HZ. ALİ (Ö: 40/660)’NİN KUR’AN-I KERİM ANLAYIŞI

Hz. Peygamber’in özel bir sevgisine mazhar olan Hz. Ali, değişik zamanlarda ve yerlerde birçok kez onun duasını almıştır.
Hz. Ali, Kur’an’ı anlamaya çok önem verdiğinden dolayı, anlamayı zorlaştırır endişesiyle Kur’an’ın küçücük mushaflara yazılmasını hoş karşılamazdı.[42] Çünkü okuyucu küçük mushaftan Kur’an okurken, anlamayı olumsuz yönde etkileyen haricî sebeplere takılarak manadan uzaklaşabilir.
14/12/2015


Hz. Peygamberin amcasının oğlu ve kızı Hz. Fatıma’nın kocasıdır. Künyesi Ebu’l-Hasan ve EbûTurab; lâkabı Haydar, yani arslandır. Nesebi, Ali b. EbîTalib b. Abdulmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf b. Kusayy b. Kilab b. Mürre b. Ka’b b. Lüeyy’dir. Annesi ise Esed’in kızı Fatıma’dır. Resulullah, annesi Hz. Amine’den öksüz kalınca bu hanım Hz. Peygambere öz evlat muamelesi yapmıştır. Hz. Ali’nin annesi Müslümanlığı kabul etmiş, O vefat ettiğinde Resulullah çok üzülmüş ve kendi eliyle kabre indirmiştir. (1)


 


Hz. Ali hicretten yirmi üç yıl önce dünyaya gelmiştir. Hz. Muhammed’den otuz yaş küçüktür.(2) EbûTalib’in çocukları çok olduğundan dolayı maddî yönden ev halkını geçindirmekte zorlanıyordu. Resulullah, o zaman çok sevdiği amcasına yardım etmek isteyerek durumu diğer amcası Abbas’a açmış ve EbûTalib’e yardım etmenin bir vazife olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Abbas, EbûTalib’in oğullarından Cafer’in geçimini üstlenmiş, Rasulullah da Ali’yi almış ve kendi ailesine katmıştır.(3)


 


Hz. Peygamber’in evinde büyüyen ve yetişen Hz. Ali, ilk vahyin gelip davetin dışarıya açılmasıyla beraber İslâm’ı kabul etmiştir. Böylece O, ilk Müslümanlardan olmuştur.(4) Çok küçük yaşta İslâm’ı kabul ettiği için, fıtratını korumuş ve hiçbir zaman putlara secde etmemiştir.(5) Hz. Peygamber’in özel bir sevgisine mazhar olan Hz. Ali, değişik zamanlarda ve yerlerde birçok kez onun duasını almıştır. Peygamber, bir defa ona şöyle dua etmişti: “Ey Allah’ım! Ali’nin kalbini en doğru olana eriştir ve dilini de (hakikat) üzerine sabit kıl.”(6) Yetiştiği evin ve yakın olduğu insanın önemini hiçbir zaman hatırından çıkarmayan Hz. Ali, almış olduğu duaların bereketiyle, büyük bir âlim olmuştur. İnsanlar onun görüşlerine müracaat etmiş ve Resulullah’ın “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır.” sözü, hakkında gerçekleşmiştir.(7) Bu sözden anlaşıldığı gibi, hangi zümreye ait olursa olsun bütün Müslümanlar, Resulullahın Kur’an-ı Kerim’i en iyi bildiğinde ittifak etmişlerdir. Sahâbenin ileri gelenleri de, Resulullahtan zengin ve geniş bir ilim telakki etmişlerdir. Bunların başında, amcası oğlu ve damadı Hz. Ali gelmektedir.(8) Sonuçta O, taşıdığı bu ilmî kudreti sayesinde ilim şehrinin kapısı olmaya hak kazanmıştır. Allah Teâlâ, ona geniş hikmet vermiş ve en çarpıcı anlatım tarzını öğretmiştir.


 


Hz. Ali, Resulullah’ın zamanında Kur’an’ın tamamını ezberleyen hafız sahâbîlerdendir.(9) Hıfzını sadece okuma / kıraat düzeyinde tutmamış, bilakis; okumanın değişik lehçeleri, harflerin mahreçleri ve tecvid bilgisini de kendinde toplayarak Kurra’dan olmuştur.(10) Hafızlık ve kıraat bilgisinde derinleşen Hz. Ali, Kur’an ilimlerinde kazanmış olduğu vukûfiyetle, sahâbenin âlimleri arasına girmiştir. Tabiinden Mesruk’un (ö: 63/682) beyanına göre; “Sahâbîlerin hepsinin ilminin kendisinde sonuçlandığı iki âlim sahâbîden biridir.” Diğeri ise Abdullah b. Mes’ud’dur.(11) Hz. Ali, Kur’an’ı anlamaya çok önem verdiğinden dolayı, anlamayı zorlaştırır endişesiyle Kur’an’ın küçücük mushaflara yazılmasını hoş karşılamazdı.(12) Çünkü okuyucu küçük mushaftan Kur’an okurken, anlamayı olumsuz yönde etkileyen haricî sebeplere takılarak manadan uzaklaşabilir.


 


Her ne kadar tefsir usulü çalışmalarında Hz. Ali’ye ait bağımsız bir bölüm açılmasa da, birçok İslâm bilgini onu müfessir sahâbîler arasında saymaktadır.(13) Hz. Ali böyle bir payeyi elde ederken ayetler üzerinde çok çalışmıştır. Bizzat kendisi, bir örnek olması kabilinden şu olayı anlatmaktadır: “Kur’an’daki şu ayeti anlamak bana çok müşkil gelmişti: ‘Erkek tekrar boşarsa, artık bundan sonra kadın, başka bir kocaya varmadan kendisine helal olmaz...’(14) Allah’ın kitabını araştırmaya devam ettim ve sonra anladım ki ikinci koca bu hanımı tekrar boşarsa ilk kocası onunla yeniden evlenebilir.”(15) Örnekten anlaşılan, Hz. Ali’nin Kur’an’ı anlama konusunda çok yoğunlaşmasıdır. Bu yoğunlaşmanın temelinde ise, Allah’ın göndermiş olduğu ayetlere bir Müslümanda olması gereken ciddi bir bakış vardır. Bütün bunlar; Hz. Ali’nin Kur’an’ı ezberlemesi, ayetler üzerinde çalışması, hayata katması ve kendini ayetlerin muhatabı sayması onun Kur’an anlayışıyla alâkalıdır. Hz. Peygamberin mahremiyeti dairesinde terbiye edilmiş, insanî meziyetlerin hepsini kendinde toplamış olan ve hiçbir zaman haktan ayrılmayan (16) bu büyük insanın Kur’an anlayışını daha iyi anlayabilmek için şu başlıklar altında onun Kur’an’a bakışını incelemekte fayda vardır:


 


1- Kur’an’ın önüne hiçbir şeyi geçirmemek: Diğer büyük sahâbîler gibi Hz. Ali de, içtihat yaparken önceliğin Kur’an’a verilmesini değişik vesilelerle vurgulamıştır. Hatta O, fakih olmayı Kur’an’ı öncelemeye bağlamıştır. Bu çerçevede şunu söylemiştir: “Gerçek anlamda fakih, insanların ümidini Allah’ın rahmetinden kestirmeyen, Allah’a isyan konusunda kişilere ruhsat / kolaylık vermeyen, onları Allah’ın azabından emin kılmayan ve başka bir (kaynağa) yönelerek Kur’an’dan yüz çevirmeyendir. Kendisinde ilim olmayan ibadette, anlayış olmayan ilimde ve derin derin düşünmenin olmadığı kıraata / Kur’an okumalarında hayır yoktur.”(17) Hz. Ali’nin hayatında, Kur’an’ın temel kaynak olarak alınmasını gösteren başka örnekler de vardır. Hz. Ali, mehri belirtilmemiş bir kadının kocasının cinsel beraberlikten önce ölmesi durumunda kadına mehir gerekmeyeceği görüşündeydi. Kur’an bu durumu şu ayetle açıklığa kavuşturmuştu: “...Onlardan (kadınlardan) faydalandığınız takdirde, kararlaştırmış olduğunuz mehri verin...”(18) Hz. Ali’ye, “Böyle bir kadın için / mehri belirtilmemiş ve cinsel beraberlikten önce kocası ölmüş kadına mehri misil, miras ve iddet vardır” şeklinde bir hadis rivayet edilince şu cevabı vermiştir: “Baldırına bevleden bir bedevinin rivayetini alıp, Allah’ın kitabını ve Rasulünün sünnetini terkedemeyiz.”(19) Hz. Ali’nin tavırlarından çıkan sonuç, Kur’an’ın önüne herhangi bir şeyi geçirmenin doğru olmadığıdır.


 


2- Nüzul ortamı ve vakıa-vahiy ilişkisine ait bilgiden faydalanma: Hz. Peygamberin evinde ve velayetinde yetişen Hz. Ali, doğal olarak Kur’an’ın nüzul süresini en iyi takip edenlerdendir. Bu takibi sonunda mükemmel bir nüzul bilgisine sahip olmuş ve ayetleri anlamada, yorumlamada ve hüküm çıkarmada bu bilgisinden yararlanmıştır. Kur’an ayetlerinin iniş yeri ve zamanı konusunda sahabeden, sadece iki kişi çok iddialıdır. Birisi Hz. Ali, diğeri Hz. Abdullah b. Mes’ud’dur. Bu iddiasını, yani; ayetlerin iniş sebebi bilgisini en iyi bilenlerden olduğunu O, şu sözüyle ilan etmiştir: “Allah’a yemin olsun ki Kur’an’dan inen her ayetin niçin indiğini, nerede ve kim hakkında geldiğini biliyorum. Şüphesiz Rabbim bana (temiz) bir kalp, sağlam bir akıl ve açık bir lisan bağışlamıştır.”(20) Konuyu biraz daha açmış, “Ayetlerin gece mi, gündüz mü, dağda mı, ovada mı indiğini bilirim.” demiştir.(21) Kur’an’ı anlamada önemli bir alt yapıyı oluşturan nüzul sebebi ve vakıa-vahiy bilgisi, Hz. Ali’nin de içinde bulunduğu bir grup sahabide çok öne çıkmıştır. Bu insanlar gerek içtihatlarında, gerekse Rasulullah’tan duyduklarında çoğu zaman nüzul sebebi bilgisinden faydalanmışlardır.(22)  Bu açıklamalar gösteriyor ki, Hz. Ali Kur’an’ı yorumlamada ve anlamada nüzul sebebini çok ciddiye almış ve bu bilgilerini güncelleştirmek suretiyle, hayata yaşanabilir şeyler olarak sunmuştur.


 


3- Sorarak öğrenme: Sorarak öğrenme, önemli bir öğretim metodu olarak bugün de güncelliğini korumaktadır. Hadis külliyatındaki Hz. Peygamberin soru sormayı yasakladığı ve sahabenin fazla soru sormadığı şeklindeki haberler bizce yanlış anlaşılmıştır. Zira aynı hadis külliyatı, sorulara verilen cevaplarla doludur. Olsa olsa bu yasak, anlamsız ve lüzumsuz sorularla ilgili olabilir.(23) Seviyeli ve sözün coğrafyasına uygun soruları Hz. Peygamber cevaplandırmıştır. Zaman zaman sahabesini soru sormaya teşvik etmiştir. Rasulullah’ın bu teşviklerini bilen Hz. Ali şöyle bir olayla karşılaştığını anlatır: “Müslümanlardan birisine uğradım ve gördüm ki adam müşrik olarak ölen babası için istiğfarda / Allah’tan babasının bağışlanması talebinde bulunuyor. Peygamber’e geldim ve bu durumu haber verdim. Bunun üzerine şu ayet indirildi:(24) “مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَن يَسْتَغْفِرُواْ لِلْمُشْرِكِينَ وَلَوْ كَانُواْ أُوْلِي قُرْبَى مِن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُمْ أَصْحَابُ الْجَحِيمِ” “Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah’a) ortak koşanlar için mağfiret dilemek ne Peygamberin, ne de inananların yapacağı bir iş değildir.”(25) Hz. Ali’yi böyle bir konuda soru sormaya iten sebep, Müslümanlarla müşrikler arasındaki velâyet ayrılığı (26) ve Kur’an’da, inanmayanlara istiğfar edilmesini yasaklayan bazı ayetlerin varlığıdır.(27) Kendisinin soramadığı bazı soruları da arkadaşlarına sordurmak suretiyle Hz. Peygamber’den gerekli cevapları öğrenmiştir. Meziden sonra nasıl bir temizlik ve yol tutulmasının gereklerini Mikdat b. Esved’e sordurarak bilgilenmesini ikmal etmiştir.(28)


 


4- Kur’an’ı hayata katma: Kur’an’ın, sahabenin hayatında meydana gelen olaylara müdahale ve onları mutlak doğruya yönlendirme çerçevesinde nazil olduğu bir gerçektir. Tarih içerisinde konuşmasına rağmen, evrensel mesajlar taşıyan Kur’an, kıyamete kadar, inandım diyen insanlar için en temel kaynaktır. Ondan gereği gibi istifade edebilmek ve samimiyetle yaşanabilir hale getirebilmek için önce iman etmek gerekir. İman olmadan hayata katmanın bir değeri olmadığı gibi, inanıp hayata katmamanın da bir anlamı yoktur. Kur’an’ı hayata katmayı Hz. Ali şöyle açıklamıştır: “İnsanlardan öyleleri var ki onlara iman verilmiş fakat Kur’an verilmemiştir. Bazılarına ise Kur’an verilmiş fakat iman verilmemiştir. Öyleleri de var ki hem iman hem Kur’an verilmiştir. Bazı insanlar da vardır; onlara ise ne iman ne de Kur’an verilmiştir. Sonra da onlara şöyle bir misal verdi; imanın verilip Kur’an’ın verilmediği insan, hurmanın benzeridir. Tadı güzeldir fakat kokusu yoktur. Kendisine Kur’an’ın verilip imanın verilmediği kimse ise, reyhan gibidir; kokusu güzeldir, tadı ise acıdır. İmanın ve Kur’an’ın verildiği insan ise narenciye gibidir; kokusu da güzeldir tadı da güzeldir. İmanın ve Kur’an’ın verilmediği kişi ise Ebû Cehil karpuzu gibidir. Tadı acıdır, kokusu ise yoktur.”(29) Verilen örnekten anlaşılan; Kur’an’ı iman ederek hayatına katan, fakat Kur’an ilimlerine vakıf olmayan insan hurmaya benzetilmiştir. Kendisiyle ve yaratanıyla barışık bir hayat süren birisidir. Bunun bir ilerisi ise, iman ettiği Kur’an’ı hayatına katan ve Kur’an ilimlerini bilen kişidir; narenciyeye benzetilmiştir. Bireysel anlamda güzel olduğu gibi ürettikleriyle başkalarını da faydalandırmaktadır. Hz. Ali bu örneği vermek suretiyle Müslümanları Kur’an’ı yaşamaya özendirmiştir. Oryantalistler gibi bilgiyi yüklenip hayata katmamak tasvip edilen bir yaklaşım değildir. Hatta Kur’an, yararlı bilgiyi hayatına katmayan kimseleri kitap yüklü, merkeplere benzetmiştir. (30)


 


5- İçtihadî yaklaşım:  Hz. Ali, fetva veren sahabe grubundadır.(31) Her ne kadar fetva vermekle içtihat etmek ayrı şeyler olsa da, aralarında bir yakınlığın olduğu da bir gerçektir. Hemen belirtmekte yarar var, Hz. Ali müçtehit sahabilerin en meşhurlarındandır. Kufe ekolünün önderlerindendir.


 


Hz. Ali, çok fetva veren sahabilerden biridir. Iraklılar için verdiği fetvalar ve hükümler bir mecmua olacak çaptadır.(32) Nitekim, Abdullah b. Mes’ud’da, zamanında Medine’nin en iyi hüküm vereninin Hz. Ali olduğunu söylemiştir. Aynı kanaati, Hz. Ömer de yinelemiştir.(33) Hz. Ali, fetvalarında ve içtihat usulünde bireysellik yerine kolektif çalışmayı tavsiye etmiştir. Çünkü Hz. Muhammed, şu hadisinde olduğu gibi aktif bir istişareyi önermiş ve Hz. Ali de bu tavsiyelere uymuştur. Hadis şöyle: “Dedim ki, Ey Allah’ın Resulü! Bize bir buyruk geldiğinde, onun emir veya yasak olduğuna dair bir açıklama yoksa ne yapmamızı söylersin. Buyurdu ki; ‘Dinde anlayış sahibi kimselerle / fakihlerle ve (Allah’a hakkıyla) ibadet eden âbidlerle istişare ediniz. Salt reyle (meseleyi) geçiştirmeyiniz.’” (34)


 


Hz. Peygamberin bu öğütlerine uyan Hz. Ali, kolektif içtihatların yapıldığı istişarî meclislerde bulunmuştur. Hz. Ömer, zina yapan deli / mecnun bir kadına ölüm cezasını verdiğinde, Hz. Ali; “Aklı olmayandan sorumluluk kalkmıştır.” diyerek, Hz. Ömer’in hükmünü bozmuş ve uygulamadan kaldırmıştır.(35) Benzeri bir içtihadı da Hz. Osman döneminde olmuştur. Evliliğin altıncı ayında çocuk doğuran bir kadına, şikâyet üzerine müeyyide uygulamak isteyen Hz. Osman’a mani olmuş ve şu ayeti okumuştur: “Biz insana ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Anası onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. (Ana karnında) taşınması ile sütten kesilmesi otuz ay sürdü...” (36) Arkasından diğer bir ayeti hatırlatmıştır: “Onun sütten kesilmesi ise iki yıl içinde olmuştur.” (37) Hz. Ali, bu iki ayetten, hamileliğin asgarî süresinin altı ay olduğu sonucunu çıkarmış ve dolayısıyla kadının doğumunun normal olduğunu belirtmiştir.(38)


 


Ehl-i Kitab’ın kestiklerinin yenebileceğine ruhsat veren ayete rağmen (39) O, Hıristiyanların kestiğinin yenmeyeceği şeklinde içtihatta bulunmuştur. Buna sebep olarak da, kendi dönemindeki Hıristiyanların hakikatten pay taşımadıklarını ve onlarda içkiden başka bir şeyin kalmadığı gerçeğidir.(40)  Bir ara içki içme, yeni fethedilen yerlerde yaygınlaşınca Hz. Ömer, nasıl bir ceza verilmesini sahabe ile istişare etmiştir. Kur’an’dan delil getiren Hz. Ali şöyle bir içtihatta bulunmuş ve bu görüş kabul edilmiştir: “Biz içki içene seksen sopa vurulması kanaatindeyiz. Çünkü o, içince sarhoş olur, sarhoş olunca saçma sapan konuşur. Saçmalayınca da iftirada bulunur.” Bu cezayı Hz. Ömer de kabul etti. (41)


 


Kıraatiyle, fıkhıyla ve üretmiş olduğu değerlerle Kur’an’a hizmet eden Hz. Ali’nin faziletleri pek çoktur. Sadece anlamaya yönelik faaliyetlerle değil, daha başka çalışmalarıyla da Kur’an’a hizmet etmiştir. Nahiv ilminin esasları Hz. Ali tarafından ortaya konulmuştur. Hz. Ali, bir kere Kur’an-ı Kerim’in yanlış okunduğunu duymuş, bunun üzerine nahvin tümel kurallarını açıklamak suretiyle buna engel olmak istemiş, bu tümel kuralların izahından sonra bu ilim kitap haline getirilmiştir. (42)


 


Dipnot


* Talim Terbiye Kurulu Başkan Yardımcısı


 


[1]. Şiblî, Asr-ı Saadet, V, 53-5; İslâm Ansiklopedisi, I, 307.


[2]. Şakir, Dört Halife, s. 351.


[3]. İbnKesîr, el-Bidaye, III, 25; Hudarî, Nuru’l-Yakîn, s. 29; Şiblî, Asr-ı Saadet, V, 55.


[4]. İbnKesîr, el-Bidaye, III, 24.


[5]. Zerkanî, el-Menâhil, II, 18.


[6]. İbniSa’d, Tabakât, IV, 154.


[7]. Aliyyu’l-Kârî, Fıkh-ı Ekber Şerhi, s. 112.


[8]. Salih, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, s. 175.


[9]. Zerkeşî, el-Burhan,, I, 296.


[10]. Okiç, Tayyib, Tefsir ve Hadis Usulünün Bazı Problemleri, s. 141.


[11]. İbni Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakki’în, I, 13.


[12]. İbnEbîŞeybe, Musannef, II, 382.


[13]. Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 207.


[14]. 2/Bakara 230.


[15]. Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 207.


[16]. Filibeli, İslâm Tarihi, s. 252.


[17]. Darimî, Mukaddime 29, I. 89.


[18]. 4/Nisa 24.


[19]. Şevkanî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylu’l-EvtarŞerhuMünteka’l-Ahbar, Beyrut 1989, VII, 359.


[20]. İbnSa’d, Tabakât, IV, 154.


[21]. Zerkanî, el-Menâhil, II, 15.


[22]. Emin, Duha’l-İslam, II, 138.


[23]. Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, T.D.V. Yay., Ankara 2000, II. Bsk, s. 46.


[24]. Nahhas, Meâni’l-Kur’an, III, 259.


[25]. 9/Tevbe 113.


[26]. Bak: 9/Tevbe 23-24.


[27]. Bak: 9/Tevbe 80,84; 63/Münâfikun 6


[28]. Darimi,23, Fedail,8, s 838.


[29]. Dârimi, 23, Fedail 8, s. 838.


[30]. Bak: Cuma 62/5


[31]. Hallaf, İslâm Teşrî Tarihi, s. 23.


[32]. Emin, Duha’l-İslam, II, 181.


[33]. İbnSa’d, Tabakât, IV, 155-6.


[34]. Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 178.


[35]. Ebû Davud, 32, Hudud 16, no: 4401, IV. 559.


[36]. 46/Ahkaf 15.


[37]. 31/Lokman 14.


[38]. Nahhas, Meâni’l-Kur’an, I, 215.


[39]. 5/Maide 5.


[40]. Taberî, Câmiu’l-Beyan,Iv, 442.


[41]. Malik, 42, Eşribe 1, II. 842.


[42]. Şiblî, Asr-ı Saadet, V, 121; ayrıntılı bilgi için bkz. Bakırcı, Selami-Demirayak, Kenan, Arap Dili Grameri Tarihi, Erzurum, 2001.


 


Mehmet Sürmeli / Vuslat Dergisi