Kimilerinin tanımladığı gibi dünya artık bir köy hâline geldi. Çeşitli ırklara, dinlere ve kültürlere mensup insanların birbirleri ile iletişim hâlinde bulunduğu ve hatta dünyanın pek çok yerinde beraber yaşamak zorunda olduğu bir zamandayız. Zira iletişim ve ulaşım araçları devletler, kültürler ve insanlar arasında örülmüş bulunan birtakım duvarları ortadan kaldırdı. Kültürler arası iletişim hızlandı. İnsanları birbirinden ayıran birçok engel yok oldu. Halklar, ülkeler ve hatta kıtalar arsındaki engeller birer birer yıkıldı, yıkılmaya devam ediyor. Bu sebeple farklı kültürler birbirleri ile daha çok ve daha sık karşılaşmaktadır.
Sömürgecilik, Batı’da sanayileşmenin ortaya çıkardığı iş gücü ihtiyacı, eğitim, ticaret ve başka amaçlarla yapılan seyahatler, savaşlar ve çatışmalar nedeniyle ortaya çıkan zorunlu yer değiştirme ve göç gibi etkenlerle dünyadaki pek çok şehir artık dilleri, renkleri, ırkları, kültürleri farklı birçok insanı bir arada barındırmaktadır. Bütün bunlar çeşitli ırklara, coğrafyalara, kültürlere, inançlara ve dillere mensup insanların bir arada yaşamasını zorunlu hâle getirmiştir.
Bu tablo göz önüne alındığında dinleri, dilleri, inançları ve kültürleri farklı insanların bir arada huzur, barış ve güven içinde birlikte yaşayabilmesine ilişkin birtakım hukuki ve ahlaki düzenlemelerin yapılmasını kaçınılmaz kılıyor.
Birlikte yaşama hususunda ilk İslami tecrübe
Birlikte yaşamanın hukuki ve ahlaki temellerinin bizzat Hz.Peygamber tarafından Medine-i Münevvere’de atıldığını görmekteyiz. Bilindiği gibi Medine’ye hicretinden bir müddet sonra, Hz. Peygamber’in önderliğinde Medine’de yaşayan bütün gruplar arasında bir antlaşma metni imzalanmıştır. Medine şehir devletindeki Müslüman, Müşrik ve Yahudi toplulukların birbiriyle ve başkalarıyla ilişkilerini, bu toplulukların temel hak ve görevlerini birtakım esaslara bağlayan Medine Sözleşmesi, farklı din mensuplarının bir arada yaşamasına imkân vermesi ve bunu hukuki bir zemine oturtması bakımından çok önemli ve tarihî bir vesikadır. Bu belgede Yahudilerin canları, malları ve dinî özgürlükleri güvence altına alınmış ve onların hak ve sorumlulukları gösterilmiştir. Bu bakımdan bu vesika, hem farklı dinlere mensup insanların bir arada yaşaması, hem de din ve vicdan hürriyeti açısından son derece önemli siyasi ve hukuki bir belgedir.
Birlikte yaşamak için sadece hukuki düzenlemeler yetmez
Çeşitli ırklara, coğrafyalara, kültürlere, inançlara ve dillere mensup insanların bir arada huzur ve güven içinde yaşayabilmesi için yalnızca hukuki ve kanuni bir takım düzenlemeler yeterli değildir. Buna paralel olarak toplumda birlikte yaşama inancı, ahlakı ve kültürünün de oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Çünkü birlikte huzur, barış ve güven içinde yaşama, ancak sağlam bir inanç ve ahlak zemininde gerçekleşebilir. Bu sebeple asıl önemli olan, birlikte yaşamanın toplumun bütün bireyleri tarafından özümsenmesi ve âdeta bir yaşam biçimi hâline getirilmesidir. Zira hukuk devletinin bulunmadığı, kanunların adil olmadığı ve adaletin bir hayat tarzı olarak hayata geçirilemediği toplumlarda birlikte yaşamaya ilişkin kanuni düzenlemeler kâğıt üzerinde kalır. Bunun en çarpıcı örneklerini, günümüz batı toplumlarında kendini gösteren ve hızlı bir şekilde yükselen İslam korkusu/ islamofobinin ortaya çıkardığı tablolarda görmek mümkündür.
İslam’ın daha baştan ortaya koyduğu esaslar çerçevesinde Müslümanlar, Müslüman olmayan insanlarla beraber yaşamanın ahlakını ve hukukunu oluşturmuşlardır. Bu husustaki birtakım kavram, terim, ıstılah ve mefhumların ve bunlara bağlı olarak hukuki kuralların oluşum tarihi İslam tarihi ile yaşıttır.
Müslüman topluma Müslüman olmayan vatandaşlarını emanet eden bir temel yaklaşım
Medine vesikasından başlamak üzere Hz. Peygamberin Müslüman toplumda yaşayan gayrimüslimlere Ve ehlizimmete yönelik tebliğat ve talimatı doğrultusunda oluşan hukuki ve ahlaki kurallar ve ilkeler, asırlar boyu gayrimüslimlerin İslam ül kesinde huzur, barış ve güven içerisinde yaşamasına imkân vermiştir. Böylece İslam toplumları en baştan beri bünyesinde gayri müslimleri barındırmış ve onlara özgürlüklerini ve haklarını vererek onlarla yan yana yaşamıştır. Onlara İslam inancını dayatmamış, İslam’a girmeleri için baskı yapmamıştır. Haklarına saygı göstermiştir. Böylece Müslüman toplumda gayrimüslimlerin hakları ve vazifeleri belirlenmiş ve bu alanla ilgili zimmet hükümlerine ilişkin hukuki ve ahlaki kurallar oluşmuştur.
Müslüman olmayanların vatandaş olarak İslam ülkesinde yaşamasının kuralları “Ehlizimmet, ahd, eman ve müste’men” gibi her biri onlara karşı Müslümanlara ağır sorumluluklar yükleyen kavramların oluşturduğu ana başlıklar altında şekillendirilmiştir. Bu kavramlar, Müslümanlara Müslüman olmayanları emanet eden anlam ve içeriklere sahiptir. Esasen bu, birlikte yaşamanın sadece hukuki değil ahlaki temellerini de oluşturmaya yöneliktir. İnsanlığın İslam medeniyetinin ortaya koyduğu birlikte yaşama tecrübesine ihtiyacı var.
Müslümanların Müslüman olmayanlar ile birlikte yaşamaları hususunda İslam Medeniyetinin ortaya koyduğu büyük tecrübe ve birikime tüm insanlığın ihtiyacı vardır. İslam’ın ortaya koyduğu ilkelerde İslam’ı kabul etmeyenlerin yok edilmesi, ortadan kaldırılması gibi bir yaklaşım asla yer almamıştır. Bu hususta ilk akla gelen ayet-i kerimelerin mealleri şöyledir:
‘Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi; böyle iken sen hepsi mümin olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?’ (Yunus, 10/99.)
‘Dinde zorlama yoktur.’ (Bakara, 2/256.) Bu ayet-i kerimeler ile Kur’an ve sünnetin genel ilkeleri, topluma, toplumsal düzene zarar vermediği sürece farklı dinden insanların İslam yurdunda kendi dinlerini özgürce yaşamalarının güvence altında olduğunu göstermektedir.
Müslümanların Müslüman olmayanlarla insani ilişkilerindeki temel yaklaşım ise mealini sunacağımız şu ayetlerde yer almaktadır:
‘Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara adil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah adil davrananları sever. Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.’ (Mümtehine, 60/8-9.)
İslam tarihinde bu çerçevede oluşan hukuki ve ahlaki birikim büyük bir literatür oluşturmaktadır. Bu husustaki tarihî, fıkhi ve ahlaki mirasa günümüz insanlığının çok ihtiyacı bulunmaktadır. Bu mirası güncelleyerek insanlığın gözleri önüne sermek günümüz Müslüman ilim adamlarının en önemli vazifelerindendir.
Batılılar gelip müdahale edinceye kadar islam medeniyetinin Şam, Kudüs, Bağdat, Mısır, İstanbul, Endülüs, Saraybosna, Güney Asya gibi önemli merkezlerinde hatta küçük yerleşim birimlerinde bile Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar asırlar boyu, bunların bazısında on dört asrı aşan bir süre yan yana barış, huzur ve güven içinde yaşamışlar, birbirlerinin sevinçlerini, hüzünlerini, sıkıntılarını, zorluklarını ve bolluklarını paylaşmışlardır.
Batılılar gelip müdahale edinceye kadar bu hep böyleydi. Onlar gelip İslam dünyasında Müslümanlarla birlikte asırlarca beraber yaşamış bulunan Hristiyanları, Ermenileri tahrik ederek kendi çıkarları için kullanmaya başlayıncaya kadar yahut da Siyonist anlayış gelip İslam dünyasında Filistin’de insanları tedhiş ile terör ile yurtlarından edinceye kadar bu hep böyle devam etmiştir. Ne zaman ki gelip müdahalede bulundular, insanları zorla köleleştirmeye başladılar, ne zamanki Müslümanlarla beraber yaşayan gayrimüslimleri çeşitli vaatlerle tuzağa düşürerek kendi çıkarları için kullanmaya başladılar ve ne zaman ki gelip İslam dünyasını işgal ettiler, işte bundan sonra huzur ve sükûn bozulmaya başladı.
Şu bir gerçek ki tarih boyunca aynı geleceği paylaşan, aynı vatanda ortak olarak yaşayan insanlar arasına ayrılık tohumlarını sömürgeci ve işgalci ülkeler ekmişlerdir. Böylece tarihin şahit olduğu en mükemmel beraber yaşama örnekleri kirlenmeye ve bulanmaya başlamıştır. Azınlıkları himaye bahanesiyle başlattıkları müdahaleler azınlıkları da huzursuz etmiştir. Bu sömürgeci ve işgalcilerden herhangi biri, ne zaman çıkıp sömürdükleri ve sömürmek istedikleri ülkenin güya yararına gibi görünen bir şey söylemişse hep altından hain bir takım planlar çıkmıştır.
Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktan
‘Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.’ (Hucurat, 49/13.)
İslam’a göre bütün insanlar ayet-i kerimede ifade edilen bu büyük ailenin çocuklarıdır. İstisnasız olarak ve hiçbir ayrım yapmadan her insan, yaratılışı itibarıyla saygındır, Kur’an-ı Kerim nazarında dinine, inancına, rengine, ırkına bakmaksızın insanın şerefli bir varlık olarak yaratıldığı açıklanmıştır. İnsan, Yüce Allah’ın değerli kıldığı varlıktır, müker remdir. Bu hususu ifade edenayet-i kerimenin meali şöyledir: ‘Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.’ (İsra, 17/70.) Allah Rasulünün Veda Hutbesi’nde yer alan şu cümleler ise, birlikte yaşama hukukuna ve birlikte yaşama ahlakına en çok zarar veren ırkçılık ve türevleri mahiyetindeki her türlü hastalıktan toplumları koruyacak biricik kıymet ölçüsüdür: ‘Rabbiniz birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takvâ iledir.’
Birlikte yaşama hukukunun temel esasını ortaya koyan yukarıda mealini verdiğimiz ayet-i kerimeyi teyit eden ve açıklayan bu kutlu sözler, kıyamete kadar bu hususta insanlığın yolunu aydınlatacak temel ölçüyü ifade etmektedir.
İslam’da, ötekini yok etme başlığını taşıyan bir anlayışın hiçbir zaman yeri olmamıştır. Çünkü bu öteki her ne kadar din hususunda ve itikatta Müslümanlara karşı da olsa- bir insandır ve insan haklarına sahiptir. Kendi inancını koruyarak Müslümanlarla yan yana yaşamak istediği takdirde bu hususta kendisine imkân verilir ve baskı yapılmaz.
Farklılıklar Allah’ın ayetleridir
İnsanların renklerinin, dillerinin, ırklarının farklılığı Yüce Allah’ın sınırsız güç ve kudretini gösteren ayetlerdendir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.’ (Rum, 30/22.)
Bu farklılıkları var eden, hiç bunların düşmanlık veya nefret nedeni yapılmasına rıza gösterir mi? Tam tersine ilahî irade bunların tanışmaya, hayırlı işlerde buluşmaya, yardımlaşmaya, işbirliğine ve insanlık namına ortak yararların ve maslahatların gerçekleştirilmesine vesile olmasını istemektedir.
Dr. Ekrem KELEŞ