Usul-Ü Tefsir

Tefsir usûlü ya da İlmu Usûli't Tefsir, Kur'ân-ı Kerim'in insanlar tarafından anlaşmasına yardımcı olmak üzere onu,
06/03/2008


 insanların  zihinlerine,   akıllarına   yaklaştırma  çalışmaları diyebileceğimiz   tefsirin ve müfessirlerin   prensiplerini,   şartlarını   ve  çerçevesini belirleyen, tarihini   tesbit   eden ilim veya ilimlerin  hepsine birden verilen isimdir. Zaman zaman "Kur'ân ilimleri" (Ulûmu'l-Kur'ân) adıyla da anılmıştır. Hattâ ilk devirlerde Tefsir usûlü yoktur, Ulûmu'l-Kur'ân  vardır   ve   bu   iki   kavram   birbiri   yerine  kullanıla  gelmiştir.



     Tefsir usûlü, Allah kelâmı olan Kur'ân üzerinde her önüne gelenin beşerî bir takım arzu ve heveslerle  Kur'ân   lâfızları   üzerine yüklenilmesi   mümkün   olmayan manâlar yüklemeye kalkışması ve böylece   manevî   bir  tahrif   yoluna   gidilmemesi   için ortaya çıkmış ve duyulan ihtiyaç  ölçüsünde   gelişmiş   bir   bilim   dalıdır. Meselâ   Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta   iken  nasıl onun   dışında   herhangi   bir   insanın   tefsirine   ihtiyaç   duyulmamışsa   aynı   şekilde Tefsir usûlüne de ihtiyaç   duyan   olmamıştır.  Çünkü sahabe-i kiramın, Kur'ân'ın lâfızlarının delâleti üzerinde herhangi bir tereddüdü veya sorusu olduğunda hemen vahiyle desteklenmekte olan Peygamber'e müracaatla müşkilini halediyordu. Bu yüzden Asr-ı Saâdet'te tefsir usû-lü'nün varlığından   bile   bahsedilmemektedir.



     Ama  İslâm âleminin sınırları   genişleyip   Arap   olmayan   unsurların  da   İslâm'a    girmesiyle   H. II.  asırdan başlayarak tefsire duyulan ihtiyaç yanında, tefsirin kontrol altına alınması ve dolayısıyla   prensiplerinin   konulması,   bir   çerçeve   çizilmesi,  her   önüne   gelenin -bu arada sapık bir   takım mezheb sâliklerinin   kendi mezheblerini terviç eder mahiyette aslı astarı olmayan, herhangi   bir   ilmî ve şer'î dayanaktan yoksun- bir takım tefsir ve te'villerde bulunmaya kalkışmaması   için   bir   takım ön şartların tesbit edilmesi ihtiyacı da bunun peşinden ve kendiliğinden   ortaya   çıkmıştır.



    Dolayısıyla   tefsir    usûlü'ne ilişkin ilk eserler de, ilkönce tefsirlerin mukaddimeleri şeklinde olmak üzere zamanla müstakilleşerek ulaşabildiğimiz kadarıyla H. III. asırda kaleme alınmış olmalıdır.   Aynı   zamanda    meşhur    bir   mutasavvıf    olan    Haris el-Muhâsibî (öl. 243/857)'nin "el-Akl   ve   Fehmu'l Kur'ân"   adlı eseri bu sahadaki ilk müstakil çalışma olarak takdim edilmektedir.    Daha sonraları     Ali  İbn   İbrahim   el-Hûfi   (öl. 430/1038)   tarafından   kaleme alınan   "el-Burhân fi Ulûmi'l-Kur'ân"ına   bu   sahadaki   ilk   eserdir   diyenler de   vardır.



    Oldukça dağınık ve sistematik olmaktan uzak ilk çalışmalardan sonra tefsir Usûlü'nde ilk ciddî çalışma   herhalde   Ebu'l-Ferec  İbnu'l-Cevzî   (öl. 597/1200) tarafından yapılmış olmalıdır. Bu sahadaki   "Funûnu'l-Emân fi Ulûmi'l-Kur'ân" (Hasen Ziyâuddîn Itr tahkiki ile Beyrut 1408/1987) ile "Acâibu Ulûmi'l-Kur'ân" (Abdulfettâh Aşur tahkiki ile Kahire)   anılan   tefsir   usûlü  çalışmalarının ana kaynaklarından olması hasebiyle önemlidir.   Acâibu Ulûmi'l-Kur'ân ise daha sistematik olup Kur'ân   ilimleri onbir bâb'a ayrılarak incelenmiştir. Bundan iki asır sonra ez-Zerkeşî (öl. 794/1392)'nin   yazdığı,   "el-Burhân tî Ulûmi'l-Kur'ân"da   Kur'ân   ilimleri 47;  Suyûtî (öl.911/1506)'nin   en-Nikayesi'nde  55;  et-Tahbîr  fi Ulûmi't Tefsîr'inde 102 ve bu sahadaki en meşhur   eser   olan   el-itkan fi Ulûmi'l Kur'ân'ında 80;    İbn Akîle   el-Mekkî (öl. 1150/1737)'nin ez-Ziyâde  ve'l ihsan fi Ulûmi'l-Kur'ân adlı eserinde de 150 ilim olarak ele alınıp incelenmiştir (Abdulğafur Mahmud Mustafa Cafer, Dirâsât fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1987, s. 49-60; Ali Turgut, Tefsir Usulü ve Kaynaklarr, İstanbul 1991, s.13-43; Mennâ el-Kattân, Mebâhis fi Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire 1981. s. 8-10).



     Bu eserlerden   sonra   zamanımıza   kadar ve zamanımızda yazılan tefsir usûlü sahasındaki müstakil eserlerde herhangi bir yeniliğe rastlamıyoruz. Belki bir takım sivriler tarafından, anılan klasikleşmiş   eserlerdeki   bazı   ilimlerin reddedilmesi   veya   sınırlandırılması   veya   inkârı   gibi bir   takım   şaz   ve   genel   kabul   görmeyen   girişimler   söz   konusu   olabilmiştir.



    Bunların   dışında   tefsîr usûlü sahasında yukarıda anılan eserlerde söylenilecekler söylenmiş, genel hatlar çizilmiş, prensipler oturtulmuştur ve bu yüzden yeni bir şeyler söylemeye aslında pek gerek de   kalmamıştır. O halde yapılan  ve  yapılacak   olan   belki   bu  eserlerdeki   bilgileri   biraz daha   sistematize   etmek,   daha   kolay   anlaşılır ve istifade edilir hale getirmektir ki genelde yapılan  da  budur.



   Bütün bu çalışmalar   İslâm'ın   birinci   derecede   kaynağı   olan Kur'ân-ı Kerim'i tahriften korumak, ondan insanlığın istifadesini kolaylaştırmak ve daha yaygın hale getirmek gayesine yöneliktir.    Bu hizmeti yanında Kur'ân'a bakış açısını daraltmak ve Kur'ân'ı tefsire girişecek olanların   önüne   aşılması   oldukça   zor   görünen   engeller   koymak   suretiyle cesaretlerini kırmak   gibi   bir   fonksiyonundan da   bahsedilebilir.



    Ama  asırlar   boyu  süren tecrübeler, hem de Kur'ân'ı   ve   İslâm   şeriatını bozma veya yozlaştırma   çalışmaları   karşısında   tefsir usûlü âlimlerinin tesbit edip koyduğu ön şartlar da neticede   "Bir  müfessirde  olmazsa  olmaz"  özelliğine  sahip  şartlardır.



    Bu cümleden olmak üzere bir müfessirin   her  şeyden   önce   sağlam   ve   sağlıklı   bir   inanca sahip, müttakî bir mü'min olması, tefsire başlarken kendi şahsî arzu ve heveslerinden, indî düşüncelerinden kendini soyutlaması, tefsire ilk önce Kur'ân'ı Kur'ân'la tefsirle başlaması, onda bulamazsa  Hz. Peygamber'in hadislerine ve sünnetine, onda da bulamazsa sahabenin, sonra da tâbiûnun açıklamalarına müracaat etmesi, dil ve edebiyat olarak Arapçayı, Kur'ân'la ilgili usûl ilimlerini   çok   iyi   bilmesi   şart koşulmuştur. Son  zamanlarda  bir  müfessirin  bilmesi gereken ilimlere   tabii   bilimler  de  eklenmiştir.



    Bunun  yanında   tefsir   usûlü  âlimleri, müfessirin   âdabını da   şöyle   tesbit   etmişlerdir:  Kur'ân'ı tefsir  edecek  kişi hüsnüniyyet  sahibi,   tefsirden   maksadı fesat değil   Kur'ân'a   ve  İslâm'a   hizmet  olmalı, güzel  ahlâk sahibi,   İslâm'ın   amel   ve   ibadet   yönüne dikkat eden, doğruyu ve güzeli   arayan,   naklettiği   bilgilerde   dikkatli, alçak gönüllü, yumuşak huylu, hoş geçimli,  izzet    sahibi,   hakkı   açıkça   söyleyebilen,   tekellüfsüz,   vakarlı,   değerini   ve   ilmini   taşıyabilen ideal bir  müslüman   olmalıdır.   Konuşurken   veya yazarken ölçülü, kendisinden daha âlim olanlara öncelik   hakkı   tanıyıp   onlara saygılı olmalıdır.  (Menna  el-Kattan.  a.e.sh:293-296) 



    Ancak  bu  adaba  ve  şartlara  riayetten  sonradır  ki  Kur'an  Tefsirinde  hata  oranı  herhalde  azalacak,  buna  rağmen  vuku bulacak  hatalar da  beşeri  te'viller  olarak  tescil  olunacaktır."  (Bedreddin  Çetiner,  Şamil  İslam  Ansiklopedisi, sh:128)