“Kur’an’ı Öğrenmeyi/Öğretmeyi Öğrenme”, öğrenimi verimli hâle getiren hususlardan birisi olarak oldukça önemlidir. Unutulmamalıdır ki, öğrenmeyi öğrenen, bilgiye en kestirme yoldan ulaşmayı becerebilen, öğrendiklerini günlük hayatında en verimli şekilde kullanmasını sağlayabilen, toplumda meydana gelen değişimlere ayak uyduran ve aynı zamanda bu değişimlerin kaynağı olabilen; mevcut bilgilerin hamallığını yapan değil, edindiği bilgileri kullanarak yeni durumlar için gerekli bilgiyi yeniden üretebilen kişidir.
Bu girişten sonra ilahî kelamı öğrenmeye talip olan bir Kur’an öğrencisi ve ona öğreticilik makamında bulunan Kur’an muallimi bağlamında konuya bakıldığında hem öğrenen hem de öğreten açısından konuyu iki başlıkta ele almak mümkündür:
A. Kur’an’ı öğrenmeyi öğrenme
İlahî kitabı öğrenmekle kutsal bir yolculuğa çıkan kimsenin her şeyden önce, başladığı bu talimin ehemmiyetinin idraki içinde olması gerekir. Bu talim, evrenin sahibinden gelen son mesaja öğrenci olma eğitimi olduğu için, kişinin, öncelikle sağlam bir niyet bilincine sahip olması gerekir.
Kur’an öğrencisi, şunu da bilmelidir ki, Kur’an öğretimi, ömür boyu kılacağı namazın en önemli bir rüknü olan kıraat farizasını eda edebilmek için de zorunludur. Rabbiyle konuşması anlamına gelen namaza böyle bir manayı katan da, onda (namazda) okunan Kur’an’dır. Hasan el-Basri’nin, “Kim Rabbiyle konuşmak istiyorsa namaz kılsın. Kim de kendisiyle Rabbinin konuşmasını istiyorsa o da Kur’an okusun!” ifadeleri, bunu ne güzel açıklar. Nitekim hadiste “Sizden biri Rabbi ile konuşmayı sevdiği (arzu ettiği) zaman Kur'an okusun.” (Hindî, Kenzü’l-Ummal, I. 510.) denmiştir. Demek oluyor ki, Kur’an okumak Yaradan ile sohbet etmek gibidir. Mümin için, “Niçin okuyorum”dan daha çok “Neden bugüne kadar okuyamadım” ya da “Niçin az okuyorum” sorusu daha anlamlıdır. Kaldı ki, Peygamberimiz’in kıyamet günü Rabbine niyazda bulunarak, “Ya Rabbi kavmim Kur’an’ı terk edilmiş olarak bıraktı.” (Furkan, 25/30.) şikâyetine muhatap olması gibi bir risk tüm müminler için bir uyarı mahiyetindedir.
Kur’an talebesi şunu da bilmelidir ki, çıktığı bu kutsal tedris faaliyetinde aslında o, Rahman olan Allah’a bir öğrenci olmuştur. Ayet açıktır: “Rahman Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.” (Rahman, 55/1-4.) Ya da onun manevi sofrasında bir misafirdir. Bu sofradan gücü yettiği kadar istifade etmeye çalışmalıdır. (Darimi, Fezailü’l-Kur’an, 1.)
Öğrenmek, kuru bilgiye sahip olmak, sadece bir şeyleri bilmek de değildir. Öğrenmek, bilgiyi almak ve işlemektir. Bilgiyi işlemek de; onu doğru şekilde ve doğru yerde arayıp bulmak, onun ne olduğunu düşünerek, ne işe yaradığını anlamak, nerede kullanılacağını kavramak, hangi bilgilerle birleşeceğini görebilmektir. Kur’an’ı öğrenme eyleminde, onu sadece okuyabilecek seviyeye gelmekle kişinin görevi bitmiş olmaz. Çünkü Kur’an taliminde üç aşama vardır. Okumak, anlamak ve yaşamak…
B. Kur’an’ı öğretmeyi öğrenme
Kur’an’ı öğretmeye talip olanda da niyet ve niyette hasbilik en temel özelliktir. O, üstlendiği bu kutsal görevin manevi değerini aklından hiçbir zaman çıkartmamalıdır. Kur’an muallimi, Cibril’in Hz. Peygamber’e, Hz. Peygamber’in sahabesine yaptığı bir görevi yaptığını unutmamalıdır. Kur’an muallimi, dünyadaki var olan tüm meslek grupları arasında belki en şerefli ve manevi değeri en büyük bir vazifeye sevk edildiğini, Sevgili Peygamberimiz’in, “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” (Buhari, Fedailü’l- Kur’an, 21.) müjdesini hatırlayarak görevde hasbi olmaya çalışmalı, yaptığı tüm eğitim faaliyetinin ve tatlı yorgunlukların bir ecir olarak kendisine bir gün döneceğini unutmamalıdır.
Farklı öğrenme faaliyetlerinde farklı stratejiler kullanabiliriz. Öğrenmek istediğimiz bilgiye ve duruma göre en uygun stratejileri seçeriz.
Bu stratejiler temelde, tekrar etme stratejileriki Kur’an eğitiminde en sık başvurulan bir ilkedir- anlamlandırma stratejileri, örgütleme stratejileri ve duyuşsal stratejiler olarak gruplandırılabilir. Etkili öğrenmede önemli ve genel geçer ilkeler olarak tüm bu ilkelerin gerek kısa süreli gerekse uzun süreli Kur’an öğretiminde kullanılması, kısacası öğretmeyi öğrenme açısından önemli ilkeler olsa gerektir.
Kur’an talimi ile görevli olan muallimlerin farkında olacakları bir diğer unsur, önüne gelen her bir öğrencinin mensubu bulunduğu aile başta olmak üzere yetişme ortamlarından, çevrelerinden, yaşam şartlarından, içinde bulundukları kültürden, değer yargılarından ve aldıkları eğitimlerden bir şekilde etkilenerek gelmiş oldukları gerçeğidir. Öğretmeyi öğrenen kişinin, her öğrendiğini kanıtlı/müdellel bir şekilde öğrenmek isteyen bu öğrencilere karşı, donanımlı ve ikna edici bir vizyona sahip olması gerekir. Bu da onun kendini yetiştirmesini, bildik teknik ve yöntemleri daima yenileyerek kendini güncellemesini gerektirmektedir.
Kuru kuruya bilgi almayı hedefleyip, bilgiye ezbere sahip olanlar, sadece onun hamallarıdır. Öğrenmeyi öğrenenler ise bilginin gerçek kullanıcılarıdır. Özellikle ezberin esas alındığı öğretim yöntemlerinde öğretilenin hikmet boyutunu, arka planını, dua ise içeriğini, sure ve ayet ise yer ve zaman faktörünü de dikkate alarak Kur’an öğrencisine bir dantel gibi işleyebilmelidir.
Modern çağda, bilginin sürekli yenilenmesi ve eski bilgilerin geçerliliğini çabuk yitirmesi, insanları sürekli öğrenmeye ve yenilenmeye itmiştir. Kendini yenilemeyen ve gelişmelerden uzak kalan insan, bilgi okyanusunda boğulmaya yüz tutmaktadır. Kur’an mualliminin, Rabbimizin, "Allah içinizden inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir." (Mücadele, 58/11.) ayeti kerimesini unutmaması gerekir.
Öğrenmeyi anlamlı kılan unsurlar sayılırken, kişinin niçin öğreneceği, öğrenmede plan ve ortam, öğrenmeye olan istek ve şevk çok önemlidir. Benzer şekilde bir öğretim faaliyetinde öğrenci düzeyine görelik, bilinenden bilinmeyene, yaşama yakınlık (dönüklük), hayatilik, güncellik, uygulanabilirlik, tümdengelim ve bütünlük gibi yöntemlerin her birinin büyük önemi vardır. Kur’an mualliminin tüm bu ilkeleri, dinin ön gördüğü, müjdeleyicilik, tedricilik, kolaylaştırıcılık gibi yöntemleri de kullanarak başarıyı yakalaması ve çıtasını yükseltmesi gerekmektedir.
Yüce Rabbimiz Kur’an’ı bizlere tasvir ederken, “Bu Kur'an'ı sana meşakkate düşesin diye indirmedik.” (Taha, 20/2.) buyurur. Sure ve ayetlerin peyderpey inişi, Kur’an talimi konusunda Hz. Peygamber ve sahabe için önemli bir kolaylık oluşturmuştur. Her çağın Kur’an mualliminin de bu minval üzere hareket etmesi, her konuda örneğimiz ve modelimiz olan Hz. Peygamber’in talimde takip ettiği üslubu dikkate alarak hareket etmesi gerekir. Burada Hz. Peygamber’in sahabeye karşı Kur’an talimindeki tutumunu gösteren bir haberle yazımızı noktalamak istiyoruz:
Bir adam Rasulüllah (s.a.s.)'a gelerek, “Bana câmi (özlü) bir sure öğret” talebinde bulunmuştur. Hz. Peygamber de ona, “Zevâti'r-Ra'dan (yani R ile başlayan sureler-ki eliflâmrâ'lı sureler kastedilmektedir-) üç tanesini öğren!” tavsiyesinde bulunur. Ancak adam: “Yaşım ilerledi, unutkanlık galebe çaldı, ezberleme gücüm kalmadı, dilim de dönmez oldu!” diye cevap verir. Buna karşılık Rasulüllah: “Öyleyse Hâmîm'lilerden üç tane oku!” der. Ancak adam, önceki sözlerini tekrar ederek mazeretini bildirir. Rasulüllah (s.a.s.) bu sefer: “Müsebbihat'tan (sebbaha veya yüsebbihu ile
başlayan sureler) üç tane öğren!” der. Adam yine aynı sözleri tekrar eder ve “Bana câmi (özlü) bir sure öğret” der. Bunun üzerine Allah Rasulü adama Zilzal suresini öğretmiştir. (Ta'lim işi bitince) adam, “Seni hakla gönderen Zat'a yemin olsun ki, (buradaki ameller bana yeter), buna asla başka bir (amel) ilave etmeyeceğim.” demiştir. Adam ayrıldığında Rasulüllah (s.a.s.) “Adamcağız kurtuldu!” dedi ve bu sözü iki kere tekrar etti." (Ebu Davud, Salât, 326.)