Hadis-i şerifler, kâideten Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ait İslâm yorumunun Arapça bilgi ve belgeleridir. Bu durum Allah elçisi olmaktan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de İlâhî denetim altında ortaya konulmuş açıklamalardan oluşmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber, tüm peygamberler gibi İlâhî irâdenin temsilcisidir. Ne var ki, Efendimizin temsilciliği evrenseldir ve kıyamete kadar yürürlüktedir. Sünnet-i seniyye, bu elçiliğin dünya şartlarında uygulama bakımından temsilcisi ve örneği; hadis-i şerifler de Resule ait denetimli uygulamanın yazılı bilgi ve belgeleridir.
O halde her şeyden önce, hadislerin kendisine nispet edildiği Resûl’e yani Sünnet-i seniyyeyi hayatıyla şekillendirmiş olan Hz. Peygamber'e, "peygamber (resul)" olarak bakmak gerekir. Abdullah'ın oğlu ya da Abdülmuttalib'in torunu Muhammed olarak değil. Bu türlü bakış, onu anlamak şöyle dursun, "iman" için bile yetmez. Nitekim inanmayanlar "Muhammed İbni Abdullah" imzasına itiraz etmiyorlar, "Muhammed Resûlullah" imzasına karşı çıkıyorlardı.
Sonra şu temel ilkeyi unutmamak gerekir: Tüm Müslümanlar için Allah’ın kitabını, hitabını, muradını Hz. Peygamber’in yorumuyla öğrenmenin yolu, “Resul’e ait denetimli uygulamanın yazılı bilgi ve belgeleri” niteliğiyle hadis-i şerifleri doğru anlamak ve taşıdıkları mesajı/bilgiyi/ölçüyü günün şartları çerçevesinde doğru yorumlamaktan geçmektedir.
Başlangıçtan beri ümmetin âlimleri bu gereği yerine getirmek için, ellerinden gelen ilmî gayreti, bilimsel usullerle göstermiş, Resulullah’a nispet edilen rivayet ve nakilleri, naklin kuralları içinde değerlendirmiş, sınıflandırmış ve lüzumlu bilim dallarını oluşturmuşlardır. Bizzat Hz. Peygamberin verdiği tebliğ görevi ve ona yalan isnad etmeme dikkat ve titizliği ile Peygamber mirasını, değişik kapsam ve sistemlere sahip eserlerle ümmetin istifadesine sunmuşlardır.
Hadis-i şeriflerin, hadis kaynaklarında yazılı metinler halinde tetkike hazır hale getirilmesi aşamasında ve sonrasında kimi kötü niyetli, yanlı kişilerin anlama ve yorumlama, hatta metin oluşturma/uydurma konularında girişimlerde bulundukları -maalesef- görülmüştür. İyi niyetli oldukları halde yaklaşım ve yöntem farklılıkları yüzünden “doğru” anlama ve yorumlamada hata edenler de olmuştur.
Bu özetlediğimiz durum günümüz için daha yoğun olarak geçerlidir. Hatta bugün küresel çapta yaşanılan kültürel savaş ortamı gereği, kasıtlı yanlışların ve istismarların bulunduğu da inkâr edilemez bir gerçektir.
Son yıllarda özellikle ve öncelikle hadis kaynaklarına yönelik güven kırıcı hoyratça bir tenkit akımına şâhit olunmaktadır. Aslında bu eğilim, hadis kaynaklarının iyi tanınması halinde büyük bir ihtimalle daha mu’tedil bir şekle dönüşecektir. Çünkü hadis edebiyatı genelde yüz yüze eğitimle (sema’) hocadan alınan yetki (icâzet) sonucu rivayet edilen nüshalardan oluşmaktadır. Bunlar, müellif-musannif nüshalarının aynısı olmak, bunu da sema’, mukâbele, ve ferağ kayıtlarıyla ortaya koymak ve tetkike açık tutmak gibi son derece bilimsel ve güven verici özellikler taşıma imtiyazına sahiptir. Unutulmamalıdır ki, her nüsha râvisi, usûlen, kendi okuduğu ya da hocaya arz edip onayını aldığı nüshayı rivayet edebilir. Bu ise, hocadan değişik zamanlarda rivayet icazeti alınan nüshalar arasında pek tabiî olarak kimi farklılıkların bulunmasına vesile olmaktadır. Çünkü eser sahibi hoca, kendisine ait olan asl’ı sürekli okutmakta ve her defasında bazı ilave ve çıkarmalar yapmaktadır. Bu durum -bugün aynı eserin değişik baskıları arasında bazı farklılıkların görülmesi gibi- son derece tabiîdir.
Sözün özü, dini doğru anlayıp hayata geçirme noktasında, delil olabilecek hadisler yeterli ölçüde bilimsel gayretler ve vasıtalarla günümüze ulaşmış bulunmaktadır. Buna ilave olarak, gerek hadislerin kitaplaşma süreci öncesinde ve sonrasında değişik bilim dalı ulemasının ve özellikle müctehidlerin fıkıh kitaplarındaki değerlendirmeleri, -hadisleri doğru anlama ve yorumlama konusunda- yardımcı tarihi gayretler ve örnekler konumundadır. Bu durumu günümüz araştırmacılarının artı bir şansı olarak değerlendirme mümkündür.
Hadis-i şeriflerin temel niteliği, kaynaklarının günümüze intikal serüveni, güvenilirlik durumu ve günümüzde gerçekleştirilecek anlama ve yorumla faaliyetlerine yönelik konumu -özetle- budur. Ayrıca son zamanlarda gelişen teknik ve elektronik imkânlarla değişik usul ve kapsamda hazırlanmış hadis CD’leri de hadislerin kaynaklarda nasıl yer almış olduğunu, aynı anda görüp bütüncül değerlendirmede bulunmak için büyük bir imkân ve kolaylık sağlamış bulunmaktadır. Bütüncül değerlendirmede bulunabilmek için bir de sebeb-i vürud’u yani hadisin söylenme sebebini -varsa tabii- ihmal etmemek gereklidir.
Şimdi artık iş, hadis-i şerifleri doğru anlama ve yorumlama konusunda, bilgi, Müslümanca ve bilimsel yaklaşımın benimsenmesine kalmaktadır.
Anlama
Genelde anlama özelde hadisleri doğru anlama konusunda her şeyden önce iyi niyet, dil ve usul bilgisi, ciddiyet, teenni, öğrenme sabrı, kendi kültür kaynaklarına güven duygusu ve Müslümanca yaklaşım gerekmektedir.
Bu temelden hareket edilince sade vatandaşlar için hadisleri doğru anlama konusunda takip edilecek yol ve yöntem, ihtisas alanı hadis olan kişilerin anlayışlarına ve yaptıkları yorumlara önem ve öncelik vermek, itibar etmektir. Bir de kısa da olsa açıklaması olan hadis ve hadis tercümelerini okumaya özen göstermek gerekir. Kimilerinin eline geçirdiği bir hadis tercümesini “bunu peygamber de söylemiş olsa ben kabul etmem” diye cür’etkâr ifadeler kullanmasının ve tabii cehaletini ortaya koymasının sebebi “sade bir çeviri ile baş başa kalmış” olmalarıdır.
Dil ve usul bilgisi yerinde olanların hadis metinlerine “iyi niyet”le, öğrenme ve anlama ciddiyeti ve teennisi ile ön yargısız yaklaşmaları esastır. Hz. Ebû Bekir’in, “Allâh’ın kitâbı hakkında bilmediğim bir şeyi söyleyecek olursam, hangi yeryüzü beni üzerinde taşıyabilir ve hangi gökyüzü beni gölgelendirebilir?” sözü (1) ve “Resulullah şöyle buyurdu” diye bir hadis rivayet edeceği zaman boyun damarları şişen ve terleyen sahâbînin peygamber emanetine yönelik bu hali, hadisleri anlama ve anlamlandırma konusunda da ölçü alınmalıdır. “Hz. Ebû Bekir’in bu hassasiyeti, bazı hadis metinlerinde ortaya çıkan anlama zorluğunun aşılmasında, itidalin, teenninin, bilimsel ifadesiyle tevakkufun esas alınmasını hatırlatmaktadır.” (2)
Hatib el-Bağdâdî (v. 463/1071) hadis öğrenimi ve öğretimi konusundaki usul ve esasları incelediği el-Câmi li ahlâki’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi’ adlı eserinde özellikle hadis öğrencisinin (sâmi’) uyması gerekli âdâb ve uygulaması gerekli teknikler kısmında, anlama ile ilgili bir edebi/usulü şöyle dile getirmektedir:
“Muhaddisten duyar duymaz (şimdilerde herhangi bir yerde okur-okumaz), Resûlullah'ın hadisine re'yi ile itiraza kalkışmaktan öğrenci kesinlikle kaçınmalıdır. Zira bu, onun için yasaklanmıştır, İmrân b. Husayn radıyallahu anh, ‘Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haya bütünüyle hayrdır’ (3) buyurdu" dedi. Oradakilerden biri derhal, "Hayâda zaaf (veya acz) de vardır"' dedi. İmran;
"-Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis naklediyorum, sen ise ne diyorsun! Yemin edip bir daha aslâ sana bir şey söylememek geçiyor içimden!" diye çıkıştı.
Aynı şekilde öğrencinin, Kur'ân'ın genel anlamı ile de itiraz etmemesi gerekir. Zira o hadisin, kendisiyle Kur'ân'ın tahsis edildiği hadislerden biri olması mümkündür. Saîd b. Cubeyr radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir hadis rivâyet etti. Mekkelilerden biri, "Allah Teâlâ kitabında şöyle şöyle buyuruyor" diye itirazda bulundu. Saîd fena halde kızdı ve;
"-Resûlullah, Allah'ın kitabını senden çok iyi bildiği halde, görüyorum ki şimdi sen kalkmış Allah'ın kitabı ile Allah'ın Resûlü'nün hadisine muâraza ediyorsun, öyle mi?" diye çıkıştı.(4)
Böylesi bir olaya bu satırların yazarı da bir sempozyumda şahit olmuştur. Peygamberlerin sadece tebliğ’de masum olduğunu savunan tebliğci, “Adem, cennette suç işlemiştir” diye bir örnek verdi. “Hz. Adem’in oğluna her katil/haksız yere adam öldürme olayından bir pay ayrıldığına dair hadis var ama Hz. Adem için böyle bir tespit yok. Bunun sebebi Adem’in tövbe etmiş olması, oğlunun ise tövbe etmemiş olması mıdır?” diye öğrenme maksadıyla, yazılı olarak tarafımdan yöneltilen soruya bildiri sahibi ilim adamı, “Kur’an’da kimse, kimsenin günahını yüklenmez” buyruluyor. O hadis Hıristiyanlıktaki ilk günah anlayışını hatırlatıyor. O haber-i vahiddir, at gitsin” diye aklına ilk gelen âyet-i kerime ile Buhârî’nin Sahih’inde yer alan hadisten hemen vazgeçti. Oysa teenni ile hareket edecek olsaydı, “benim aklıma şu âyetle çeliştiği geliyor, ama belki bir başka âyetle uyumludur, araştırmak gerek” diye cevap vermesi gerekecekti. Nitekim İmam Buhâri o hadisi, “…ve yoldan çıkardıkları kimselerin günahlarını da kısmen yüklenirler” anlamındaki Nahl suresinin 25. ayeti ile oluşturduğu babta/konuda[5]zikretmiş bulunmaktadır. Ve hadis, öyle bir çırpıda atılıverecek bir içerikte de değildir. Zira hadis, suçun şahsiliği prensibi ile alakalı olmayıp hukuk sistemlerinde yer alan “suça azmettirme” kabahatiyle ilgilidir.
Öte yandan, hadisin bütün rivayetlerini görmeye çalışmak, hem anlama hem de yorumlama aşamasında -yorucu da olsa,- bazı güçlüklerin aşılmasını sağlamak ve bütüncüllük bakımından takip edilmesi gerekli bir başka yoldur. Doğru anlama ve yorumlama konusunda elimizde kapsamlı hadis şerhleri gibi zengin bir hadis/sünnet kültürü kaynaklarımızın bulunduğu da unutulmamalıdır.[6]
Bu sebeple bu satırların yazarı, hadis alanında lisans ve özellikle lisansüstü öğretim gören öğrencilere, hadisleri anlama ve yorumlama alışkanlığı kazanmaları için, hadisi önce kendilerinin nasıl anlamışlarsa onu ve açıklamasını yazmalarını sonra de şerhlere bakmalarını tavsiye etmiştir. Böylece doğru anlayıp anlamadıklarını ve ne kadar eksikleri olduğunu kendileri tespit edebilirler. Bu tür bir yöntem yetişmekte olan kişileri geliştirir. Önce şerhlere bakılması halinde ise, kendilerini o açıklama çerçevesiyle bağımlı hissetme tehlikesi vardır. Böyle bir uygulamayı, ön yargıdan uzak olarak metinlerin okunması, anlaşılması ve yorumlanması diye de değerlendirmek mümkündür. (7)
Yaklaşımlar
Buraya kadar mümkün olduğunca konuyu özetle de olsa pek fazla tenkide yer vermeden işlemeye çalıştık. Ancak meselenin iyice anlaşılması bakımından işin anlama ve yorumlamayı oldukça etkileyen ve tenkide açık bir de hadis ve kaynaklara “yaklaşım” boyutu vardır.
Kendisini ya da yaşayışını ölçü alan bir yaklaşım, daima yanlış sonuçlara götürür. "Benim aklıma uymayan hadis Buhâri’de de olsa onu almam” diye, Peygamber mirasına kendi aklını (belki de his ve heveslerini) çerçeve kabul etmek hakkına kimse sahip değildir. Hadis-i şeriflere bakarken herkesin önce gözündeki çapağı temizlemiş olması gerekir.
"Üslûb ve yaklaşım bozukluğu" günümüzde kimi çevrelerin alâmet-i farikası haline gelmiştir. İslâm kaynaklarına karşı müslümanca bir yaklaşım yerine düşmanca bir yaklaşım yeğlenmektedir. Dinimizde suç sâbit oluncaya kadar beraet-i zimmet asıldır. Kaynaklarda her hangi bir kusur bulmadan önce, onlara kuşku ile bakıp güvenilemeyecekleri ön yargısıyla yaklaşılmakta, böylece müsteşrik yaklaşımı sergilenmektedir. Oysa dostça, Müslümanca, peşin hükümlerden uzak bir tarzda yaklaşmak, tespit edilebilen tenkide açık noktaları, yine bir Müslüman üslûb ve edebine ve ilmî standartlara uygun biçimde ortaya koymak gerekir. “Allahu a’lem” ya da “Allahu a’lem bi’s-savab” ifadelerinde kendini gösteren Müslüman tevazuu ve yaklaşımı, ilim adamlarını küçülten değil, tam aksine “haddini bilme erdemi” ve başka görüşlere de açık kapı bırakma bilimselliği bakımından fevkalâde takdire değer bir uygulamadır.
Bu cümleden olarak hadis kaynaklarına güven konusunda, bilimsel olmayan polemik/cedel türü iddialar ileri sürmenin bir anlamı yoktur. Eldeki imkânları kullanarak onları doğru tanıyıp sihhatli bir şekilde kullanmanın yolları aranmalı ve bilimsel bir yaklaşımla onlardan yararlanmaya çalışılmalıdır. Çünkü bilimsel yaklaşımda hem anlayıcı ve savunucu hem eleştirel ve sorgulayıcı olma imkânı vardır. Fakat peşin peşin bu yaklaşımlardan birini benimsenip ön yargılı davranmak yoktur.
Yorumlar,olay ve eşyâya bakış açısı ve niyet değişikliğinden kaynaklanır ve farklılaşır. İslâm, dünya görüşü ve yorum alanının temeline "tevhid" inancını yerleştirmiştir. Bu sebeple İslâmî değerler evrenseldir ve onlara yönelik yorumlar da tevhid inancına endekslikaraktere sahip olmakla, seküler, kaygısız, ilkesiz ve cür’etkar yorumlardan ayrılır, ayrılmalıdır.
Bu temel ilke ve espriden uzak yorumlar, bugün yaşayanlar tarafından yapılmış olmaları bakımından güncel ya da çağdaş olabilirler ama İslâmî nitelikleri daima tartışılır. İslâmî kaynakların özellikle de âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin yorumu, dün olduğu gibi bugün de İslâmî yorum ilke ve esprisine uygun olarak yapılmak ihtiyacı ve zorunluğu içindedir.
Özellikle yorumlama aşamasında, mesela Mi’raç hadislerine “senaryo” demek gibi, Risalet kurumuna ve Allah elçiliğinin özüne dokunacak tenkid, itiraz ve yorumlardan -iman selâmeti açısından- sakınmak gerekmektedir.
Anlama aşamasında, cehalet, kasıt ve yaklaşım bozuklukları; yorum aşamasında ise, kişisel, grupsal ve konjonktürel kaygılar görülen yanılgı ve yanlışların sebebidir.
Her türlü densizliği ve dengesizliği "çağdaşlık" ya da “güncellik” olarak savunmaya kalkışanlara paralel olarak ilmî ve dinî değerlere karşı kıyıcı ve alaycı bir üslûb ve cür'etkâr/ölçüsüz bir yorum anlayışıyla yaklaşılması her şeyden önce ilim adamlarının tarzı olmamalıdır, olamaz.Devrimci ağzı ile değil ıslâhatçı üslûbuyla mes'elelerin tetkik ve teşhiriher zaman sonuca götürecek bir yaklaşımdır.
Eğer tahmin olunduğu gibi, yaklaşım bozukluğunun temelinde yabancı hayranlığı söz konusu ise, elbette öncelikle bu duygudan kurtulmak gerekli olacaktır.
Öte yandan "çağdaş" yorumların dayandığı bir başka gerekçe, değişim'dir. Oysa değişim, küllî ve mutlak bir değer değil, bir olgu, bir olaydır. Hiç şüphesiz her değişim, mutlaka bir iyilik ve ilerilik, doğruluk ve fazilet anlamı taşımaz. "Gelişme" anlamında bir "değişim", kültürlerin ve sistemlerin kendi mantığı ve ilkeleri doğrultusunda, kendi öz kaynaklarına gerçekten dayanan değişimdir.
Netice
Netice olarak vurgulamak yerinde olacaktır ki, Kur'an nasslarının İslâm ümmetinin kimlik ve kişiliğini dokuyan yorumu, Hz. Peygamber'in sünnetidir. Onu da biz hadis-i şeriflerden öğrenmekteyiz. Bu sebeple Sünnet’in kendine has nitelikleri içinde idraki, hadislerin doğru anlaşılıp doğru yorumlanmasına bağlıdır. Bunun bazı yöntemlerine bu yazıda işaret edilmeye ve tehlike arz eden bazı yaklaşımlara “hakkı tavsiye” niyetiyle dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Zira Merhum M. Âkif’in dediği gibi;
Emr-i bi’l-ma’ruf imiş ihvân-ı İslâm’ın işi,
Nehyedermiş bir fenâlık görse kardeş kardeşi. (8)
Dipnot
(1)- Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm’ın (v. 224/838) Fedâilu’l-Kur’ân adlı eserinde naklettiği bu söz için bkz. İbn Hazm, el-İhkâm,VI, 213; Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman, el-İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut 1398/1978, I, 149.
(2)- Tevakkuf, müşkil bir meselede/hükümde tercihi zorunlu kılan sebepler; şer’î-aklî deliller olmadıkça hemen sonuca ulaşma yerine, başka delil ve karine aramak, bulunmaması halinde de durmak ve kesin hükme varmamak, anlaşılmasını ve yorumlanmasını ertelemek/zamana bırakmak demektir.[2]( Z. Güler, “Hadis Araştırmalarında Dikkatsizlik Problemi”, Marife, yıl. 2, sayı. 1, bahar 2002, s. 89-104
(3)- Müslim, İman 61; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 426, 427, 436, 440, 442, 445, 446
(4)- Çakan, Hadis Öğrenimi, tarihi ve güncel boyut, s. 47 ,İstanbul, 2013
(5)- Bk. Buhari, İ’tisam, 15
(6)- Şerh Edebiyatı hakkında bilgi için bk. Çakan, Hadis Edebiyatı, s. 180-212, İstanbul, 2014
(7)-İlahiyat öğrenimi gören öğrencilere, “Siz Kur’an ve hadis ile meşgul olup onlardan hüküm çıkarmaya çalışmayın. Önceki ulemanın görüşlerini öğrenin yeter” gibi, güya önceki ulemayı yüceltmek için söylenmiş sözleri ve yanlış yönlendirmeleri kabul etmek mümkün değildir. Tam aksine “önceki İslam ulemasının Kitabı, Sünneti anlamak için yaptıkları çalışmalara eş çalışmalar yapmaya bakın, onlara olan saygınızı böylece gösterin” tavsiyesinde bulunmak daha isabetli ve teşvik edici olur.
(8)-Safahat, s. 196 (İstanbul, 1987 baskısı)
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan