Dinin şiarı:Ezan

İnsan kendisine sormadan edemez,
16/01/2012


İnsan kendisine sormadan edemez, “Zamanın zembereği ilk defa nerede kurulmuştur?” diye… Aslında bunu bilmek zordur. Bir kronoloji çizilebilir belki. Ruhların “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ilahî sorusuna “evet Rabbimiz yalnız sensin” diye karşılık verdikleri Elest bezmi, yeryüzü sürgününün ilk durağı Arafat, ilk mabet Kâbe’nin inşa edildiği zaman, Sidretü’l-münteha… Her bir mekân insanın zaman içindeki kulluk yolculuğunun gizemli tanıkları ve zamandaki seyrüseferinin mihenk taşıdır. Zamanın nerede kurgulandığını söylemek zor olsa da, ezanın, zamanı gösteren ilahi bir saat olduğunu söylemek kolaydır. Ezan, mümine günlük bir program sunan bir saat gibi inananların gönüllerini manevi bir ruhla sarar beş vakit… Ecdat bu manevi şöleni farklı tınılara, farklı makamlara da dökmüştür. Sabahleyin rehavi, subh-ı sadıkta hüseyni, güneş iki rehm yükseldiğinde raks, vakti hüdada buselik, nısfı neharda zengûle, vakti huzurda uşşak… Ezan “ve’tesımû bi-hablillahi cemîan” ilahi fermanına nispetle Allah’ın manevi sicimine günün muayyen saatlerinde atılan bir ilahi düğüm-müşçesine zamanı birbirine sımsıkı bağlar. O, sermedi bir akış hâlindeki zamanı birbirine bağlamakla kalmaz, mekânları da birbirine iliştirir. Mekke’yi Medine’ye, Medine’yi Kudüs’e, Kudüs’ü Isfahan’a, Isfahan’ı Bağdat’a, Bağdat’ı Şam’a, Şam’ı Halep’e, Halep’i İstanbul’a, İstanbul’u Londra’ya bağlar…



Ezanın örtüsü şehir şehir, köy köy, mahalle mahalle her yeri sarar. Ezan sadece bu dünyayı değil, iki denizi birleştiren bir yer misali, dünya ve ukbayı birbirine rabt eder… Ezanın ilk defa mavera ile fizik dünyayı birbirine bağladığı yer, kulun kalbidir. Sembollerle yüklü bir anlatım diline, hikmeti çok yönlü bir alegoriye sahip din dilinin en muhteşem anlatıları olan hadislerden öğrendiğimize göre, İslâm’ın Medine’deki ilk yıllarında namaza çağrının nasıl yapılması gerektiği müminler arasında tartışılmış, bu soruna bir çözüm aranmıştır. Abdullah b. Zeyd, Hz. Ömer ve Sahabeden diğerleri bu mesele üzerinde epey mesai harcamışlardır. Derken ilahi tecelli Sahabenin gönlünde peyda olmuş, ezanın kelimeleri onlara öğretilmiştir.



Hadislerin sembolik anlatımıyla uyum arz eden bir sahabi rüyasının temsili anlatımına kulak verdiğimizde ezanın müminin kalbindeki doğuşuna tanıklık ederiz. “Yeşil elbiseler içinde iki kişi Abdullah b. Zeyd’in karşısına dikiliverirler. Bazı sahabilerin namaza çan ile çağrı yapılması fikrinin doğru olmayacağını anlatmak ister gibi, çan ile müminlerin namaza çağrılamayacağını, namaza çağrı işinin kelimelerle olacağını ona anlatırlar. Namaza çağrı için çan veya borazan çalma, bayrak dikme görüşleri (Ebû Dâvud, “Salât”, 27.) İslam toplumunca böylece reddedilir. Abdullah b. Zeyd heyecan içinde sabahleyin Allah Rasulü’nün yanına gitmiş, gördüğü rüyayı Peygamber Efendimize anlatmıştır. Allah Rasulü ‘Şüphe yok, bu hak bir rüyadır’ diyerek ezanı teyit etmiştir. Hz. Peygamber Abdullah’a, ‘(Ey Abdullah!) Bilâl ile birlikte kalkın, Bilâl’in sesi daha güzel ve daha gürdür. Rüyanda söyleneni ona aktar. Bilâl bu kelimelerle Müslümanları namaza çağırsın’ talimatını verir.”(Tirmizî “Salât”, 25.) Hz. Ömer, Bilâl’in namaz için okuduğu ezanı işitince, alelacele Allah Rasulü’nün yanına gelmiş, “Ey Allah Rasulü! Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki ben de rüyamda aynı şeyi görmüştüm” demiştir. Bunun üzerine Efendimiz “Allah’a hamdolsun, böylece iş sağlamlaştı” buyurmuştur. (İbn Mâce “Ezân”, 1.)



Ezan bu şekilde müminler için namaza ilahî bir çağrı hâlini almıştır. Her din ibadetlerine farklı şekilde çağrı yapar. O çağrı, ait olduğu din hakkında birçok ipucu verir. İbadete çağrı dinlerin şiarı ve sembolüdür. Tarihsel olarak Yahudiler boynuz şeklinde boruyla; Hristiyanlar bugün de olduğu gibi- eski bir gelenek olarak, inananlarını çan ile ibadete çağırmışlardır. Bazı kabile dinleri putperest ibadetlerine davul ve ateşle çağrı yapmaktadırlar. Ezan bu çağrılar arasında söze dayalı olması ve dinin özünü oluşturan temel ifadeler içermesi bakımından farklılık gösterir.



Onun şahadetleri dinin temelidir. Tevhitle başlar, tevhitle biter ezanlar… Ezanlar Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın rasulü olduğunu söyler ve namaza çağırır inananları ve o namazın kurtuluş olduğunu hatırlatır insanlığa… Namazın çağrısı ezan, bir taraftan namaz vaktinin girdiğini anlatırken, diğer taraftan dinin amentüsünü fısıldar kulaklara... Allahü ekber bir paroladır artık, mağripteki de, maşrıktaki de, kuzeylisi de, güneylisi de anlar bu sözü. Namaz vakti gelmiştir. Müminin, Rabbine miraç vakti gelmiştir. Secdeler, rükûlar huşu ve tevazu ile hep O’na olacaktır. Kâinatın zerreden küreye bildiği hakikat ezan ile tekrar terennüm edilir: Allahü ekber, Allahü ekber… Yer, gök, her şey bu sese katılır. Müezzinin sedasına şehir, tabiat, deniz ve gök ortak olur. Tıpkı baharda sırası gelip de açılan goncalar gibi, ezan vakti her şehir çiçek çiçek açar… Ezan şehrin baharıdır çünkü. Ezan sesi duyulduğunda İstanbul şakayık, Ankara ekinazya, Bursa bergamot olur… Her bir şehir bahara açılan çiçekler gibi coşar… Ezanlardan burnumuza nebevî bir koku gelir, genzimizi okşar, gönlümüze akar… Gönüller ilahi besteye kapılır… Ruhlar melekût âleminden kelimelerle elest bezmine uyanmış gibi her namaz vakti yeniden ve yeniden akort olur. Ve ezan okunur, sabahın alacakaranlığında... İlahî güftenin rengine boyanır, sokaklar, evler ve insanlar… Her kapıda tekbir, her köşede şahadet, her sokakta selam… Bilal mı ezanı okuyan, yoksa İbn Ummu Mektûm mu? Ya da Ebû Mahdûre mi, biraz mahcup… Bedenlerimiz henüz yataklarından kalkmamışken, ruhlarımız dimdik kıyamda, hayat ölümü eritir kendi benliğinde, ölüm hayat bulur ezanın nefesinde.



Ezan, zamanı ve mekânı beraberce sarmalar… Ezan okunduğunda her yer tevhide boyanır. Hızır’ın eli değmişçesine yeryüzü yatay ve dikey boyutlarda melekût âleminden bir sese, ilahî bir renge boyanır. Minareler ezana kıyam durur, ciğerlere havayı çeker gibi müminleri cami kubbesi altında toplanmaya çağırırlar. Günde beş vakit, bazen kurşunlu camilerin tarihi minarelerinden, bazen tuğla, bazen taş ve belki daha mütevazı köy camilerinin minarelerinden duyduğumuz ezan sesi, inananları namaza davet eder… Ruhlar ona kulak kesilir. Onunla kâinat uyuduğu uykudan uyanır. Aslında Allah Rasulü döneminde namaza çağrının nasıl olacağı konusundaki tartışmanın arka planında sadece namaz vaktinin belirlenmesi yoktur. Müminlerin topluca namaz kıldıkları camiye namaz vaktinde nasıl gelecekleri sorusuna bir cevap arayışıdır bu. Denilebilir ki, sahabe için ezan münferit kılınacak namazın vaktinin geldiğini tayin değil, cemaate katılma vaktinin ilanıdır. O halde ezan toplum hâlinde yaşamanın, bir arada olmanın, ayrılıkları yok ederek tek vücut olmanın adıdır. İslam tarihinde bunu doğrulayan sahneler vardır. Bir gün Ebü’d-Derdâ’ birine ‘Nerede oturuyorsun?’ diye sormuş, adam ona ‘bir köyde’ diye cevap verince bunun üzerine Ebü’d-Derdâ’ Allah Rasulünün şöyle dediğini işittim diyerek onu ikaz etmiştir: “Bir köyde üç ev bulunur da ezan okunmaz ve içlerinde namaz kameti getirilmezse oradakilere şeytan dadanır. Sen sen ol, cemaatle (namaza) devam et. Sürüden ayrılanı kurt kapar.” (Ebû Dâvûd, “Salât”, 46.)



Daru’l-İslam’ın nişanesi ve İslam inancının davetidir ezan… Ezan yegâne güç ve otoritenin yalnızca Allah’a ait olduğunun ve İslam’ın tevhit dini olduğunun işaretidir. Vakit namazlarında, cuma ve bayram namazlarında camiye gitmenin, namaza çağrının adıdır o…



Ezan, beraber namaz kılmanın ve cemaatle yapılan ibadetin bir girizgâhı ve başlangıcıdır. Ezanın her ne kadar en önemli görevi namaza çağrı olsa da, o başka görevler de üstlenmiştir. Ezan bir yerin Müslüman beldesi olduğunun bir işaretidir. Ezan bir özgürlük alameti, Müslümanlara ait özgürlük anıtıdır. Sahabeden Enes bin Malik “Hz. Peygamber bir kabileye karşı savaşmak üzere gittiğimizde bizi hemen savaşa sokmaz, sabah olmasını beklerdi. Sabah olduğunda etrafa bakınır, ezan okunduğunu duyarsa onlarla savaşmazdı.” demektedir. (Müslim, “Salât”, 9.)Enes anlatımını şöyle sürdürmektedir: Hayber’e yola çıktık. Oraya geceleyin ulaştık. Şafak sökerken hiçbir ezan sesi duyulmadı. Efendimiz atına bindi, ben de Ebû Talha’nın atının terkisine bindim. Ayağım Efendimizin ayaklarına sürtüyordu. İnsanlar sepetleri ve çapalarıyla karşımıza çıktılar. Peygamberi görünce ‘Eyvah! Muhammed! Muhammed ve ordusu gelmiş!” diye bağırıştılar. Efendimiz onları gördüğünde Allahü ekber, Allahü ekber, Yıkılsın Hayber! İndik mi bir kabilenin obasına, Karanlık çöker uyarılmışların sabahına!” diye seslendi. O halde ezan müminlere savaşlarda güç, düşmana korku kaynağı olur. Aynı zamanda nakledilen hadis savaştan önce barışçıl yolları tercih eden Hz. Peygamber’in askerî hareketlerinde ezanı ve ezanın sözlerini bir davet yolu olarak kullandığını göstermektedir. Kısaca ezan tüm insanlık için barışın, esenlik ve huzurun sembolüdür.



Hz. Peygamber ezanı dinin bir şiarı, bir sembolü olarak görmüştür. Allah Rasulü dünyaya yeni gelen bir çocuğun kulağına ezan okunması gerektiğini söylemiştir. Hz. Peygamber, dünyaya geldiğinde torunu Hasan’ın kulağına bizzat kendisi ezan okumuştur. Ezan doğumdan ölüme hayatında inanan insana eşlik eder. Doğduğunda ezanla karşılanan mümin öldüğünde ezanlarla uğurlanır. Ezan beşikten mezara hayat akışında mümine yarenlik eder.



Okunduğunda her şey ezanın ruhaniyetine boyanır, dağlar, taşlar, kuşlar onunla Allah’ı zikre başlar. Canlı cansız her şey ezanın bu duygulu sesine kapılmışken, eşref-i mahlûkat olan insanın bu ilahi korodan azade olması beklenemez. “Ezanı duyan kişi Allah’ım, kusursuz çağrının ve kılınacak namazın rabbi olan Allah’ım! Muhammed (s.a.s.)’e vesile ve üstünlükler ihsan et. Bir de kendisine vaat ettiğin Makam-ı Mahmud’u (övgülere layık yeri) verip oraya ulaştır’ derse, kıyamet gününde benim şefaatime kavuşur” nebevi müjdesi ile gözler her namaz vakti peygamberin şefaatine çevrilir…(Buhârî, “Ezân”, 8.) Besmelenin Kur’an’a girizgâh olması gibi, ezanlar namazlara girizgâh olur. Yeni doğan çocuğun kulaklarına okunan ezan besmeledir hayatına, rahmet esintisidir ruhuna…



Ramazan aylarında evlerimizde, iftar sofraları başında, minarelerdeki kandillerin yanmasını beklerken, çoğu defa ramazan topunun patlaması bile, bizleri orucun bittiğine ikna edemezken, ezan iftarlarımızın anahtarı, oruçlarımızın mührüdür. Ezan berekettir ve her daim yeni-den diriliştir. Ve nihayet ezan estetik bir dokunuştur, camilerin firuze, lâcivert ve mozaik çinilerini okşayan, mihraplarda, minarelerde ve kubbelerde yankılanarak oradan gönüllere akan… Ötelerden süzülen ve hikmet ve marifetle büyük bir medeniyeti kucaklayan ve melekût âleminden sırları kulaklara fısıldayan…