Boş Vakit mi Dediniz?

“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.” (İnşirah, 94/5-8.)
21/09/2016


HAYATI her hâliyle çekilmez gören karamsarlar da, bütün sıkıntı ve zorluklardan arınmış gibi gören pembe gözlüklüler de hep yanılmışlardır ama böyle düşünenler de var olagelmiştir; bundan sonra da olmaya devam edecektir. Gerçek ise bu iki bakış açısının arasında bir yerde apaçık olarak ortadadır. Yaşamak için “sa’y ü gayret”in şart olduğunu bir şekilde biliriz de gerekli çabayı sarf etme konusunda hepimiz aynı irade ve enerjiyi sergileyemeyiz. İşleri ağır-aksak yürütmekten tutunuz, gevşek olmaya, tembelliğe hatta vurdumduymazlığa varan davranışlar sergileriz. Evet, tıpkı hızla döndürülen meşalenin kesintisiz bir ateş çemberi oluşturduğu yanılgısına düşmemiz gibi hayat da zorluklardan, sıkıntılardan ibaretmiş gibi durur zihin dünyamızda. Bizim bu algımızı Kur’an-ı Kerim: “Ey insan! Şüphesiz sen Rabbine kavuşuncaya kadar didinip duracaksın ve sonunda didinmenin karşılığına ulaşacaksın.” (İnşikak, 84/6.) ayeti ile resmeder. Ama büyük resmi, gerçek görüntüyü yazının başında mealini verdiğimiz ayetler (İnşirah, 94/5-6.) ortaya koyuyor: “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” Zorluklar ve kolaylıklar birbirini takip eder hayat yolunda.



Yokuş yukarı çıkarken zorlanmamız, bütün zorlukları “yokuş” benzetmesiyle ifadeye yöneltmiş bizi. İnsan olarak yokuşa, hele hele sarp yokuşa yönelmekten hoşlanmayız. (Beled, 90/11.) Ama gerçek şu ki inişli çıkışlı bir hayat yolunda ilerlemek zorundayız. Hayatın bu değişmez kuralı, insan ruhuna da uygundur. Kesintisiz zorluklar zincirinin yaşanacağı hayat kadar her şeyin “yolunda” gittiği “kolay” bir hayat da insanı yıldırır; hem ruhunu, hem bedenini tüketir. Çözülmez, aşılmaz zannedilen yıpratıcı zorluklar karşısında insanın en büyük silahı ayetlerde vurgulanan “zorluğun ardından bir kolaylığın mutlaka geleceği” ümit ve beklentisidir. Sabır yönelişi kişiye enerji yükleyen ruhi bir kaynak olarak burada ortaya çıkar.



Zorlukları aşmak yolunda sarf ettiğimiz hayatımız zaman denilen süreç içinde akıp gidiyor. Zaman ile onsuz olamayacağımız derecede güçlü bir ilişki içindeyiz. Bu ilişkiyi anlatmak için “İnsan: zamanlı, zamanda, zamanla” tespitini yapıyor Mermi Uygur ve bir adım daha atarak “İnsanın öbür adı: Zaman” deyiveriyor. “Vakit öldürmek, intihar etmek demektir.” (Stendhall) sözünün tam da yeri burası. Zaman kavramının göreceliğini ortaya atan izafiyet teorisini göz önünde tutarak Aristo mantığına başvuracak olursak bu yaklaşım bizi şu sonuca götürür: İnsan zamandır, zaman izafidir, insan da izafidir. Garip bir sonuca ulaştık sanki.



Bu mantık gerçekten doğru mu ki? Biraz da ironi içeren bir ifade ile söylemem hoş görülürse cevapveriyorum: Doğru. İnsan olmanın gerektirdiği temel ilkelerden yoksun bir hayat süren akıllı varlık olsa olsa izafi (sana göre, bana göre, ona göre ve şeklen) insan olur. Mesela kendisine ömür adı altında verilen hazinenin değerini bilmeyen, onu bomboş oyalanmalarla boş bir zaman olarak geçiren kişi insan denince akla gelen muazzez varlığı ne kadar temsil edebilir?



Teknolojinin gelişmesi bir yandan boş zaman problemine sebep olurken, bir kesim insan için işsizlik anlamına geliyor. Birinci durum, işini makineye gördüren insanlar için, ikincisi ise makinenin devre dışı bıraktığı insanlar için geçerli. Ancak biz günlük zorunlu faaliyetler dışında kalan zamanlardan söz ettiğimiz için işsizlik hâli konumuzun dışında kalıyor.



Gerçekte boş zaman diye bir şey yoktur; hakkı gasp edilen, iyi değerlendirilmeyen zaman vardır. Gündelik dilde kullanılan boş zaman ifadesi konuya yüzeysel yaklaşan, mecazi ve “pratik” bir söylemi yansıtır. Fizik dünyası boşluk kabul etmediği gibi zaman denilen şey de boş olmaz. İnsan varsa zaman mutlaka ona ait bedensel ya da zihinsel birtakım eylemlerle yüklüdür.



Önemli olan bu bilince sahip olup süreci iyi yönetmektir. Gün sonunda işten yorgun argın dönen kimse dinlenirken boş vakit mi geçirmiş oluyor? Zihnini günün yorgunluğundan kurtarmak için gözlerini yumup mutlu anlarını düşünen insana “boş duruyor” diyebilir miyiz? Zihni arındırma gayreti de bir iştir hem de önemli bir iştir. İş yapıyor olmak için illa da fiili eylem şart değildir. İnsanlık için en yararlı işlerin arkasında düşünce mimarları yer alır. “Boş vakit, felsefenin anasıdır.” (Thomas Hobbes) sözü, boş vakit diye bir şeyin varlığına değil aksine bu yöndeki algının yanlışlığına dikkat çekiyor. Düşünce yeteneğimizin felsefe adını verdiğimiz ürünün ortaya çıktığı vakit nasıl boş olur. Mahiyeti ve görüntüsü ne olursa olsun yarara dönüştürülebilen vakit, içinde bedensel bir eylem barındırmasa da boş vakit değildir. Bu bakış açısı ile tekrar vurgulayabiliriz ki boş vakit diye bir şey yoktur; insanın “hem kendisi, hem de başkaları için bütün zorunluluklardan ve bağlantılardan kurtulduğu ve kendi isteğiyle seçeceği bir faaliyetle” değerlendireceği zaman vardır. “Boş vakitlerin değerlendirildiği” etkinliklerden ilk anda akla geliverenleri bir kenarda tutarak diyelim ki: İnsan “hiçbir şey yapmazken” de pek çok iş yapabilir: Düşünebilir, hatırlayabilir, planlayabilir, hayal kurabilir, zikredebilir. İslami söylemde kalbin amelleri diye ifade edilen deruni eylemler, Kur’an’ın çizdiği kul portresi için boş vakit diye bir şey bırakmaz.



Hangi hâlde olursak olalım, mutlaka bir iş, hâl ve oluş üzereyiz. Önemli olan bu iş, hâl ve oluşu verimli kılmaktır. Verimli kılınamayan hayat parçaları yine de boş değildir, giderken eteğinde sizin ömür sermayenizden bir şeylerle gitmiştir.



Boş vakit kavramı insan söylemine plansızlığın, hayatı düzenleme irade ve yeteneğinin armağanıdır. Gerçekte, hareket hâlinde olsun, sükûn hâlinde olsun, hayatımız eylemlerle doludur. Çoğunlukla bilincinde olmadığımız için iş saymadığımız eylemlerdir bunlar. “Bir işi bitirince diğerine koyul.” (İnşirah, 94/7.) emri bu konuda bilinçli olmaya çağırır, ama yine de muhataplarca garip tavırlar sergilenir: “Zaman öldürülür, bir hayvan mı ki? Zaman harcanır, bir mal mı ki? Zaman doldurulur, bir torba mı ki?” (Nermi Uygur, Yaşama Felsefesi, [Denemeler, 4. Baskı, Kabalcı, İstanbul 1993] s. 171.) Çalışma vakitleri gibi “boş vakit”leri de “çalışmak, görülebilir kılınmış aşktır” (Halil Cibran, “Ermiş”, [Türkçesi: İlyas Aslan, 4. Baskı, Kaknüs, İstanbul 2007] s. 47.) anlayışı ile yaşamak gerekiyor. “Aylak olmak mevsimlere bigâne düşmek ve sonsuzluğa doğru haşmetle ve vakur bir tevazuyla seyreden hayat kafilesinin dışında kalmaktır.” (Cibran, s. 43.) Hayatın dolu dolu yaşanması, bize tahsis edilen zaman dilimini bir şeylerle doldurmak değil, insan ve insanlık için işe yarayacak işlerle doldurabilmektir.



İslami söylemin “salih amel” (yararlı iş) diye önce çıkardığı eylem türü budur. “Onlarki, ayakta iken, otururken, yanları üzerinde iken–her durumda- Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin ve verimli düşünce eylemi sergilerler.” ayetinin izinde durarak söyleyelim: Mümin için boş vakit diye bir şey varsa o da Allah’ın hoşnutluğuna aykırı eylemlerin sergilendiği vakittir.



TV, internet ve benzeri çağdaş imkânların iki tarafı keskin bıçak gibi çok dikkatle kullanılması gerekiyor. Zaman değerlendirmek için başvurulacak herhangi bir araç tam aksine gizli zehirlenme misali, hayat sermayenizden önemli bir miktarı hem de bir “oturumda” alıp götürüverir. Konunun en ciddi yönü ise, yaşanan bu hayati israfın farkında olunmamasıdır. Kur’an’ın, ilahi hakikatlerden habersiz olmak anlamında kullanılan gaflet kavramı, gerçekte verimsiz ve getiriden uzak bir hayat sürecini de kapsam alanı içine alır.



Gaflet karanlığı içinde ölüm, duvara toslamaktır.Şair, “Gafil gezme şaşkın, bir gün ölürsün.” diye bunu hatırlatıyor.  



Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ / DİYANET AYLIK DERGİ