Namaz, Fars dilinden Türkçeye geçmiş bir kelime olup dua ve ibadet anlamındadır. Namazın Arapça karşılığı olan “salât” kelimesinin ise iki anlamı var: Biri yine dua, diğeri ise bir şeye şekil vermek için ısıtmak ve ateşe vurmaktır.
Namaz duadır. Namaz kılan, bütün organlarıyla Allah’a dua ederken azaları âdeta dil kesilir. Kul, bütün azalarının katıldığı bir lisan ile gönülden dua edince duasına icabet, bir vaad-i ilahîdir. Nitekim Allah Teala: “Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim.” (Mümin, 40/60.) buyurmaktadır. Namaz ateşe vurmaktır. Nasıl eğri ağaçtan baston ve asa gibi şeyler yapılacağında ateşe vurulup ısıtılarak şekil verilir ve düzeltilirse, insanın nefs-i emmareden kaynaklanan eğrilikleri namaz sayesinde zahir olan azamet-i ilahîye nurlarıyla ısıtılıp düzeltilir.
Namaz divan-ı ilahîde durmak olduğu kadar Allah’ı unutmamak ve O’nunla beraber olmak ve tevhide ermektir. Nitekim Kur’an’da: “Beni zikretmek için namaz kıl!” (Taha, 20/14.) “Gâfillerden olma!” (A’raf, 7/205.) buyurulmaktadır.
Namaz Allah’ın mutlak hâkimiyetini, rububiyet ve otoritesini kabul ile O’nun hükmüne boyun eğmektir. İnsan bu otoriteyi kabulde zorlanmaktadır. Çünkü insan nefsinin insana kurduğu tuzakların en büyüğü varlık iddiası ve “benlik” duygusudur. İnsanoğlu şeytan gibi “ben ben” dedikçe; kendisinde varlık gördükçe tevhitten ve Allah’a yakın olmaktan uzaklaşır.
Namaza vakti gelmeden hazırlanmak, dünya dağınıklığından ayılıp tevhit, huşu ve huzur hâlinin gerçekleşmesine katkı sağlar. Temizlik ve abdestten sonra kılınan sünnet namaz ile insan gönlü münacata iyice hazır hâle gelir. Böylece gaflet ve dağınıklıktan kurtularak farz namazda, Allah ile huşuya yükselir.
İnsan hazırlıklarını tamamladıktan sonra zahirini kıbleye, bâtınını divan-ı ilahîye çevirir. Kur’an’daki: “Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratanın divanına döndürdüm.” (En’am, 6/79.) ayetinin manasına uygun şekilde gönlünü Allah’a rabteder. Niyet ile divana yöneliş ve tekbir aynı anda, aynı duygularla olmalıdır. Niyet Allah için, Allah ile ve O’ndan olur. Böyle bir niyet, nefis ve şeytanın vesveseyle müdahalesine fırsat vermez ve tevhide ermeye engel olmaz.
Kul iftitah tekbiri ile namaza girip divan-ı ilahîye durduğu zaman Allah’ın kendisine nazar buyurduğunu ve içinden geçeni bildiğini düşünmelidir. Namaz kılarken cenneti sağ yanında, cehennemi sol yanında düşünmelidir. Bu sayede kalp ahiretle meşgul olmaya başlar. Kalbin ahiretle meşguliyeti vesveselerin ardını keser.
Namaz kılan kimse, kıyamda iken secde mahalline bakmak için başını hafifçe önüne doğru eğer. Dizlerini, böğrünü ve bedeninin diğer kısımlarını bükmeden hâkim huzurunda durur gibi; bütün vücuduyla toprağa nazar eder şekilde ayakta durur. Bu hâl huşua tesir eder.
Kıyamda Fatiha ve zammı sureyi huzur-ı kalp ile himmetini teksif ederek dil-kalp ahengi içinde, tevhit, vuslat, heybet, huşu, haşyet, tazim ve vakarla yakarma ve yalvarma duyguları içinde okur.
Kur’an okurken sanki Cenab-ı Hak’tan dinliyormuş gibi kalbin okunana teksif olması veya sanki okuduklarını Allah’a okuyormuş gibi okuması esastır. Okumak dilin; manalar kalbin konuşmasıdır. Her konuşanın bir muhatabı vardır. Burada muhatap Allah’tır. Konuşanın dili kalbindekini söyler. Eğer konuşan kimse, dil olmadan anlatmaya muktedir olacak olsa öyle yapması daha evladır. Bunun zorluğu sebebiyle lisan, konuşana tercümanlık etmektedir. Kalptekine uygun olmayan sözler söyleyen, güzel tercüman olamaz. Tilavet sırasında aslolan, dilin söylediğine kalbin katılmasıdır.
Rükû hâlinde sırt dümdüz bir hâlde yere paralel olarak yaklaşmış ve beden toprağa doğru eğiktir. Kalpte Allah’ın azametinden başka bir şey kalmayacak şekilde Hakk’ı yüceltmek, nefsi toz zerresinden küçük bir hâle getirmek için küçülmek gerekir.
Allah Rasulü: “Secde anının kulun Allah’a en yakın an olduğunu” (bkz. Müslim, Salât, 215.) bildirmektedir. Ayrıca Kur’an’daki: “Secde et ve yaklaş!” (Alak, 96/19.) emri bu yakınlığı teyit etmektedir. Secde kime ve niçin kapandığını bilerek alnı yere koymaktır. Kalbini hayâ, ruhunu azamet-i kibriya duygusuyla doldurmak için yerin derinliklerine doğru secdeye varılır.
Mevlana namazda secde ile Allah’a yaklaşmayı suya ulaşmak isteyen insanın su ile arasına giren duvar engelini aşmak için her gün duvardan bir kerpiç koparıp atmasına benzetir. Önündeki duvardan kopardığı kerpici suya atan ve duyduğu su sesi ile gönlü biraz daha ferahlayan ama bununla birlikte susuzluk ve harareti artan insanın kopardığı her kerpiç ile duvarın alçalması sonucu suya kavuşması hikâyesiyle anlatır.
İnsanın önündeki duvar, varlık ve benlik duvarıdır. O ne kadar yüksekse baş eğmeye, tevhide ulaşmaya ve secde etmeye o kadar engeldir. Topraktan yaratılan tabiat bedenini aşmadıkça eğilip, secde ederek abıhayat suyundan kana kana içmek mümkün değildir. Varlık duvarının önünde bulunanlar suya kavuşmak için duvarın kerpiçlerini atmalı ve azaltmalıdır. Susuz insan suya attığı kerpicin çıkardığı sesle neşelenir, mest olur ve suya biraz daha yaklaşmak için varlık engelini aşmaya çalışır. Bunun için kul, keşke her türlü yüceliğin sahibi Allah’a secde ederken, suretiyle değil siretiyle secde edebilse. (Mesnevi, II, b. 1188-1210.)
Teşehhüt için oturup “tahiyyat” okumak âlemlerin Rabbine selam vermektir. Bu duruma göre insan ne söylediğinin ve kiminle konuştuğunun şuuruna ermelidir. O esnada Allah Rasulü’nü de kalbiyle gözünün önünde canlandırarak selâm vermelidir. Bu selamına bütün salih kulları katmalı, kendine ve bütün müminlere dua ile namazı tamamlamalı, selam ile namazdan çıkmalıdır. Selam meleklere, ins ve cinnin müminlerinedir.
Namaz cemaatle kılınıyorsa uyanık bir imam, sultanın kapısında duran ve O’na elçilik yapan bekçiye benzer. Arkasında duran ihtiyaç sahiplerinin dileklerini O’na ileterek onlar adına talepte bulunur. İmam şeytanla muharebede askerin önündeki kumandan gibidir. İmam huşu, zahiri ve bâtıni edep bakımından cemaatin en iyisi olmalıdır. Uyanık bir kalple namaz kılanların zahir ve bâtınları aynı noktada toplanmıştır.
Olaya bir de günümüz açısından baktığımızda dünya ilgisinin zamanımızı kuşattığı, gönüllerimizi ve kafalarımızı işgal ettiği; sanal âlemdeki gürültü ve konuşmaların gönlümüzü dağıttığı ortamda divana nasıl duralım? Huşuya nasıl varalım? Tevhide nasıl erelim? Bizler için en güzel tarif herhalde Hâtim-i Esam hazretlerinin söylediğidir. Bakınız o namaza nasıl başlıyor ve nasıl bitiriyormuş:
“Namaza ait hazırlığımı tamamladıktan sonra heybetle namaza girer, tekbirle azamet-i ilahiyeyi ikrar ederim. Tertil üzere kıraatimi tamamlar, huşu ile rükûa varır, tevazu ile secdeye kapanırım. Tam anlamıyla teşehhütte oturur, sünnet üzere selam veririm. Namazı Rabbime takdim ederim. Hayatım boyunca günlerimi bu hâl üzere geçirmeye çalışırım.”
İşte böyle bir namaz, layıkıyla divana durma, huşuya varma ve tevhide ererek günlerini bu hâl üzere geçirebilme kaygısı taşımaktan geçer. Allah hepimize nasip etsin.
Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ / DİYANET AYLIK DERGİ