ATÂLETİ TATİL ZANNETMEK

Osmanlıca Sözlük’te tatil; “Çalışmaya ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak. Kesmek. Muattal bırakmak”
09/06/2014


Tatil Ne Demektir


 


Türkçe sözlükte tatil şöyle tarif ediliyor:  “Kanun gereğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, dinlenme. Okul, meclis, adliye vb. kuruluşların çalışmasını durdurduğu veya kapalı bulunduğu dönem.  Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süre şeklinde tarif ediliyor.[1] Atâlet ise, tembellik, işsizlik, işsiz kalma ve işlemezlik.” [2]


 


Osmanlıca Sözlük’te tatil; “Çalışmaya ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak. Kesmek. Muattal bırakmak” şeklinde tanımlanıyor.[3]


 


Tatilin Arapça aslı; develeri başıboş bırakmak, terketmek, ihmal etmek, işten aciz kalmak, sınırı korumasız bırakmak gibi anlamlara gelir.[4]Günümüzde Araplar tatil için ‘utla’ kelimesi kullanıyorlar.


 


Tatil kelimesinin aslında bir şeye son vermek, durdurmak, işlevsiz hâle getirmek anlamları da var. Mesela çalışmayan bir yeri hakkında ‘âtıl durumda’ denir. Yani işlemiyor, görevini yerine getirmiyor, durmuş bir vaziyette. Bu kelime dilimizde daha sonradan yukarıdaki anlamlarda kullanılmaya başlandı.


 


Tatil, her ne kadar dinlenme gibi algılansa da, bir başka açıdan ‘çalışmadan geçirilen süre’ manasına da gelmektedir. Eliniz, bedeniniz, kafanız bir müddet bir işten, bir meşguliyetten uzaklaşıyorsa, yani âtıl hâle geliyorsa tatil yapıyor demektir.


 


Şimdilerde pek çokları tatili, yorgun çalışmalardan sonra biraz dinlenme, biraz nefes alma, eh biraz da memleket ziyareti gibi algılıyor. “Buna da hakkım var diyor. Bu kadar çalıştım, yoruldum, bunaldım. Azıcık dinleneyim.” diyor.


 


Tatil; âtıl hâle gelmek, işlevsiz duruma düşmek, hiç bir şey yapmamak, sırt üstü yan gelip yatmak gibi zannedilirse o zaman eyvah demek gerekir. Zira bu atâlettir, yani tembelliktir, işşiz kalmaktır, bir işe yaramamaktır, ıskartaya çıkmaktır. İnsan pek çok yatırıma rağmen çalışmayan, işletilmeyen, yani âtıl hâle gelen işyeri/fabrika gibi işlevsiz kalırsa yazık olur. Kendi var ama ürünü yok, kendi var ama kârı yok. Varlığı ortada ama çevresine ışık vermiyor, bir işe yaramıyor.


 


Günümüzde çalışmadan arta kalan zaman boş zaman ve işden alınan izin zamanlarına, eğitim kurumlarına ara verme günlerine tatil deniyor. Zaruri olarak yapmamız gereken işlerden biraz uzak kaldığımız anlar tatil zamanı oluyor. Kimilerine göre aktif bir insanın tatili olmaz. Kimileri hayatın bir bölümüne tatil der ve bu tatili de atâlete çevirir. Böyleleri için zamanın değeri diye bir şey söz konusu değil, daha uzun, daha eğlenceli, daha neşeli tatil gündeminin baş sırasındadır.


 


Yaz mevsimi neredeyse bütün ülkelerde tatil zamanı. Yani işi bırakma, dinlenme, eğlenme zamanı. Dinlenmek için başka yerlere gitme vakti. Pek çokları zihnen buna hazırlanıyor, para biriktiyor, bilet alıyor, arabasının/karavanını hazır hale getiriyor. Kendisine göre bir fırsatı değerlendiriyor.


 


Ancak zamanı ‘önemli bir nimet ve emanet’ olarak bilenler tatil olayına böyle bakmazlar.


 


En Önemli Nimet


 


Kur’an insana verilen nimetler hakkında şöyle diyor: “... Ve eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız. Şu da bir gerçektir ki, insanoğlu zulme pek yatkın olup nankörlüğünde hayli ısrarcıdır.”[5]


 


Bu nimetlerden bir tanesi, belki de en önemlisi, genelde ömür, özelde vakittir. Hayatı yaratan böyle yarattı, böyle takdir etti. İnsan bebek olarak dünyaya gelir ve genelde çocuk, genç, orta yaşlı ve ihtiyar olur ve sonunda bu dünyayı bırakır gider. Ömür denilen şey işte bu kadardır. Söylemeye gerek yok ki, insanın bu ömrü sınırlıdır. Onun ne zaman ve nerede sona ereceğini de kimse bilemez.


 


Şu da bir gerçek ki, insanın ömrü aynı zamanda ona tanınan süredir, ona açılan bir kredidir. Onun bir görevi vardır ve o bu görevini ona tanınan bu sürede yerine getirebilir. Ya da aslında insana ömür verilmesinin sebebi görevli olduğu içindir.


 


Kur’an Asr’a yani zamana yemin ediyor. Kur’an’daki yeminlerin iki önemli amacı vardır. Ya üzerine yemin edilen şey çok önemlidir, yemin ile ona dikkat çekilir. Ya da arkasından mutlaka önemli haber, uyarı, bildiri, hüküm gelecektir.  Zamana yemin edilmesi aklı başında olan kimseler için ciddi bir uyarı, önemli bir haber, ürpertici bir hakikattir.


 


Asra yeminden sonra gelen ifade, yeminin niçin yapıldığını da açıklar niteliktedir. “Şüphesiz insan zarardadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.” Böyleleri zarar etmez. Bu ifadeler insanın kendisine emanet verilen ömrü nasıl değerlendireceğini gösteriyor. İman ve salih amel. Hakkı ve sabrı tavsiye.  İlk ikisi kişinin kendine doğru, son ikisi dışarıya doğru. İlk ikisi kişisel sorumluluk, son ikisi insanlığa karşı sorumluluk. İlk ikisi iyi insan olmanın formülü, son ikisi daha iyi, yani aktif olmanın formülü.


 


Kur’an’daki yeminlere şâhit olma manası da veriliyor. Üzerine yemin edilen şey şâhit olsun ki, diye. Asra yani zamana yemin, zamanın şâhitliğinin önemine de işarettir. Ya da “ey insan, ömrünün nasıl geçtiğine zaman şâhittir, farkında mısın?” deniliyor. Bu çağrıya kulak veren iman sahibi kimseler, ömürlerinin kendi lehlerine şâhitlik yapmasını isterler. Bunun için de kendilerine sunulan vaktin, ömrün, sürenin değerini bilirler. Onda ölümden sonrasının mutluluğunu kazanacak şekilde çalışırlar. 


 


Vakti Değerli Kılan Şey


 


Araplar vakit hakkında şöyle derler: “el-Vaktü ke’s-seyf, fe in lem tak’ta’ yak’ta’-Vakit kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen o seni keser.” Yani sen zamanı değerlendirmezsen, o seni eskitir, yıpratır, zarara uğrarsın. Elindeki imkânları, fırsatları kaçırırsın. Geçen zamanı geri getirmek mümkün olmadığı gibi, kazası da imkânsız. Bugün yapamadım, ama yarın telafi edebilirim diyenler aldanırlar.


 


Kur’an, kendilerine sunulan ömür sermayesini boşa veya dünyalık zevklere harcayanların, ahiret gerçeğini gördükleri zaman kendilerine bir fırsat daha verilmesini isteyeceklerini haber veriyor. “Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya geri gönder ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der. Hayır! Bu sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir.”[6] 


 


“Yahut azabı gördüğünde, ‘Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam’ demesin.”[7] 


 


Müslümanlar inanırlar ki, hesap verecekleri nimetlerden biri de zamandır. “Ömrünü nerede harcadın” sorusunu düşündükçe onların yürekleri titrer. Bir ömrün her gününün hesabını vermek... Kolay olmasa gerek. Hatta saatlerin bile... Neler düşündün, neler yaptın, ortaya neler koydun diye. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor:


 


“Şu beş şey gelmeden, beş şeyin kıymetini bil: Ölüm gelmeden hayatının, hastalık gelmeden, sağlığının, meşguliyet gelmeden boş vaktinin, ihtiyarlık gelmeden gençliğinin, fakirlik gelmeden zenginliğinin.”[8] 


 


Kur’an, insanın bir yolcu olduğundan hareketle yanına azık almasını tavsiye etmektedir. Öyle ya yolcuya, hem yol boyunca hem gideceği yerde yol nevâlesi, yani azık lazımdır. İnsanın doğumdan ölüme doğru olan yolculuğu ise başlı başına bir hakikat. Ebede doğru, dönmemek üzere... Bu yolculuk da azıksız olmaz. Ama nasıl bir azık? Cevabı Kur’an veriyor.


 


“...Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır.Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.”[9]


 


Ahiret yolculuğunda en hayırlı azık takvadır. Yani dünyada sorumluluk bilinciyle yaşamak. Allah’ı hesaba katarak, O (c.c.) her an beni görüyor şuuru ile hareket etmek. İman ve salih amelle kendisini kötü sonuçlara karşı korumaya almak. O güne hazır olmak. O gün mutlaka gelecek diye çok dikkatli olmak.


 


Bir anlamda eli çabuk tutmak. Acele etmek şairin dediği gibi. “Toplayın eşyamı, işim acele”.Çantaya ne kadar koyabilirse. Daha fazla, çok daha fazla hayırlı azık koymaya çaba göstermek. Zamanı boş geçirmemek. Ahirette işe yarayacak, kişiyi kurtaracak, ahiretin badirelerini atlatacak hayırlı işleri artırmak. Bu konularda acele etmek. Madem ki ecelin saati belli değil, öyleyse insan her an yolculuğa hazır olmalı.


 


Peygamber ölüm gelmeden önce eli çabuk tutma, insanlık görevlerini yapma, Rabbine şükretme konusunda şöyle buyuruyor:


 


“Yedi şey gelmezden önce hayırlı amelleri işlemeye devam edin, neyi bekliyorsunuz? Her şeyi unutturacak yoksulluğu mu, azdırıp saptıran zenginliği mi? Bedeni ve tüm güçleri bozan hastalığı mı? Bunaklık meydana getiren ihtiyarlığı mı? Ansızın geliveren ölümü mü? Yoksa gelmesi beklenen Deccâl fitnesini mi? Yoksa kıyamet saatini mi bekliyorsunuz? Ki onun gelmesi daha dehşetli ve daha acıdır.”[10] 


 


Kur’an benzer bir uyarıyı infak konusunda yapıyor. “Herhangi birinize ölüm gelip de, “Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.”[11] 


 


Bir kurum bir elemanını yurt dışına gönderiyor. Gönderdiği yerde mesleği ile kısa süreli pek çok kurs var. Onu gönderen kurum diyor ki: “Sana iki yıl mühlet. Bütün masrafların bize ait. Bu süre zarfında bizim sana verdiğimiz proğrama göre hareket edeceksin. Kısa sürede ne kadar çok kurs takip edersen, ne kadar mesleğinle ilgili kitap okursan, ne kadar araştırma yaparsan, ne kadar çok kişi ile görüşürsen, bunları belgelemen halinde hepsine bol bol ücret alacaksın. Bitirdiğin her kursa mukabil bir derece maaş artışı ve iş yerinde ilerleme alacaksın. Unutma, bu kurslar dünyanın başka hiç bir yerinde yok. Seni oraya bir defalığına gönderiyoruz. İlk ve son. Eğer bu iki yılı iyi değerlendirirsen ömür boyu rahat edersin, hem görevin, hem itibarın, hem de mutluluğun yükselir. Eğer elin boş dönersen bütün masrafları geri ödemek zorunda kaldığın gibi, kurumda ya en alt işlerde istihdam edilirsin veya işe yaramayacağın için işten atılabilirsin.”


 


Bu genç bütün bu vaadlere ve uyarılara rağmen, gittiği yerde çalışmasa, kurslara katılmasa, yeyip içip gezse, orada burada vaktini öldürse, buna akıllı denir mi? Bir yıl sonra eli boş dönse, zararda mıdır kârda mıdır? İyi mi yapmıştır, kötü mü?


 


Dünya hayatı da buna benzer. Vahiy insana, benzer şeyleri söylüyor. Bir ömrün var, iyi değerlendir, dönüşte işine yarayacak şeylerden çok kazanmaya bak. Dönüşün tarihi belli değil. Üstelik ahiretin kazançları ne benzer dünya kazancına, ahiretin acı pişmanlığı ne benzer dünyadaki pişmanlıklara...


 


İnşirah Sûresi ve Vakti Değerlendirme


 


İnşirah sûresinin ikinci bölümünde şöyle deniyor: “Çünkü gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. Evet, gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır, Bir işi bitirdiğin zaman, hemen (başka) bir işe koyul. Ve yalnız Rabbine yönel!”[12]


 


Sûrenin bu bölümü özelde Hz. Muhammed’in, genelde müslümanların hayatı nasıl görmeleri gerektiğini öğretiyor. Hayat zorluklarla birlikte olmakla beraber, zorlukların yanında mutlaka kolaylıklar ve müjdeler de vardır. Yedinci âyet şöyle de anlaşılabilir: “Bir işi halledince başka bir işe koyul” ya da  “İşini hallettiğin zaman arkasında dur.”


 


“Zımnen; sen işi yor, iş seni değil. Her zorluğun beraberindeki kolaylığı gör, tatil yaparak değil, tebdil yaparak bir başka iş ile dinlen.”[13]


 


Bu âyetler müslümana boş zaman anlayışının yakışmayacağını öğretiyor. Arkasından da sanki, hayırlı bir işi bitirdiğin zaman başka hayırlı bir işe koyul ki vaktini boşa harcamayasın deniliyor. Hicr 15/48 geçtiği gibi İnşirah yedinci âyetteki ‘fansab’ kelimesi yorgunluk anlamına gelebilir. Buna göre âyetin manası “Bir işi bitirdiğinde yeniden yorul” olur. Bir emir yerine getirilince, öbürüne geçilir. Mü’min bir salih ameli (faydalı bir işi) tamamlayınca ara vermeden başka bir salih amel işlemeye başlamalı. 


 


‘Nesab’, dikili taş anlamına da gelebilir. Nitekim Mâide 5/90 daki el-ensab, Mâide 5/3 teki en-nüsub dikili taş demektir. Buradan hareketle bu âyet “Bir işi bitirdiğin zaman, bir sıkıntıdan kurtulduğun zaman dik ve sağlam duruşun devam etsin” şeklinde de anlaşılabilir. Mü’min kişilik dik durmayı ve sağlam bir duruş sergilemeyi başarandır.


 


Buradan anlaşılıyor ki, müslümanın hayatında lüzumsuz tatil olmamalı. Hatta hayatında hiç boş zaman olmamalı. Müslüman her gününü değil, her saatini ganimet bilip değerlendireceği için boş zamanı kalmayacaktır. Kur’an mü’minleri şöyle tanımlıyor: “Onlar ki, yararsız şeylerden yüz çevirirler.”[14]Müslüman amaca hizmet etmeyen, boş ve anlamsız işlerden kaçınır. O tatili âtıl hale gelmek olarak değil;  meşguliyet değişimi olarak görür. Mü’min her işini doğru yapıp üretken olan insandır. Buna göre mü’min, bir iş bitince hemen diğerine başlamalı, boş durmamalı, üretken ve verimli olmalı, nemelâzımcılık yapmamalı, boş işlerden yüz çevirmeli.[15]


 


İnşirah sûresinin son âyeti başta Peygamber olmak üzere mü’minlere sadece Allah’ın makamına yönelmeyi öğretiyor. Rağbet hem Allah rızasını gönülde hazır tutmak, hem de ilgi ve fedakârlığı o tarafa yönlendirmeyi ifade eder. Bu rağbet de yardım istemede, hayırlı olmasını dilemede ve ecrini beklemede olmalıdır.


 


Âyetzımnen şöyle diyor: Her rek’atta Fatiha’da tekrar ettiğiniz “Yalnız Senden yardım isteriz” sözünüze sadık kalın. Madem Rabbiniz size rağbet etti, siz de Rabbinize rağbet edin. Zira O’ndan başka hiç bir şey rağbet etmeye değmez.[16]


 


Sonuç


 


Bir yerde okumuştum, bir ilim ehli şöyle demiş: “En bedbaht, dertli, en sıkıntılı işsiz adamdır. Zirâ atâlet, yokluğun kardeşidir. Çalışmak, aktif olmak vücudun hayatı ve hayatın uyanıklığıdır.”


 


Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “İki nimet vardır ki; insanların çoğu onların değerini bilmezler: sıhhat ve boş vakit.”[17] Boş vakitten maksat insana verilen ömür olmalı. Eyvahlar olsun koca bir ömrü boş işlerle, günah ve hatalarla hebâ edenlere. Boş zaman zaruri çalışmalarından arta kalan zaman ise, onu faydalı işlerle doldurmayan da zarardadır.


 


Zaman emânet olduğu gibi, muazzam bir nimettir. Değerlendirenlere ne mutlu. Nasıl değerlendirelim diye sormanın zamanı değil. Herkes kendince, bir şekilde yapabilir bunu. Adına da tatil, boş zaman demeden.  


 


Dipnot


 


[1]- TDK Türkçe Sözlük, 2/1427


 


[2]- TDK Türkçe Sözlük, 1/100


 


[3]- Devellioğlu, F. Osmanlıca Sözlük, say: 1039


 


[4]- İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 10/194


 


[5]- İbrahim 14/34


 


[6]-Mü’minûn 23/99-100


 


[7]- Zümer 39/58


 


[8]- Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 2/161. Keşfü’l-Hafâ, 1/166-167 (Hakim ve Beyhaki’den). Câmiü’s-Sağîr, 1210


 


[9]- Bakara 2/197


 


[10]- Tirmizî, Zühd/3 no: 2306


 


[11]- Münafikun 63/10


 


[12]- İnşirah 94/5-8)


 


[13]- İslâmoğlu, M. Nüzul Sırasına Göre Meal, s: 27


 


[14]- Mü’minûn 23/3. Bir benzeri: Furkan 25/2


 


[15]- Okuyan, M. Kısa Sûreler 1/326-329


 


[16]- İslâmoğlu, M. Nüzul Sırasına Göre Meal, s: 27


 


[17]- Buhârî, Rikak/1 no: 6412. Tirmizî, Zühd/1 no: 2304