İslami terbiyenin manevi boyutu kişinin, hayatı iyi bir kul olarak yaşayabilmesi için gerekli alt yapı donanımına sahip kılınması şeklinde çerçevelenebilir. Gerçekte çocuk bu konuda ön hazırlık diyebileceğimiz bir nitelikle dünyaya gelir. İslami söylemin fıtrat diye tanımladığı bu nitelik inanma ve tevhide yönelme şeklinde kendini gösterir. İşte bu niteliğin bozulmaya uğramadan çocuğun ruhi gelişmesine ve dinî yapılanmasına temel teşkil etmesini sağlamak önem arz etmektedir.
İslami algıya göre çocuk anne baba elinde Allah’ın bir emanetidir. Bu emanetin muhafazası onu besleyip büyütmek ve yetiştirmek yani onun maddi/biyolojik ve ruhi/manevi ihtiyaçlarını karşılamakla gerçekleşir. İslam ahlakçılarının terbiye kavramı ile ifade ettikleri şey budur. Terbiyenin maddi boyutu konusunda elden gelen her şey yapılırken manevi boyut daima ihmal edilme riski ile karşı karşıya olagelmiştir. Böyle bir riske kapı aralamak çocuğun her iki dünya mutluluğuna mal olacak bir sonucu ortaya çıkarabilecektir. Bu sebeple çocuğun terbiyesinden birinci derecede sorumlu olan anne babalar görevleri konusunda önemli nebevi uyarılara muhatap olmuşlardır. “Şüphesiz ki Allah Teala kişinin aile bireyleri hakkında sorgusuna varıncaya kadar her sorumluluk sahibi kişiye sorumluluğundakileri korudu mu, yoksa zayi mi etti diye hesap soracaktır.” (Müslim, Kader, 22.) uyarısı bunlardan sadece biridir.
Anne babaların ya da onların konumundaki kişilerin bu önemli görevi gerektiği gibi yerine getirebilmeleri için terbiyenin hem maddi hem de manevi boyutu hakkında yeterli bilgi donanımına sahip olmaları gerekir. Eksiklik hissedilen noktalarda tamamlayıcı bilgiler edinilmeli, gerektiğinde işin uzmanlarından yardım istenilmelidir.
Kâinata hâkim olan zamanlama kanunu, zorunlu olarak insan hayatında da geçerlidir. Zamanında yapılmayan eylemler ya sonuç alamaz ya da beklenen sonuca ulaşamaz. Çocuğun terbiye konusu işte bu çerçevede özel bir önem arz eder.
Terbiyenin manevi boyutu günlük hayatımızda dinî terbiye diye ifade ediliyor. İbadet alışkanlığı ve bilinci kazandırma faaliyetleri dinî terbiyenin kendini gösterdiği pratik alan olarak öne çıkar.
İnsanın dinî yükümlülüklere muhatap olmasının ölçüsü ergenlik çağına ulaşmaktır. Akıl sağlığı yerinde olarak bu çağa ulaşan çocukrtık dinî hayatın içine fiilen girmiş ve dinî görevleri yerine getirmekle yükümlü olmuş demektir. Ergenin dinî görevlerini yerine getirmeye başlayabilmesi için onun daha önceden bilgi, bilinç ve uygulama noktalarında hazır hâle gelmesi gerekir. Bu sebeple ergenlik çağından önce çocukların gerek aile içinde, gerek eğitim kurumlarında bilinçli ve planlı bir eğitim sürecinden geçirilmeleri gerekir. Yedi yaşına geldiklerinde çocukların namaz kılmalarını öngören nebevi uyarı (Ebu Davud, Salat, 26.) çocuğun bu yaştan önce namaz eğitimini almış olması gerektiğini gösterir. Aksi takdirde çocuktan bilmediği, yapamayacağı bir şey istenmiş olacaktır.
Doğumdan itibaren ilk altı yıl öğrenmenin yoğun olarak yaşandığı dönemdir. Bu dönemde işitme ve görme şeklindeki harici uyarılar çocuğun ruhi, ahlaki ve dinî gelişimi açısından bir temel teşkil eder. Bu dönemden sonra üç dört yıllık süreç ise öğrenilenlerin uygulamaya geçirilmek istendiği aktif bir süreçtir. Namaz, oruç gibi ibadet alışkanlıklarının temeli bu dönemde atılmalıdır. Dört yaşındaki çocuklar ibadet ve duayı ilginç buldukları için büyüklerini taklit ederek namaz kılmak, oruç tutmak, dua etmek isterler. Bu yönelişlerini fırsat bilerek, verdiği nimetlerden dolayı onların da duyacağı bir ses tonu ile Allah’a şükretmek, aile fertlerimiz, sevdiklerimiz ve milletimiz için dua etmek onlar üzerinde büyük etki bırakır. (Bkz. Kerim Yavuz, Çocuk ve Din, Çocuk Vakfı Yay. İst. 1994, s.15, 36, 132, 133.)
Dengeli bir ruh gelişiminde Allah ve ahiret inancı temel birer unsur olarak ortaya çıkar. Çocuk Allah fikri ile birlikte, yaşadığımız dünyanın ötesinde sonsuz bir hayatın varlığından da haberdar edilmeli ki ibadet kavramının zemini hazırlanmış olsun. Çocuğun “Niçin namaz kılıyoruz, niçin oruç tutmamız gerekiyor?” sorularına algılayabileceği bir cevap verebilmek için bu gereklidir. Böylece onun, “Çalışıyoruz, çünkü para kazanmamız gerekiyor; ibadet ediyoruz, çünkü Allah’ın hoşnutluğunu, sevgisini kazanmak ve böylece ölüm ötesi hayatta sonsuza kadar mutlu yaşamak istiyoruz.” algısını edinmesine yardım edilmiş olur. Çocukların geçmiş olaylara olan ilgisinden de yararlanarak, oruç ve namaz ibadetlerinin geçmiş peygamberlere ve onların ümmetlerine da farz kılınmış olduğu anlatılabilir. Öte yandan, oruç tutan insanların yoksulların durumlarını daha iyi kavrayabilecekleri ve böylece onların elinden tutacakları söylenebilir.
Alışkanlıklar herşeyden önce görerek ve taklit ederek kazanılır. Çocuk pek çok bilgiyi bu yolla öğrenir ve benimser. Çocuğun örnek alacağı anne babası aynı zamanda onun en çok güvendiği kişiler olduğundan onların dinî tutum ve davranışlarını, duygu ve düşüncelerini doğrudan benimser. Taklit edilen tutum ve davranışlar zamanla özümsenerek çocuğun tabii davranışları olarak ortaya çıkar. Bu bakımdan çocuğun ibadet hayatı konusunda başta anne baba olmak üzere aile bireyleri örnek davranışlar sergilemeli, çocuğa kazandırılmak istenen ibadet alışkanlıkları fiilen aile içinde zaten yaşanıyor olmalıdır. Çocuğun gelişme ve yetişme süreci, içinde doğduğu hazır dünyadan zamanla kendine has bir dünyaya doğru kat ettiği bir süreçtir. İşte bu süreçte anne babalar örneklikleri ile çocuğun dünyasına açılan birer pencere olmak durumundadırlar.
İbadet alışkanlığının kazandırılması konusunda örnek olma ve usulünce telkin yöntemleri yanında, ibadetlere dair ilgi çekici kitaplar okutulmalı; okuma yaşında olmayanlar için bu kitapları okuyup dinlemeleri sağlanmalıdır.
İbadet yapan çocuk takdir edilmeli, ona itibar gösterilmeli, sevgi ile yaklaşılmalıdır. Namaz kıldığı, oruç tuttuğu için anne babası ve yakınları yanında ayrıcalıklı hâle gelen çocuk, ibadetler sebebi ile Allah’ın sevgisini kazanma olgusunu daha kolay algılayabilecektir.
Çocuk farklı ilgi alanlarının etkisi altında kalarak ibadet konusuna gerekli ilgiyi göstermeyebilir. Bu durumlarda onu azarlamak ve suçlamak yerine büyüklerin, durumu çocuğun bakış açısı ile değerlendirmeleri, kendilerini onun yerine koyarak sabırlı davranmaları gerekir.
İbadet eğitimi pratik olarak namaz ve oruç üzerinden gerçekleştirilir. Namaz çocukla Allah arasında eylemli itaat ilişkisinin, oruç ise eylemsiz itaat ilişkisinin oluşmasına zemin hazırlar. Bu sebeple yetişkinler evde ya da camide namaz kılarken küçükleri yanlarına olarak onlara da namaz kıldırmalı, ramazanda sahura kaldırarak, iftar sevinç ve heyecanına onların da ortak olmalarını sağlamalıdırlar. Oruç tutan çocuk açlığa dayanamazsa, günün yarısını “oruçlu” geçirmesini sağlamak, biraz daha dirençli olabilmesi için çeşitli oyalayıcı yöntemlere başvurmak mümkündür. Hanım sahabilerden Rubeyyi’ binti Muavviz anlatıyor: “Pamuktan yahut boyalı yünlerden oyuncak bebekler yapıyor, oruçlu olan çocuklarımızdan biri yemek için ağladığında iftara kadar oyalanması için bu oyuncakları ellerine veriyorduk.” (Buhari, Savm, 47.)
Hac ibadetini yerine getiren kimseler unutamayacakları çok farklı hatıra, duygu ve düşüncelerle yurtlarına dönmektedirler. Bu sosyopsikolojik ortamın çocuklarla da paylaşılması onların ruh dünyasında ibadet olgusunun kök salmasında büyük katkı sağlayacaktır. Özellikle hac ibadetinin yapıldığı mekân olan Mekke’ye yakın bölgelerde yaşayan ailelerin, çocukların ibadet hayatına alıştırılması konusunda hac mevsiminden yararlanmak gibi büyük bir imkânları vardır. Bu ibadetin ifası sırasında büyük kalabalıklarla birlikte yaşanan manevi atmosfer, farklı tecrübeler çocuk üzerinde ibadet kavramına dair unutulmaz izler bırakır. Sahabilerin bu fırsatı iyi değerlendirmiş olduklarında şüphe yoktur. Said b. Yezid, babasının, veda haccı sırasında Rasulüllah ile birlikte kendisine hac yaptırdığını anlatmakta ve “Ben o zaman yedi yaşında idim.” diye eklemektedir. (Buhari, Cezau’s-Sayd, 25.)
Çocuğun ibadet hayatına uyum sağlaması için anne babalar olarak fiilen yapmamız gereken her şeyi yaptıktan sonra bu konuda bizi başarılı kılması için Allah’a dua etmemiz, O’nun yardımını istememiz gerekir. Sonuçta her güzellik O’nun rahmeti ile gerçekleşiyor. Hz. İbrahim’in, “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle” (İbrahim, 14/40, 41.) şeklindeki duası bu konuda bize ışık tutmaktadır.