Ramazan ve iYiLiK

İyilik erdemi şu hakikatten hareket eder: Benim dışımdaki insan da benden başka biri değildir, çünkü onun da bir nefesi ve bir nefhası vardır. Huzuru ilahîde, o benden ne fazladır ne eksiktir, ona verilen bana da verilmiştir. O da Allah’ın halifesidir, iyilik yapılmaya layık bir varlıktır.
02/06/2016


İNSAN büyük bir hazinedir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar, perdeler bırakmaz ki insan içindeki o değerleri keşfetsin. Bu perdeler ve karanlıklar, bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirleri ve gönlün bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve hevesleridir. Beşeriyetten insanlığa, insanlıktan kâmil insan olmaya doğru tekâmül etmenin sırrı, insanın etrafını kuşatan bu karanlık ve perdelerden kurtulmasında yatar. Sürekli bir koşuşturma ve panik içerisinde olan insan kendi iç dünyasındaki zenginlik ve güzellikleri fark etme imkânı bulamamaktadır. İnsana şah damarından daha yakın olan yüce yaratıcı, ona kendisini sorgulama zaman ve mekânları lütfetmiştir.



Sinesinde birçok hikmeti ve yüksek ilahî hakikatleri barındıran ramazan ayı rabbimizin bize bahşettiği müstesna zaman dilimlerinden biridir. Ramazan ayı, gönüllerin ilahî rahmet ve mağfiret arzusu ile yıkandığı, iradeleri eğiten ve özgürleştiren orucun manevi hazzı ile iyilikseverlik ve hayırseverlik duygularının kabardığı, müminlerin hayırda ve iyilikte yarıştığı, tövbe ile hakka yönelme şuurunun geliştiği af ve mağfiret ayıdır. (Ali Bardakoğlu, 21.Yüzyıl Türkiye’sinde Din ve Diyanet I., s. 144.) Ramazan ayı Müslümanın üç temel niteliği olan iman, İslam ve ihsan duygularının bir harmoni içerisinde yoğrularak akit hâline geldiği rahmet ayıdır. Ramazan ayı her yıl insana bezm-i âlemde yüce Rabbine karşı vermiş olduğu sözü hatırlatır. Bu nedenle insanı diğer varlıklardan değerli kılan, onun iç dünyasını zenginleştiren manevi değerler bu bereketli ayda doruğa ulaşır. Bu değerlerin başında ahlaki erdemlerin nüvesini oluşturan iyilik gelir.



İyilik erdemi şu hakikatten hareket eder: Benim dışımdaki insan da benden başka biri değildir, çünkü onun da bir nefesi ve bir nefhası vardır. Huzuru ilahîde, o benden ne fazladır ne eksiktir, ona verilen bana da verilmiştir. O da Allah’ın halifesidir, iyilik yapılmaya layık bir varlıktır. Çünkü sadece ona değil, kendine de iyilik yapmış olur. İyilik yapmak insanı egoist kuruntulardan kurtarır. O iyilik Allah rızası için yapılırsa, insanı bencil duygu, düşünce ve davranışlardan bilkuvve kurtarır. İyilik, insanın kendisinden, sevdiklerinden fedakârlıkta bulunarak karşılık beklentisi olmadan başkalarının lehine yapmış olduğu takdire şayan davranışlardır. Ahlakın insanda asıl geliştirmek ve sürekli kılmak istediği özellik budur. İyilik hayatın en tatlı, en verimli ve en sevimli işidir. Allah bilinciyle yapılan her meşru iş iyiliktir. İnsanlar iyilikle mutluluk bulur. İyilik; kişiler arasında dostluğun, sevgi saygı ve kardeşliğin kurulmasına sebep olur. Dostluklar sevgiyle derinleşir, İslam iyilikle gelişir. (Fahrettin Yıldız, Kur’an Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İst. 2008, s. 319.)



Kur’an’ın ahlak metafiziği iyilik ilkesi üzerine kurulmuştur. “Eğer sana yapılan iyiliğe ve kötülüğe daha iyi olan bir iyilikle mukabelede bulunursan, seninle arasında düşmanlık bulunan kişi, sıcak bir dost oluverir.” (Fussılet, 41/34.) ayet-i kerimesi iyiliğin insan tabiatındaki özelliğini ortaya koyar. İnsan müminliğini bir iddianın ötesine geçirip imanına insanları şahit tutacak eylemlerde bulunmasını Kur’an ihsan kavramıyla ifade eder. Bu anlamda ihsan vericilik demektir. Allah, Muhsin ismiyle ihsanda bulunarak hem varlığı yaratmakta hem yaratırken kendilerini gerçekleştirebilecekleri yeteneklerle onları donatmakta hem de yaşamları sürecinde taleplerine karşılık vermektedir. Bu hayatta test edilme riskini göze alan insan, bütün yapıp etmelerinde Allah’ın varlıkla kurduğu bu verici ilişki tarzını model alan ideal insanı temsil etmektedir. İyi bir mümin olabilmenin temel dinamiği olan ihsan, insanın yaptığı işin ahlaken en iyisini, estetik olarak en güzelini, ekonomik olarak en âdilini ve en faydalısını, bilgi olarak da en doğrusunu amaç edinmesi demektir. “Sizden, iyiye çağıran doğruluğu emreden ve fenalıktan men eden bir cemaat olsun.” (Âl-i İmran, 3/104.), “İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Maide, 5/2.), “Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.” (Bakara, 2/148.) Kur’an’ın bu buyruklarını gerçekleştirme imkânı, insanın hemcinslerinin yaşamlarına katkıda bulunmaya bağlanmıştır. Bu nedenle, ilişki içinde olduğumuz her bir insan ve çevremizdeki her bir varlık esasında kendimizi gerçekleştirmenin ve mümin oluş iddiamızın sağlamasının birer imkânı olarak bize sunulmaktadır. (Şaban Ali Düzgün, Sarp Yokuşun Eteğinde İnsan, Ankara 2012, s. 19.) Hz. Peygamberimiz bütün eylem söylemlerinde hep iyiyi ve güzel ahlakı teşvik etmiştir. Şu meşhur hadisinde, “İyilik ve hayır güzel ahlaktır; kötülük ise vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemediğin, yani herkesten gizlediğin şeydir.” (Müslim, Şerhu’n Nevevi, cüz 16-3, Beyrut 1972.) iyinin ve kötünün rasyonel kriterini vermiştir. Kur’an, sünnet ve bu kaynaklardan beslenen İslam geleneği ve tecrübesinin hayata dönük iddiası yaşanabilir bir dünya oluşturmaktır. Hayırlı nesil, yaşanabilir temiz çevre, temiz hava, güvenli iletişim, temiz gıda, temiz toplum, güvenli meskenler ve hayırda yarışmak gibi insanca yaşamanın asgari unsurlarını Kur’an bu terimler üzerinden vermektedir ve insanları böyle bir yaşam kurmanın mücadelesine çağırmaktadır. Bu ideali gerçekleştirmek için Müslümanın berrak bir ahlaki bilince sahip olması gerekir.



“İyilik (birr), yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir. Aksine iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyacından dolayı isteyene ve özgürlükleri için mücadele edenlere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda direnip sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar doğru olandır. Muttaki olanlar onlardır. (Bakara, 2/177.)



Bu ayet-i kerime Müslümanın üç temel niteliği olan iman, İslam ve ihsan gibi unsurları ve bunların bir bütünlük içerisinde yaşanması gerektiğini tavsiye ederek Müslümana sağlam bir ahlak bilincini aşılar. Ve aynı zamanda dini sadece ibadetlere indirgeyip ve onunla kurtuluşa ereceği ümidini taşıyanlar için bir uyarı niteliği taşır. Günümüzde ciddi anlamda bireysel, toplumsal ve hatta küresel ölçekte ahlak sorunları yaşanmaktadır. Bu sorunların Müslüman toplumlarda daha bariz bir şekilde görülmesi kolayca izah edilebilir durum değildir. Demek ki dinî algı ve pratiklerimizde bir şeyleri doğru yapmıyoruz ya da yapamıyoruz. Şüphesiz bunun çeşitli sebepleri vardır. Bizim kanaatimize göre ibadetlerimizi sıradan alışkanlıklara dönüştürerek, onların bizi ulaştırmak istediği ahlaki güzelliği ihmal ediyoruz. Hâlbuki ibadetler basit alışkanlıklara dönüşmesin diye, ibadetlere bilinç ve dinamizm kazandıran “niyet” esas alınmıştır. Bizim asıl alışkanlığa ve meleke hâline dönüştürmemiz gereken ibadetler değil de o ibadetlerin bize kazandırdığı ahlaki erdemler olmalıdır. Zaten ahlak ilkelerinin somutlaşarak erdeme dönüşmesi ancak melekeyle olur. İnsanın imanının ve ibadetinin kalite testine tutulduğu alan da burasıdır. Buradaki ihlaller ve kusurlar hem suç olarak hanemize yazılır hem de günah olarak adlandırılır. Bu anlamda içerisinde birçok ibadeti yoğun bir şekilde ifa edebileceğimiz ramazan ayını tefekkürle zenginleştirerek, aşınmış olan değerlerimizi onarma ve yeni ahlaki erdemler kazanma ayına dönüştürmek için yeni bir fırsat ve imkân olarak görmeliyiz.



Yrd. Doç. Dr. Mustafa EREN / DİYANET AYLIK DERGİ