Aile ve akrabalık ilişkileri çok önemli olmasına rağmen, -Allah’ın akrabalık ilişkilerine dair vurguları-, Arapların hepsinin buna yeterince dikkat etmediklerini söylememize imkân vermektedir. Dikkat edilmesi istenen görevlerden biri, anne babaya karşı saygıdır: “Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”[1]
“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anneye-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara "öf!" bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.”[2]
“De ki: Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anneye babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşru bir hak karşılığı olmadıkça Allah'ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”[3]
Bununla birlikte anne babaya saygı, kişiyi Allah’a itaatten alıkoymamalıdır. İslâmî tebliğin ilk yıllarında Müslüman olanlara yönelik ebeveynlerinden,yeni dinlerini terk etmeleri için baskılar olduğunu biliyoruz:“İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır. Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.”[4]
“Biz insana, anne-babasına iyilik etmesini emrettik. Şayet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.”[5]
İnkâr eden ebeveynin veli (dost) edinilmesi de yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.”[6]
Ailenin kurulması ve aile bireylerinin birbirleriyle ilişkileri, bireylere bazı sorumluluklar yüklemektedir. İslâm’dan önce de bununla ilgili bir gelenek vardı. İslâm, Cahiliye döneminde mevcut olan uygulamaların bir kısmını kaldırmış; bazıları ile ilgili düzenlemeler yapmış, bir kısmını ise olduğu gibi kabul etmiştir. Müslüman olan Araplar, geçmişte mevcut olan uygulamalar hakkında sorular sorarak İslâm’ın düzenlemelerini öğrenebildikleri gibi bazı yeni düzenlemeler vahiyle doğrudan bildirilebiliyordu. Aile bireyleri arasındaki ilişkiler ve haklar hususunda önemli düzenlemeler yapılmış olup nikâh, boşanma ve mirasla ilgili olanlar, bunlardan bazılarıdır.
Çocuklar
Araplar, erkek çocuklarını kız çocuklarından üstün gören bir anlayışa sahiplerdi. Yüce Allah, erkek ve kız çocuğu vermenin onun iradesine bağlı olduğunu hatırlatmaktadır: “Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.”[7]Kaldı ki, “Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”[8]
Erkek çocuğu, güç demekti. Bununla birlikte Kur’ân’da Arapların yoksulluk korkusuyla çocuk öldürdüklerinden de söz edilir: “Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”[9] Ancak daha çok yoksulluk sebebiyle ya da kendilerine utanç kaynağı olabileceğini düşündükleri kızları öldürüyorlardı. Hem de canlı canlı toprağa gömerek… “Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman…”[10] Yine de bu âdetin Araplar arasında çok yaygın olduğunu düşünmemek gerekir.
Arap toplumunda gerek savaşlar sebebiyle, gerekse hastalıklardan dolayı birçok yetim mevcuttu. Yetimlerin zaman zaman onları velayetlerine alan kişiler tarafından mağdur edildikleri anlaşılmaktadır. Kur’ân, bununla ilgili düzenlemeler ve uyarılar ihtiva etmektedir: “Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır. Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o takdirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. Kadınlara mehirlerini (bir görev olarak) gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin. Allah'ın, sizin için geçim kaynağı yaptığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin. O mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin. Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşit olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.”[11]
“Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah'a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler. Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.”[12]
Miras
Kadınların mağdur olduğu alanlardan biri, miras ya da kadınların sahip oldukları malları koruyamamalarıydı. Kur’ân, bu mağduriyeti gidermeye yönelik emirler ihtiva etmektedir: “Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur. Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz, öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek mi verdiğinizi geri alacaksınız? Hem, siz eşlerinizle birleşmiş ve onlar da sizden sağlam bir söz almış iken, onu nasıl (geri) alırsınız?”[13]
Evlilik
Nikâh ve evlilik hukukuyla ilgili Kur’ân’da yer alan önemli düzenlemeler, Arap toplumunun evlilikle ilgili âdetleri hakkında bize fikir vermektedir. Örneğin İslâm’ın yasaklamasıyla Cahiliye Arapları arasında üvey anneyle evlilik yapılabildiğinin öğreniyoruz: “Geçmişte olanlar hariç, artık babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin. Çünkü bu bir hayâsızlık, öfke ve nefret gerektiren bir iştir. Bu ne kötü bir yoldur.”[14]
Evlenilmesi haram olanlar sayılırken Cahiliye döneminde iki kız kardeşin aynı zamanda bir kişinin nikâhı altında bulunabildiklerini de öğreniyoruz: “Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”[15]
Ayrıca İslâm’dan önce Araplar, üvey evlatlarını öz oğulları gibi sayarlar; onların boşadıkları hanımlarıyla evlenmezlerdi: “Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nispet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”[16]
Hz. Peygamber (s.a.s.), Cahiliye döneminde evlat edindiği Zeyd b. Hârise’yi halasının kızı Zeynebbt. Cahş’la evlendirmişti. Zeyd’in Zeyneb’i boşamasından sonra, Allah’ın Elçisi (s.a.s.) Zeyneb ile evlendirilmesi suretiyle bu uygulamaya son verilmiştir: “Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye,‘Eşini yanında tut, Allah'tan kork!’ diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.”[17]
Boşanma
Cahiliye’de evlilik nikâhla gerçekleştiği gibi boşanma da vardı. Kabileler arasında boşanmayla ilgili farklı uygulamalar mevcuttu. Kur’ân’ın ele aldığı uygulamalar, daha çok Mekke ve Medine’de yaşayan Arapların uygulamaları olmak üzere Hicâz bölgesine aittir. Kur’ân’da Arap toplumundaki boşama uygulaması hakkında bize ışık tutacak birçok bilgi mevcuttur: “Ey peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik halinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'a karşı gelmekten sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır. Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca onları güzelce tutun yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bununla Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şeye bir ölçü koymuştur. Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. İşte bu, Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyütür. Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde, oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir. ”[18]
Cahiliyedeki boşama şekillerinden biri zıhârdır. Erkeğin eşinin sırtını kendisine haram olan annesinin sırtına benzetmesi suretiyle gerçekleşirdi. Medine döneminde bir sahabînin zihâr uygulaması sebebiyle bununla ilgili bir düzenleme yapılmıştır: “Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. İçinizden kadınlarına zıhâr yapanlar bilsinler ki, o kadınlar onların anneleri değildir. Onların anneleri ancak, kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar (zıhâr yaparlarken) hoş karşılanmayan ve yalan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. Kadınlarından zıhâr yaparak ayrılıp sonra da söylediklerinden dönecek olanlar, eşleriyle birbirlerine dokunmadan önce, bir köle azat etmelidirler. İşte bu hüküm ile size öğüt veriliyor. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ardarda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır. Bunlar Allah'a ve Resûlü’ne hakkıyla iman edesiniz diyedir. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler için elem dolu bir azap vardır.”[19]
Böylece Yüce Allah, Cahiliyede mevcut olan bazı olumlu uygulamaları muhafaza ederek,olumsuz uygulamaları ise düzelterek ya da kaldırarak Müslümanların, yeni teşekkül eden ümmetin bireyleri olarak rızasına uygun bir hayat yaşamalarına imkân verecek yolu göstermiştir.
Dipnot
(1)- Nisâ 4/36.
(2)- İsrâ 17/23-24.
(3)- Enʻâm 6/151.
(4)- Lokman 31/14-15.
(5)- Ankebût 29/8.
(6)- Tevbe 9/23.
(7)- Şurâ 42/49-50.
(8)- Mümtehine 60/3.
(9)- İsrâ 17/31.
(10)- Tekvîr 81/8-9.
(11)- Nisâ 4/2-6.
(12)- Nisâ 4/9-10.
(13)- Nisâ 4/19-21.
(14)- Nisâ 4/22.
(15)- Nisâ 4/23.
(16)- Ahzâb 33/5.
(17)- Ahzâb 33/37.
(18)- Talâk65/1-6.
(19)- Mücâdele 58/1.
Yazar:Prof.Dr. Adnan Demircan