Günlük dildeki genel kullanımında samimiyet, birden çok anlama gelir ve birçok duygunun bir arada bulunmasını ifade eder. Örneğin, iki insanın birbirine karşı tutumunu dile getirirken, ‘ikisi arasında müthiş bir samimiyet var’dediğimizde, iki kişinin birbirlerinden çıkar beklentisi olmayan yakın arkadaş olmaları, birbirinden gizlisi saklısı olmayacak derecede senli-benli ve kalpten dost olmaları gibi anlamları kastetmiş oluruz. ‘Samimiyet sahibi bir mümin, samimi bir Müslüman’ tabirlerinde olduğu gibi bir insanın kendi iç duygu, düşünce, inanç, tutum, davranış, yaşayış ve eylemleriyle ilgili bir sıfat olarak kullanıldığında ise samimiyet; içtenlik, saflık, temizlik, katışıksızlık, halislik, dürüstlük, açık yüreklilik, kalpten ve gönülden bağlılık, kendisiyle barışıklık, doğallık, içinden geldiği ve olduğu gibilik, güvenilirlik gibi olumlu anlamları bünyesinde taşır. Olumsuz nitelikler açısından bakıldığında ise samimiyet; yapmacıklıktan, gösterişten, riyakârlıktan, hilekârlıktan, art niyetten, çıkarcılıktan, aldatıcılıktan, sahtekârlıktan, münafıklıktan uzak olmak gibi anlamlara gelir. Bu tür olumsuz nitelikler taşıyan insanlara da ‘samimiyetsiz’ denir.
Samimiyetin hakikati
Samimiyetin dinî terminolojideki en yakın ifadesi, ‘ihlas’tır. İmam Gazali’nin İhya’daki tanımına göre, “Kendisine yabancı bir şeyin sinmesi düşünülen her şey o yabancı maddeden beri ve ırak olduğunda ‘halis’ vasfını alır. Bu saf ve katkısız fiile de ‘ihlas’ denilir.” (Gazali, 2008: 764.) Bu tanıma göre dinî anlamda samimiyet, sahip olunan inançlar, niyetler ve bilhassa amellerin, olabildiğince katkısız, katışıksız, saf bir hâlde, sırf Allah rızası için yapılmasıdır. Dinde samimiyet; dindarlık yaşantısında içtenlik ve dürüstlük, saflık ve arı-duruluk, kendisiyle barışıklık ve güvenilirliktir. O aynı zamanda, dinî inançlarında gizli veya açık şirkten ve münafıklıktan uzaklık, dinî amellerinde riyadan ve gösterişten berilik, dinî ahlakında kötü niyetten ve çıkarcılıktan arınmışlık, dinî maneviyatında şeytanın ve nefsin gizli tuzaklarından ve kendini beğenmişliğe yöneltici iğvalarından olabildiğince korunmuşluktur.
İhlas ve samimiyet, yapılan amelin az veya çok tüm dünyevi ve nefsani şaibelerden ayıklanıp, kulun Allah’a yaklaşma arzusunun tek amil olması, bunun dışında muharrik bir unsur taşımamasıdır. Örneğin, bir Müslümanın, Allah’ın emrini yerine getirme ve O’na yaklaşma arzusuyla beraber, oruç tutmakla oluşacak sağlıklılıktan ve tedaviden yararlanmak maksadıyla oruç tutması veya bir düşmandan kurtulmak için hacca gitmesi yahut bu yolla dünyalık meta ve itibar kazanmak için ilim sahibi olması gibi hususlar, dinde ihlas ve samimiyetin hakikatinden uzak davranışlardır. Samimiyeti zedeleyen bu tür fitnelere sadece sıradan Müslümanlar değil âlimler dahi amansız şekilde maruz kalabilmektedirler. Gazali’nin belirttiğine göre, âlimlerin bir kısmını ilimlerini yaymaya sürükleyen amil, hükümranlık, çevresinin kalabalık olmasından haz duymak, övgü ve alkışlardan zevk almaktır. Bu tür kişiler, kendisinden daha yetenekli bir âlim çıkıp halk ona yöneldiğinde kederlenir ve üzülürler. Oysa gerçekten samimi olan âlimler böyle bir durum karşısında sevinir, Allah’a şükreder, bu görevi daha yetenekli biriyle ifa ettirdiği için O’na hamd ederler. (Gazali, 2008: 765-67.)
İster âlim olsun isterse olmasın, samimiyetin hakikatine ermiş gerçek Müslümanların ihlas ve içtenliği, şeytanın vesveselerine yenik düşmeyecek güçte ve sürekliliktedir. Nitekim Cenab-ı Hakk’ın Sad suresi 83. ayette İblis’in ağzından haber verdiği ve istisna ettiği Müslümanlar, ihlas ve samimiyet sahibi olanlardır: “İblis, “Senin şerefine and olsun ki, içlerinden ihlaslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım” dedi.” (Sad, 38/83.) Bu ayetten açıkça anlaşıldığı üzere, şeytanın azdırmasından emin olmanın ve Allah’ın rızasını kazanmanın yolu, kuru ve dıştan bir dindarlık değil, gönülden, içten, samimi bir dindarlıktır. Tıpkı bizim etrafımızdaki insanlardan ve özellikle de bize yakın olan dost bildiklerimizden samimiyet beklediğimiz gibi, Cenab-ı Hakk da sevdiği kullarının dindarlığında gerçek bir samimiyet ve ihlas, tam anlamıyla bir şirksizlik ve riyasızlık beklemektedir.
Samimiyetin fazileti
Samimiyet, her şeyden önce kendi içimizde ve kendimize karşı olmalıdır. İnsanın bazen kendi kendisini aldatması, kendi sözleri ve eylemleri arasında tutarsızlığa düşmesi ve bunu fark etmesi mümkündür. Bu durumdaki kişi, başkalarını aldatabilse dahi, kendi gözünde değerinin düşmesini engelleyemeyecek, zamanla özgüvenini yitirmiş bir şahsiyete dönüşecektir. Bu gibi olumsuz hâllere düşme mek için, kişinin öncelikle kendisine karşı samimi,dürüst, iyi kalpli, temiz yürekli olması gerekir.
İnsan daha sonra da, çevresindeki kişilere karşı samimi olmalıdır ki onlar ona güvenebilsinler. Tutum ve davranışlarında samimi olmayan, ikiyüzlü, çifte standartlı, içten pazarlıklı, insanların yüzüne karşı ayrı arkasından ayrı davranışlı, sahtekâr ve samimiyetsiz insanlar, erdemli ve faziletli insanlar arasında sayılmayacak, toplum içinde gerçek bir sevgi, saygı ve güven duygusu ile karşılaşmayacaklardır. Kişisel özgüven kadar toplumsal güven ve itibar da, büyük ölçüde samimiyet ve güvenilirlikle bağlantılı değerlerdir.
Nihayet, insan en fazla da asla aldatamayacağı ve kandıramayacağı Rabbine karşı samimi olmalı; O’na karşı yükümlülüklerinden oluşan ve O’na yakınlaşmasının yolunu yordamını öğreten dinini salt O’na has kılmalıdır. Nitekim şu ayet-i kerime, bu hususu açıkça beyan etmektedir: “Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine, 98/5.)
Dinde samimiyetin, dini ve dindarlığı yalnızca Allah’a has kılarak yapılan ibadetlerden dünyevi hiçbir çıkar beklememenin ödülü, bütün insanların hayal güçlerinin ötesindedir. Dinlerini sırf Allah’a has kılan gerçek müminlerin mükâfatları, cennet nimetlerinin de ötesinde, Allah’ın cemali, rızası ve sevgisi gibi çok daha “büyük mükâfat”lardır. Bu büyük mükâfatların özellikle samimi ve muhlis müminlere ait olduğu şu ayette belirtilmektedir: “Ancak tövbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve dinlerini Allah’a has kılanlar müstesnadır. Bunlar müminlerle beraberdirler. Allah, müminlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa, 4/146.)
Samimiyete arız olan afetler
İmam Gazali’ye göre, ihlas ve samimiyete arız olanafetler vardır ve bunların kimisi açık, kimisi gizlidir. Bu afetlerin en belirgin olanı, riyadır. Özellikle iyi davranışlar ve ibadetlerde samimiyete çeşitli derecelerde riya karışmasına çok sık rastlanır. Riya afetine maruz kalan kişinin dikkate aldığı asıl husus, halktır, insanlardır. Oysa ihlas ve samimiyet, “dört ayaklı hayvanların kendisini namazda görmeleriyle insanların görmelerini eşit tutmak, aralarında bir fark gözetmemektir.” Bunu gerçekleştirebilmenin tek yolu, hiçbir şekilde halkı düşünmemek, gerek yalnız başına iken gerekse halk arasında iken, insanların varlığına ve iltifatlarına aldırmayıp, sadece Hakk’ın rızasını gözetmektir.
Gazali’ye göre içine riya afeti karışıp karışmaması bakımından ameller dört grupta değerlendirilir. Yaptığı ameli sırf riya için yapanın amelinin, hiçbir sevabı yoktur. Hiç riyasız, sırf Allah rızası için yapılan amel, tamamen sevap sebebidir. Riya karışımlı amelde ise eğer amelin gerçekleştirilmesinde riya faktörü Allah rızasından daha üstün gelirse, bu amel yarar sağlamaz. Ancak eğer yapılan amelde Allah’a yaklaşma hissi baskın olursa, bu takdirde bu hissin büyüklüğüne orantılı olarak kişiye sevap bahşedilir. Bunun delillerinden biri şu ayettir: “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” (Zilzal, 99/7-8). Dolayısıyla, az çok riya gibi afetler bulaşabiliyor kaygısıyla iyi ameller yapmaktan geri durulmamalı, doğru davranışlardan vazgeçilmemelidir. Amaç elbette eylemlerimizde ihlaslı ve samimi olmaktır; ama samimiyetimizde şüphe vesveselerinden dolayı o ameli yapmadığımızda, hem amel hem de ihlas ve samimiyet ziyan edilmiş olmaktadır. (Gazali, 2008: 773-76.) Amaç saf samimiyet, sade bir ihlastır; ama insan doğasının bu mutlak yetkinlik hâline ulaşması kolay değildir; dolayısıyla, elden geldiğince en üstün samimiyet derecesini hedeflemek ve bunu yaşam boyu sürekli muhafaza edebilmeye çalışmak, yukarıda değinilen “büyük mükâfat”a erişebilmek için yeterince büyük ve güzel bir hedef olsa gerektir.
|