Müslümalara cemaat olmayı, olumsuz ihtilaftan, tefrikadan sakındırdı. Bundan önceki ümmetlerin aralarındaki husumetten dolayı helâk olduklarını da haber verdi.
Kimilerine göre de bu âyet İslâm geldikten sonra onda bid’atler uyduranlar hakkındadır. Zira itikatte uydurulan, vahye uymayan bid’atler insanın imandan uzaklaşma sebebi olabilir. Nitekim arkadan gelen âyetlerde imanden sonra küfre düşenlerden bahsediliyor.2
“Geçmişte peygamberlerin getirdikleri kitaplara ve apaçık delillere rağmen insanlar, anlamsız ve faydasız tartışmalar yüzünden asıl görevlerini unutmuşlar ve kendilerine tevdi edilen emaneti koruyamamışlar. İçine düştükleri ayrılık, toplumun bölünmesine ve parçalanmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Allah müslümanları uyarmakta, geçmiş milletlerin düştüğü hataya düşmemelerini emretmektedir.”3
Burada, Peygamberlerin getirdiği apaçık delillere ve hidâyet'e kavuşan, fakat daha sonra hidâyet'in ana prensiplerinden ayrılıp, çok küçük ve önemsiz meselelere dayanarak kendilerini farklı farklı gruplara ayıran, anlamsız ve faydasız tartışmalarla uğraşan topluluklardan bahsediliyor.4
Allah (c.c.) ilk insandan beri insanlara hak dini açıklayan, insanların kul olarak ne yapmasını gerektiğini öğreten, inanç, amel ve ahlâkta hak ölçüleri ortaya koyan Peygamberler göndermiştir. Ki bundan sonra insanların bir mazereti olmasın. Neye nasıl inanacaklarını, neyi nasıl anlayacaklarını veya nasıl davranacaklarını bilsinler.
“İşte böylece içinizden size âyetlerimiz okuyacak, sizi arındıracak, size ilahi mesajı ve hikmeti öğretecek ve ayrıca bilmediklerinizi size bildirecek bir eşçi (peygamber) gönderdik.”(Bakara 2/151. Ayrıca bkz: Hadid 57/25. Ra’d, 13/30. İbrahim 15/40. Nahl 16/36)
Kendilerine apaçık, ikna edici ve inandırıcı sapasağlam deliller, ilâhi belgeler geldiği halde, Allah’ tarafından görevlendirilmiş elçiler gerçeği bütün çıplaklığı ile anlattıkları halde, kendi hevâlarına uyup sapıtanların bir mazereti olamaz. Böyleleri ilâhî Hakikat’ten uzaklaşıp kendi görüşlerini neredeyse din haline getirdikleri için, aralarında tefrikaya yol açan fikir ayrılığı olmuş, ihtilafa düşmüşlerdir.
Herkes kendi fikrini ve aklını beğendiği, hak bildiği için tarih boyunca ortaya pek çok inançlar, mezhepler, tapınma şekilleri, kutsallar, uydurma ilahlar ve benzeri şeyler çıkmıştır.
Halbuki insanları yaratan Allah (c.c.) onlara şöyle emretmişti. Zira dosdoğru yol budur.
“Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Mûsâ'ya ve İsâ'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı...” (Şûrâ, 42/13)
Dini ayakta tutmak ‘ekımu’d-dîn’ şeklinde geçiyor. Bir şeyi ikâme etmek, onu ayağa kaldırmak, doğrultmak demektir. Buradan hareketle dinin ikâme edilmesi, dini fiilen yerine getirmek ve yaymak demektir.
Kur'an, “Namazı ikâme edin” diye buyuruyor. Doğal olarak bundan, sadece namaza çağrıda bulunmak ve tebliğ etmek anlamı çıkmaz. Bu emirle namazın tüm şartlarıyla birlikte kılınması ve mü'minler arasında uygulanması kastolunmaktadır.
Bu bağlamda peygamberlere, dini ikâme edin emrinin verilmesi “Hak dini hak kabul ettikten sonra daha da ileri giderek, dinin tam anlamıyla uygulanmasını ve her işin dine göre düzenlenmesini sağlayın” demektir.5
Çünkü Allah’ın insandan istediği de zaten budur.
“Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a halis kılarak ve muvahhidler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmiştir. İşte doğru din budur.” (Beyyine, 98/5)
Tefrikanın Sebebi
Önceki kitapların muhatapları Hakikatin bilgisi kendilerine ulaşmasına rağmen din konusunda birlik (vahdet) olamadılar, tefrikaya düştüler.
“Onlar kendilerine ilim (hakikatın bilgisi) geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik/kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Ve eğer Rabbin tarafından daha önceden belirli bir vadeye kadar ertelendiğine dair bir yasa konmasaydı, haklarındaki hüküm hemen infaz edilirdi...” (Şûrâ, 42/14)
Görüldüğü gibi böyleleri câhil oldukları, kendi başlarına sahipsiz kaldıkları için görüş ayrılığına düşmediler. Tam tersine, kendilerine yeterli ve aydınlatıcı Hakikatin bilgisi (vahiy) geldikten sonra ayrıldılar, parçalandılar. Birbirlerini tepelemek, içlerindeki kıskançlık duygusunu tatmin etmek, hem kendilerine, hem de gerçeğe haksızlık etmekti asıl gerekçe. Azgın ihtirasların, sınır tanımaz arzuların etkisi ile parçalandılar.6
Şu âyetlerde tefrikaya düşenlerin ehl-i kitap olduğu ve tefrikaya düşme sebepleri daha açık bir şekilde vurgulanıyor.
“Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.”(Beyyine, 98/4)
Bu âyetler her ne kadar kitpa ehlinin durumunu anlatsa da hitap Kur’an’ın muhataplarınadır. Bundan önce kendilerine hakikatin bilgisi (vahiy) gelmesine rağmen, sırf bağy (taşkınlık) ve aralarındaki çekişme sebebiyle tefrikaya düşenlerin durumu bu. Öyleyse yine kendilerine son vahiy Kur’an ve o Kur’an’ın yaşayıp öğreten son Elçi Muhammed (s.a.s.) geldiğine göre , ehl-i kitabın düştüğü hataya düşmemeliler. Ortada bütün iman edenlerin kıyamete kadar sımsıkı sarılacakları, Allah’ın ipi Kur’an, en güzel örnek son Peygamber var.
“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi.
Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 2/213)
İnsanlar da yaratılışları gereği yaratılışın başında bir tek toplum idiler. Âyetin öncesi ve sonrası bunu gösterdiği gibi, şu âyette de bu vurgulanıyor:
“İnsanlar ancak bir tek milletti. Sonra görüş ayrılığına düştüler.” (Yûnus, 10/19)
Bunun üzerine Allah (c.c.) hakka itaatin ve ona uymanın sevabını müjdeleyen, hakka aykırı davranmanın ve karşı gelmenin cezasını anlatarak korkutan peygamberler gönderdi ve bir Kitap indirdi ki, din hakkında insanların arasında olabilecek görüş farklılıklarında hakem olsun, çekişmeyi ve haksızlığı ortadan kaldırıp hakkı yerine getirsin.
Ama ne yazık ki insanlar bu indirilmiş kitap hakkında da görüş ayrılıklarına düştüler. Bu hatayı da putperestler değil, bizzat o kitaba nail kılınmış olan Kitap ehli yaptı. Bu görüş ayrılığının, olumsuz ihtilafın, tefrikanın sebebi de; hevâya (kendi görüşüne) uymak, azgınlık, dindarlıkta (güya) peygamberlerle bile yarış etmek iddiası idi.
Eğer bu görüş ayrılığı açık ve kesin hükümlü âyet ve delil bulunmayan, âyetlerde değinilmeyen noktalarda olsaydı bunda sorun yoktu. Ancak bunlar böyle yapmadılar. Hakkında nass (dinî delil) bulunan konularda birbirine zıt, birbirinden uzak ve nassa uymayan görüşlere sahip oldular, yorumlar yaptılar.
Kendilerine kitap verilenlerin aklını bu derin ihtilaflar tarih boyunca karmakarışık etti, din adına nice haklar çiğnendi, ahlâk ve toplum düzeni bozuldu. Kitaba sarılmakla elde edecekleri nimetleri ve sonuçları kaybettiler, hayâle gelmez belâlara düştüler.7
Bu gerçek başka bir âyette şöyle vurgulanıyor:
“Allah katında hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler...” (Âl-i İmran, 3/19)
Aynı hataya İsrailoğulları da düştüler.
“Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim (hakikatin bilgisi) geldikten sonra, hak tanımamazlık yüzünden görüş ayrılığına düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında hüküm verecektir.” (Câsiye, 45/17)
Vahiyden uzak kalanlar hakkın ne olduğu konusunda bilgiszidirler. Ancak kendilerine Allah’tan vahiy yoluyla, peygamber aracılığıyla ilim (hakikatin bilgisi) geldikten, açık deliller (beyyinat) ortaya konulduktan sonra olabilecek ihtilafın sebebi, kişilerin nefsani arzulara (hevâya) uymaları ve bu yüzden haktan sapmalarıdır.8
Tefrikaya Düşme Tehlikesi
Kur’an tefrika tehlikesine farklı âyetlerde farklı bağlamlarda dikkat çekiyor ve müslümanları uyarıyor. “Sakın ha siz de tefrikaya düşenler gibi olmayın”
Tefrikaya düşme tehlikesi İslâmı kendi hevâsına, kendi mezhebine, kendi tarikatına, kendi grubuna göre anlayıp onu hak, diğer yorumları din dışı sayma, müslümanlara çekişme, kavga etme saplantısıdır.
Kimileri kendilerine gelen hakikatin bilgisini, yani Allah’ın dinini işlerine geldiği anlıyor, bir anlamda kendi kafa yapılarına uyacak şekilde yorumluyor, kendileri dine uyacaklarına, dini kendi pozisyonlarına uyduruyorlar. Böyle olunca da işin özüne yani Dinin asıl kaynaklarına uymayan yorumları benimseyenler, yanlış bir görüş etrafında kümelenenler grup grup oluyorlar. Sonra da her bir grup kendi anladığını din zannediyor, ulaştığı dinî yorum ile övünüp duruyor, başka yorumları sapıklık olarak nitelemeye başlıyor.
İşte bu tefrikanın, olumsuz ihtilafın ta kendisidir.
Kur’an bu hatayı şöyle açıklıyor:
“Dinlerini parçalayan (ferrakû) ve bölük bölük (şiyean) olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.” (Rûm, 30/32)
Ancak onların dinlerinin parçalayıp grup grup olmalarının bir anlamı ve faydası yoktur. İstedikleri kadar, dinlerinin (görüşlerinin) hak, kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia etsinler. Onların hakkına Allah (c.c.) hüküm verecektir.
“Dinlerini parça parça edip (ferrakû) guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am, 6/159)
Kur’an’a göre dini parçalamanın sebebi insandaki ‘bağy-azma’ duygusudur.
Tefrika, yani dini bozma, onda ayrılığa düşme, fırka fırka olup dağılma hastalığı yalnızca müşriklere ve kitap ehline ait bir yanlış değildir. Aynı hataya müslümanlar da tarih düştüler. Bugün de bu belâ ile karşı karşıyalar.
Eğer onlar da Din’i dimdik ayakta tutmazlarsa; Din’i, Allah’ın gönderdiği ve Peygamberin öğrettiği gibi yaşamazlarsa, Din’i kendi akıl ve pozisyonlarına uydurmaya kalkarlarsa, görüşlerini, yorumlarını, atalardan gelen ama Vahye uymayan adetleri (örfü), mezhep veya cemaatlerini din haline getirirlerse aynı sonuç meydana gelir.
Âyetlerde yasaklanan bu olsa gerektir. Yoksa insanların hepsinin aynı akıl kapasitesinde, aynı anlayışta olduğu beklenmemelidir.Unutmamak gerekir ki yasak olan, yoruma açık konularda farklı yoruma ulaşmak, “görüş farklılığının olması değil, bu farklılıklarını inanç birliğini parçalamasına izin vermektir.”9
Günlük hayatta ve Din’i anlamada farklı görüşlerin, farklı yorumların olması normaldir. Hatta farklı görüşlerin olması bir faydadır, bir kolaylıktır.
Burada dikkat edilmesi gereken, Din’i kendi hevâsına göre anlama, sonra da kendi anladığını din haline getirme, diğer müslümanları dışlama, onları kendisinden saymama yanlışlığıdır. Din’in özünü zedeleyecek yanlış yorumlar ve bunların inanç haline getirilmesi bir anlamda ‘bağy’ dir ve tefrikaya yol açar.
Müslümanlar farklı mezheplere, meşreplere, düşüncelere, ülkelere, ilkelere sahip olabilirler, farklı coğrafyalarda yaşayabilirler, farklı gruplar içerisinde bulunabilirler. Bunlar normal şeylerdir. Ancak herkes kendi anladığını, kendi meşrebini, kendi mezhebini, kendi tarikat din haline getirirse; işte bu Din’de tefrikadır, bir anlamda yeni bir din uydurmadır, parelel dindir.
Yukarıda geçtiği gibi müşriklerin ve Kitap ehlinin yaptığı yanlışlık da buydu.
Dinde Tefrikaya Düşmemenin İlacı
Kur’an müslümanlara aynı görüşte olun demiyor, ama “hep birlikte Allah’ın İpine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın; parçalanıp bölünmeyin” diyor. (Âl-i İmrân, 3/103)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasûlüne döndürün. Şayet Allah’a ve Âhiret gününe iman ediyorsanız…” (Nisâ 4/59)
Allah (c.c.) kendi yolunu insanlara bildirdikten sonra şöyle buyuruyor.
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır (teferraka). İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”(En’am, 6/153)
Kur’an müminlerin kardeş olduğu söyledikten sonra (Hucurât 49/10) tevhid inancı ve din ilkeleri hususunda ayrılığa düşülmemesini, vahdetin ve aralarındaki barışın korunmasını istiyor ve şu uyarıyı yapıyor:
“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”(Enfâl, 8/46)
Son Kitabın İndiriliş Sebebi
Kur’an’ın indiriliş amacı işte öncekilerin ihtilaf ettikleri, farklı anlayışları sebebiyle tefrikaya düşüp parçalandıkları hususlarda hak bilgi verme, insanları doğru yola davet etmektir.
“Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidâyet ve rahmet olsun diye indirdik.”(Nahl, 16/64)
Bu Kitaba inandığını söyleyen kimseler de tıpkı önceki kitaplara muhatap olanlar gibi yapmamalılar. Onların hatasını tekrar etmemeliler. Kitaba uyma ve onun anlama konusunda onların tavrını takınmamalılar.
Yoksa onlar gibi tefrikaya düşerler, parça parşa (hizip hizip) olurlar. Hem kuvvetleri gider, hem düşmanları karşısında rezil olurlar, hem de hakta olduklarını zannederek gerçekte haktan saparlar.
Son Söz
Kur’an’ın ve Peygamber’in (s.a.s.) uyarıları ortada. Bu âyet ve hadisleri her yerde görmek ve duymak mümkün. Mesele bunları okumak, başkasına duyurmak, “bak Kur’an ne diyor” diye başkalarını sıkıştırmak değil; bunlara gerçekten kulak vermektir, gereğini yapmaktır. Herkes bu âyet ve hadisleri bildiği halde, zamanımızda vahdetten, tefrikanın zararlarından, birlik ve beraberlikten bahsedenler diğerlerini kendi mezhebine, tarikatına, cemaatine, partisine çağırıyor. Onlara göre vahdet onların sancağı altında, onların ülkesinde, onların siyasi görüşlerinde olabilir. Böyleleri insanları Vahyin ilkelerine değil, kendilerine çağırıyorlar. Ancak mesele onların bildiği ve yaptığı gibi değil.
Kur’an’ın uyarısını tekrar hatırlayalım:
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra tefrikaya düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın...” (Âl-i İmran, 3/105)
Dipnot
1. Zamahşerî, Keşşaf 1/391. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/714. Mukatil b. Süleyman, Tefsir, 1/85
2. el-Hâzin,M. b. İ. Lübâbu’t-Te’vîl fi-Meâni’t-Tenzîl, 1/282
3. Heyet, Kur’an Yolu, 1/481
4. Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an, 1/285
5. Mevdûdi, E. Tefhîmu’l-Kur’an, 5/222
6. Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 5/3148
7. Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 2/71
8. Heyet, Kur’an Yolu, 4/696
9. İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/125