Yüce Rabbimiz Allah, mesajlarını kullarına iletmek için her topluma bir peygamber göndermiş (Nahl, 16/36.), bütün peygamberler, Allah katında yegâne din olan İslam’ı (Âli İmran, 3/19.) insanlara tebliğ etmişlerdir. Yüce Allah, hak dini İslam’ı kabul edenleri “Müslüman” olarak isimlendirmiştir. (Hac, 22/78.) Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in (Ahzab, 33/40.) gönderilmesiyle İslam kemale ermiş (Maide, 5/3.), artık Allah katında İslam’dan başka geçerli bir din kalmamıştır. (Âli İmran, 3/85.) Peygamberimiz (s.a.s.)’in görevi, İslam’ı sadece insanlara tebliğ etmek değil, aynı zamanda teybin etmek, yani dinin hükümlerini sözlü ve uygulamalı olarak açıklamaktır. (Nahl, 16/44.) Bundan dolayıdır ki Kur’an’da onlarca ayette Allah ve peygambere itaat birlikte zikredilmiş (Âli İmran, 3/32, 132; Nisa, 4/59; Maide, 5/92; Nur, 24/54; Teğâbün, 64/12; Muhammed, 47/33.), Peygambere itaat, Allah’a itaat sayılmıştır. (Nisa, 4/80.) Dolayısıyla Allah sözü Kur’an ve peygamber sözü ve uygulamaları olan sünnet, İslam’ın iki temel kaynağıdır. (Malik, Kader, 3; Hâkim, I, 93.) İslam’ın bilinmesi, tanınması, anlaşılması, yaşanması ve anlatılması için sünnete ihtiyaç vardır. Kur’an ile sünneti, Allah ile peygamberi birbirinden ayırmak, et ile tırnağı ve ruh ve bedeni birbirinden ayırmak gibidir.Bu itibarla İslam’ın ilk devirlerinden günümüze kadar İslam’ı anlamak, yaşamak ve anlatmak isteyenler, Kitap ve sünnete sarılmışlardır.
Hicri ikinci asırdan itibaren sünneti Kur’an’dan ayırmak isteyenler ve “Kur’an bize yeter.” Diyenler olmuştur. Hicri ikinci asırdan sonra da sünneti İslam’ın temel kaynağı kabul etmeme, sünneti reddetme düşüncesi devam etmiş, Batılı düşünürler daha da ileri gitmişler, hadislerin çoğunluğunun uydurma olduğunu ileri sürerek sünnetin İslam’ın kaynağı olma konusunda insanların kafasına şüphe sokmaya çalışmışlardır. Bu düşünce Hindistan ve Mısır’da yankı bulmuş, sünneti reddeden bir akım türemiştir. Bu düşünce sahipleri kendilerine “ehli Kur’an” adını vermişlerdir. Bunlar; Kur’an ile yetinmek ve hadislerin Hz. Peygambere nispeti şüpheli olduğu gerekçesi ile sünneti delil saymamışlar, “Sünnetsiz İslam” ve “İslam, Kur’an’dan ibarettir.” savunması yapmışlardır. Aynı düşünceyi ülkemizde de benimseyenler ve savunanlar olmuştur. Hâlbuki İslam, sadece Kur’an’da zikredilen hükümlerden ibaret değildir. Dinî her konu, Kur’an’da tafsilatı ile anlatılmamış, birçok konunun açıklaması, detayı ve nasıl uygulanacağı Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından yapılmıştır.
Sünneti Kur’an’dan ayırmak isteyen, böylece İslam’ı zayıflatmak, içini boşaltmak ve yaşanmaz hâle getirmek isteyen zihniyet, daha da ileri gitmiş, “Sünnetsiz İslam” söylemini, “Peygambersiz İslam”, “İmansız Cennet” ve “Ilımlı İslam” söylemine dönüştürmüş ve bunu sinsice zihinlere yerleştirmeye çalışmıştır. Bunun en bariz tezahürü, sadece “lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur) diyen kimsenin, “Muhammedü’r-Rasulüllah” (Muhammed Allah’ın peygamberidir) demese de cennete girebileceği söylemidir. Bu söylem, gerçekten İslam ve Müslümanlar için tehlikeli, Kur’an ve sünnete uymayan bir söylemdir. Kim böyle söylüyor? diyebilir siniz. Ben Fethullah Gülen’in Youtube’da kendi anlatımından duydum. Diyor ki: “Lâ ilâhe illallah diyen kimse, “Muhammedü’rRasûlüllah” demese de cennete girer!” Başka bir konuşmasında ise “Lâ ilâhe illallah” diyeni başıma koyarım.” Aynı söylem, Reşit Haylamaz adlı kişi, kaleme aldığı ve malum örgütün, “Herkes Onu Okuyor” diye reklamını yaptığı “Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz” adlı eserinde de savunmakta ve şöyle demektedir: “Ancak onun hedefi, öncelikle bütün insanları rahmet ve şefkatle kucaklayıp, ümmeti arasında da kelimei tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçınarak kendisini kabul etmese bile lâ ilâhe illallah diyen herkesi buraya getirmekti. Çünkü O, ‘Kim la ilahe illallah derse cennete girer’ buyuracaktı.” (s. 252) Acaba Kur’an ve sünnet ile ters düşen bu söylem, Müslüman halk nezdinde kabul gördü mü derseniz, maalesef evet. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptırdığı “Dindarlık Anketi”nde, “Bir kimse “Lâ ilâhe illallah” deyip “Muhammedü’r-Rasulüllah” demeden Müslüman olur ve cennete girer mi sorusuna %17 evet demiştir. Bu, cidden vahim bir durumdur. Bu söylemi dile getirenler; “Kim lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur) derse cennete girer.” (Tirmizi, İman, 17, No: 2775.) ve benzeri hadisler (Müslim, İman, 43.) ile Âli İmran suresinin 64’üncü ayetine dayandırmaktadırlar. Zikredilen hadis, muhaddis İbn Şihab ez-Zühri’ye sorulmuş ve “Bu husus, İslam’ın başlangıç yıllarında, farzlar, emir ve yasaklar inmeden önce idi.” demiştir. (Tirmizi, İman, 17, No: 2775.) Âli İmran suresinin 64’üncü ayetinin, “Ey Peygamberim! Deki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda âdil ve insaflı bir söze gelin.” cümlesindeki “kelimei sevâ”yı lâ ilâhe illallah olarak alıp Kur’an’ın başka ayetlerini görmezlikten gelmek, saptırma, tahrif ve aldatmadır. Kur’anı Kerim, konularına göre tertip edilmiş bir kitap değildir. Bir konuda hüküm ortaya koyabilmek için Kur’an’ın bütününe ve konu ile ilgili bütün hadislere bakmak gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in ilk muhatabı olan Mekke halkı Allah’ın varlığını kabul ediyor, birliğini kabul etmiyor, putları Allah’a ortak koşuyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.s.), peygamberlikle görevlendirildiğinde Arap müşrikler, dört konuda Peygamberimize karşı çıkmışlardı: a) Tek Allah inancına (Sâd, 38/3.), Hz. Muhammed’in peygamber oluşuna (Kâf, 50/3.), ahiret inancına (Câsiye, 45/24; Kâf, 50/3.) ve Kur’an’ın Allah sözü olduğuna (Enfal, 8/3132.) karşı çıktılar. Peygamberimiz (s.a.s.), ilk önce insanları kelimei tevhide, yani tek Allah inancına, lâ ilâhe illallah demeye daveti etti. Bu davete icabet edenler; hem Allah’ın birliğini, hem Hz. Muhammed’in peygamberliğini, hem Kur’an’ın Allah sözü olduğunu, hem de ahiret inancını kabul etmiş oluyorlardı. “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur) diyen kimse cennete girer.” sözünü esas alıp sözün sahibini ve Kur’an’ı tebliğ edeni, peygamber olarak kabul etmemek akıl tutulması, mantıksızlık ve çarpıtmadan başka bir şey değildir.
İslam’ın ana referanslarına göre bir insanın cennete girebilmesi için mutlaka mümin ve Müslüman olması (Bakara, 2/82; Tevbe, 9/72; Zuhruf, 43/6870.), mümin ve Müslüman olabilmesi için de Kur’an’ın her bir ayetine iman etmesi gerekir. Çünkü cennet, müminler için hazırlanmıştır. (Hadîd, 57/21.) Peygamberimizin beyanı ile “Cennete ancak mümin ve Müslüman olanlar girecektir.” (Buhari, Meğâzi 36; Fedailü’sSahabe, 178.)
Kur’an’ın her bir ayeti iman konusudur. Allah’ın ayetlerine iman etmeyenler, mümin ve Müslüman olamazlar. Allah’ın ayetlerine iman etmeyenlerin gideceğiyer cennet değil cehennemdir. Bu hususu ifade eden yüzlerce ayet vardır. (Mesela bk. En’am, 6/21, 124; Yunus, 10/17; Neml 27/82; Nahl, 16/104105.) Kur’an’da peygambere iman edilmesi kesin bir üslup ile emredilmektedir. (Teğâbün, 64/8; Nisa, 4/136; Bakara, 2/177.) Kur’an’da Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın rasulü olduğu bildirilmektedir. (Feth, 48/29.) Dolayısıyla Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmeyen, lâ ilâhe illallah deyip Muhammedü’r-Rasulüllah demeyen kimse, Kur’an’a iman etmemiş, iman esasları arasında ayırım yapmış olur. (Nisa, 4/150.) Kur’an’ın bir ayetine bile iman etmeyen kimse, mümin olamaz. (Maide, 5/5.) Dolayısıyla Muhammedü’r-Rasulüllah demese de sadece lâ ilâhe illallah diyen cennete girer demek, bütünüyle yanlıştır, İslam’ı çarpıtmaktır, halkı kandırmaktır. Muhammedü’r-Rasûlüllah demeyen kimse, kesinlikle sapıktır, kâfirdir. (Nisa, 4/136.) Kâfirler ise asla cennete giremez. Kâfirlerin gideceği yer, içlerinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. (Bakara, 2/24, 39; Enfal, 8/14; Âl/i İmran, 3/10, 116, 131, 151; A’râf, 7/36; Bakara, 2/217.)
Sonuç olarak kelimei şahadetin “Lâ ilâhe illallah” bölümü, Allah’ın varlığını ve birliğini “Muhammedü’r-Rasûlüllah” bölümü ise Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamberliğini ifade eder. Kelimei şahadetin bu iki kısmı, ayrılmaz bir bütündür. “Lâ ilâhe illallah” deyip “Muhammedü’rRasûlüllah” demeyen kimse mümin ve Müslüman değil tam bir kâfirdir. Kâfirler ise cennete değil cehenneme girecektir.
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ / Diyanet Dergi
|