Bu anlamda yaratılışın temel gayesi, tuzu biberi, dünya ve ahiretin kuruluşuna sebep esas realiteyi oluşturur. İnsanı söz ve davranış olarak mükellef kılan Kur’an-ı Ke-rim, nihilist yaklaşımı reddederken,sorumluluk anlayışıyla gayeliliği ön planda tutmuştur.
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Ke-rim açısından sorumluluk kavramını, “ilâhî vahyin prensiplerini, peygamberî seziş ve anlayış biçimine uygun olarak, kişinin kendi dünyasına hakim kılması,söz ve davranış olarak yaşama gayretinde olmasıdır.” şeklinde tanımlamak mümkündür.
Cenâb-ı Hakk, nimetlerden yararlanma bazında odağı oluşturan, yaratılan her türlü nimetten doğrudan veya dolaylı olarak faydalanan insan için büyük ve küllî masraşar yapmaktadır. Nimet ise şükür ister, teşekkür ister. Bu anlamda Kur’an;“Nihayet o gün dünyada yararlandığınız nimetlerden elbette hesaba çekileceksiniz.” (1) mealindeki ayet-i kerimeyle, evrensel anlamda insanların birtakım görev ve sorumluluklarla mükellef kılındığını hatırlatmaktadır.
Âyet-i kerimede geçen “Naîm” kelimesi; kendisinden lezzet alınan her türlü nimeti kapsamaktadır. Buna göre hayat, sağlık hatta içilen bir yudum tatlı soğuk su dahi bu kapsama girer.(2)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.); “Kıyamet günü hiçbir kul ömrünü nerede tükettiğinden, bilgisiyle ne iş yaptığından,nereden kazanıp nereye harcadığından, bedenini nerede yıprattığından hesaba çekilme sorgusu bitmeyecektir.”(3) mealindeki hadisi şerifeleriyle, sorumluluk gerçeğini ve insanı kuşatan mesuliyetin çerçeve sini çizmişlerdir. Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in kendi şahsî dünyasında taşıdığı sorumluluk duygusu ve bilincini Veda Hutbesi’ndeki şu cümlelerinde görmek mümkündür: “İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?” Orada bulunanlar: “Allah’ın elçiliğini ifa ettin,vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz” dediler. Bunun üzerine peygamberimiz (s.a.s.),“fiahid ol yâ Rab!” diyerek bunu üç defa tekrarladılar.(4)
İnsan olarak hangi görev ve sosyal statüde bulunursak bulunalım, böyle bir sorumluluk bilincini taşıyabiliyor, emanetini yüklendiğimiz konularda vicdanımıza başvurabiliyor, böyle bir soruyu kendimize yöneltebiliyor muyuz? Esasen Peygamberimiz (s.a.s.)’in vermek istediği mesajlardan biri de bu olsa gerektir.
Anne-babalar olarak çocuklarımıza, eğitimciler olarak öğrencilerimize, yöneticiler olarak yönetimimiz altında bulunanlara bu ve benzeri soruları önce vicdanlarımıza yönelterek, alacağımız karşılığa göre otokritik yapmak, artı ve eksilerimizi görmeye çalışmak, Peygamberimiz (s.a.s.)’in hadisinden çıkarabileceğimiz güzel sonuçlardan biri olacaktır.
Yüce Allah, hiç kimseye gücünü aşan herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Meselâ; aklî dengesi yerinde olmayanı mükellef kılmamış, yoksulları zekât, hac, sadaka gibi maddî imkânları gerektiren ibadetlerle sorumlu tutmamıştır. Yolculuk ve hastalık anında oruç ibadetini erteleme kolaylığını sağlamış ve “Allah, kişiyi ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar, herkesin kazandığı hayır kendine, işlediği kötülük de aleyhinedir.” (5) mealindeki ayet-i kerimeyle bu gerçeği insan antık ve vicdanına sunmuştur.
“Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur, kim de doğruluktan saparsa kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü çekemez. Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kavmi cezalandırmayız.”(6)
“Eğer inkar ederseniz, şüphesiz Allah size muhtaç değil dir. Bununla beraber O,kullarının inkârına razı olmaz. Eğer şükrederseniz. Sizden bunu kabul eder. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Nihayet dönüşünüz Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O, size haber verecektir. Çünkü O, kalplerde olan her şeyi hakkıyla bilendir.”(7)
“İnkâr edenler, iman edenlere:‘Bizim yolumuza uyun, si zin günahlarınızı biz yüklenelim.’ derler. Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar kesinlikle yalan söylemektedirler”(8)
Meallerini verdiğimiz âyet-i kerimeler, sorumluluğun bireyselliğini açıkça ortaya koymaktadır. Hiçbir kimse bir başkasının günahını yüklenerek onu temize çıkartamaz. Zira Rabbimiz “kim zerre kadar iyilik yapmışsa karşılığını,kim de zerre kadar kötülük işlemişse cezasını görür.”(9) buyurmaktadır. Hele hele “Sen o işi yap, bir günahı varsa benim olsun” gibi bir anlayışa dinimizde asla yer yoktur. Kötülükler içerisinde yuvarlanıp giden kimselerin, çevrelerinde yandaş bulabilmek için uydurdukları bir asılsız sözden ibarettir. Ne yazık ki bu gibi insanlara her zaman rastlamak da mümkündür. Ancak imanı güçlü, sorumluluk bilincine sahip kimseler bu gibi yanlışlara aldanmayacaklardır.
“Fakat gerçek şu ki, elbette kendi yüklerini, kendi yükle riyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durduk- ları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.”(10)
Yani kendi işledikleri günahların ağırlıklarını ve o ağırlıklarıyla beraber daha birçok ağırlıkları, başkalarını saptırmaya yönelik gayretlerinin vebalini de yük lenecektir.”(11)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.s.) “Kim İslâm’da iyi bir çığır açarsa, açtığı çığırın sevabına ek olarak, o yolda gidenlerin kazandığı sevaplar kadar sevap verilecektir. Kim de kötü bir çığır açarsa , açtığı çığırın günahına ek olarak o yolda gidenlerin günahları kadar günah yüklenecektir. Ancak bu diğerlerinin sevap ve günahlarını eksiltmeyecektir.”(12) buyurmuşlardır.
Nihayet Rabbimiz bizleri şöyle uyarmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.”(13)
Dinimiz İslâm’da dünya ve ahiret bir bütün olarak ele alınmış, ölümden sonraki hayatın aydınlık olması, yaşanan dünya hayatında sorumlulukların yerine getirilmesine bağlanmıştır. İşlenen kötülüklerin işleyenin yanına kâr kalmayacağı gibi, yapılan iyiliklerin de neticesiz, karşılıksız olmayacağı anlayışı Kur’an’da yoğun olarak işlenmiştir. Sorumluluk alanı içerisinde değerlendirilen ve iradeye dayalı olarak gerçekleştirilen her söz ve davranışın ahirete yönelik bir neticesi belirlenmiş, iyi olan tavsiye edilirken, kötülükten sakındırma temel prensip kabul edilmiştir.
Kendisi,ailesi,çevresi ve diğer varlıklarla olan münasebetlerinde birtakım görev ve sorumlulukları bulunan insan için, bunları reddetme veya kaçmanın yollarını aramanın anlamsızlığı yine Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır:
“Dediler ki, ‘hayat, ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir. Kimimiz ölür, kimimiz de yaşarız. Bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler.’ Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece zannetikleri gibi hüküm veriyorlar.”(14)
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”(15)
“Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar. Ne kötü hüküm veriyorlar.”(16) “Sizi boşuna yarattığımızı ve tekrar huzurumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız?(17)
Bu ve benzeri ayet-i kerimeler, dünya hayatına aldanmakta fayda yok dercesine insanlığı uyarmakta, sorumluluğun evrensel anlamda herkesi kuşattığını ifade etmektedir.
Kur’an’ın bize tanıttığı Allah, yarattığı her varlık ve olayı en ince ayrıntısına kadar bilmekte ve belirli bir amaç doğrultusunda var etmektedir. Anlamsızlığa, başıboşluğa, tesadüfiliğe asla yer yoktur. Sorumluluk duygusu ve davranış bilinci ise, insanın varoluş gayesinin esasını oluşturur. Bu açıdan Kur’an, söz ve davranışlarının dünya ve ahirete yönelik sonuçlarını düşünüp bilinçli hareket etme özelliğine sahip bi reylerden oluşan toplumların, iki cihanda saadeti yakaladıklarını yakalayacaklarını bize haber vermektedir.
1- Tekasür, 8.
2- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 9, s. 90, Akçağ Yay., Ankara-1995.
3- Tirmizi, Kıyamet, 1 (2419); İmam Nevevi, Riyazü’s-Salihin Terc. M. Emre, c.1, s. 309, h. no: 406, Bedir Yay., İst. 1974.
4- İlmihal I, Heyet, TDV İSAM Yay., s. 584.
5- Bakara, 286.
6- İsra, 15. 7- Zümer, 7.
8- Ankebut, 12.
9- Zilzal, 7-8.
10- Ankebut, 13.
11- Elmalılı, a.g.e., c.5, s. 564.
12- Müslim, İlim, 15; Nevevi, a.g.e., c.1, s.159, h. no: 172.
13- Haşr, 18-19.
14- A’raf, 54.
15- Nahl, 12.
16- Yunus, 5.
17- Nahl, 10-11