Ödünç Özgürlükler
Özgürlük kavramı bu çağın en sihirli ve bir o kadar da sancılı kavramlarından biridir. Özgürlüğün sahici, kalıcı ve tatmin edici bir tanımı var mıdır? Bu kavramın içini nasıl dolduruyoruz? Bu kavramın bir omurgası var mıdır? Özgür insan bugün zihinlerde nelere çağrışım yapıyor? Gerçek özgürlük bir ütopya mıdır? Hakikat mıdır?
09/03/2009 - 16:35

 Özgürlük arayışına girerken veya özgürlük alanını genişletirken yeni tuzaklara düşme ve yeni tutsaklıklara yakalanma riski var mıdır?
 
Bir çırpıda bir dizi soru hemen zihnimize üşüşüyor… Peki bu sorulardan kaçabilir miyiz? Veya kaçmak doğru mudur?
 
Bu kavram çağdaş siyasal düşüncelerin merkezi kavramlarından biri olduğu doğrudur… Bir doğru daha var; özgürlük kavramının siyasal ve ideolojik bir içerik taşıdığı da göz ardı edilmemelidir. Diyeceğim o ki; her dinin, ideolojinin, sistemin, kültürün farklı bir özgürlük tanımı vardır…

Liberalizin tarihsel ve felsefi kökenine bakıldığında görünen şudur; tanımlanan “özgür insan”ın temelleri, onun Kilise’ye karşı başlattığı özgürlük mücadelesinde yatıyor… Yani dini, kutsalı hayattan uzaklaştırdığı ölçüde, insanın özgürlük arayışının anlam kazanacağını savunuyor…
 
Evet, Batılılar Allah’ın semaya çekilmesini isteyen, dolayısıyla insanı Allah’tan uzaklaştıran bir özgürlük tanımlamasında bulundular.. Hayata müdahil olmayan, yeryüzünün tasarrufunu “özgür insan”a bırakakn bir Allah tasavvuru revaç buldu…
 
Modernizm, kutsaldan âzâde olma çabasına düştü…
 
Popülizm, “her şeyin her şeye dönüşmesi”, yani ilkesizliğin ilke edinildiği bir kuralsızlık düzeni olarak hayat buldu. Bu bağlamda öne çıkarılan özgürlük söylemi aslında yeni bir “yaşam tarzı” öneriyor… İlahi kayıtlardan kurtarılmış bir hayat üzerinde duruyor…
 
Tam da burada bir özgürlük sapması ile karşı karşıya kalıyoruz… Bu açıdan Batının öngördüğü özgürlük; yanıltıcı, kışkırtıcı ve ayartıcıdır… Özgürlük başıboşluk olarak belirecekse, kişinin istediği her şeyi yapabilmesi olarak algılanacaksa burada durmak lazım… Çünkü bu farklı bir durumdur… Artık sorumluluk yoktur insan kendini sınırlayan bağlardan kurtulmuştur… Kendi başına buyruktur…
 
Bu durumda belirleyici ve sürükleyici olan “heva”dır… Sonuçta “hevasını ilâh edinen” her istediğini yapan kişi, kendini özgür görse de, gerçekte köleliğin çukurunda debelenmektedir…
 
Kendi özgürlük çukurunu kazan insan, hayvanlaşma serüvenini de başlatmış oluyor… İnsanın hayvanlaşma özgürlüğü olabilir mi? Oldu, işte! Bugün insan insanın kurdu değil mi? Modern çağ, “özgür insan” söylemi ile insanı kurtlaştırıyor…
 
Modern öncesi çağlara uzandığımızda ise şu öğreti ile karşılaşırız: “Nefsini öldür” Bu anlayış ise insanın mankurtlaştırmasına neden oldu…
 
Peki doğrusu nedir? Ne kurtlaşmak, ne de mankurtlaşmak yalnızca kardeşleşmek…

Ne sınırsız özgürleşmek, ne de nefsi öldürmek önemli olan “ol”mak yani olgunlaşmak… Varoluşunu anlamlandırmak…
 
Evet, özgürlük “ol”mak içindir… Yoksa haddini aşmak değildir…
 
Sınırsız özgürlük, sınırsız kötülük demektir… Özgürlük ifsada ve isyana neden olacaksa bu insanın kendisine de ihanettir.
 
Kölelikten özgürlüğe yol arayanlar zamanla özgürlüğün köleleri oldular… Özgürlük tutkusu yeni tutsaklıkların adresi oldu. Ali Şeriati’nin ifadesi ile özgürleşeyim derken doğa, toplum, tarih ve benlik zindanlarına takılı kaldılar…
 
Şimdi bizim neyin özgürlük, neyin (öz)körlük olduğunu netleştirmemiz lazım….

Kelami tartışmaların, felsefi kuşkuların, ideolojik saplantıların, despotik sistemlerin baskılarından kurtulursak vahyin yüce hedeflerine yoğunlaşarak özgürlükle ilgili yapay tartışmaları sonlandırabiliriz…

Öncelikle şunun altını kalın çizgilerle çizmek gerekir; Allah’a rağmen bir özgürlük savulamaz.
 
Allah’tan bağımsız hayatlar bayağı hayatlardır…
 
M.İkbal’in ifadesi ile: “Yalnız ve yalnız Allah’a bağlanan kişi, diğer bütün bağları atmış ve onlardan kurtulmuştur.”
 
İslam’ın özgürlük tanımı “teklif”i yok saymaz… evet, özgürlükler “görevi” kaldırmaz… Yani biz öncelikle mükellefiz, yeryüzünde görevliyiz… Bir emanet yüklenmişiz… Bir ahdü misakımız var… Kul kapsamında özgürlüğü tanımlarız… Çünkü biz Abdullahız…
 
Müteal değerlere yaslanan, vahiyden beslenen ulvi bir özgürlük… İşte Şari böylesi bir özgürlüğü yüceltmiştir…
 
Teklifin temelinde akıl ve özgür irade vardır… Bu teklifin (sorumluluğun) şartıdır. Akıl ve özgürlüğü olmayana siz neyi, nasıl teklif edebilirsiniz?

Kısacası, özgürlükle sorumluluk birbirinden ayrışmaz… Kullukla çelişen vahiyle sağlaması yapılmayan bir özgürlük bizce savunulamaz…

Biliyoruz ki, Allah insanın toprağına kendi ruhundan üflemiştir… İşte özgürlüğün mayası bu ruhtur… Bu yönü ile özgürlük Allah’ın insana bir ihsanıdır… Bu ruhu kirletenler özgürlüğü taşıyamazlar… Zaten ruhunu özgürleştiremeyen hayatı hiç özgürleştiremez…

Bu gerçekten hareketle önce fıtratı özgürleştirmeliyiz… Ve özgürlük talebimiz fıtrata uygun olmalıdır…

İnsanı insan kılan bir özgürlük, insan kalma sınırları içinde gerçekleşecektir…

Ahlaki temelleri olmayan bir özgürlük saptırır… Özgürlük diye diye ahlakı katleden modern çağın sefahat ve zilleti bu gün içler acısı… Aynı şekilde adalet ile temellendirilmeyen özgürlüklerde inanlık için tehdit oluşturuyor…
 
Said Halim Paşa özgürlüğü; insanoğlunun hakikati arama ve adaleti gerçekleştirme yolundaki çabaların semeresi olarak görüyor…

Doğal olarak iç güdülerine, arzularına, bedenlerine köle olanlar bu özgürlüğü anlayamazlar… Kendini, aklını, bilgisini mutlaklaştıranlar da aşkın gerçeklere kendilerini kapatmış olurlar…
 
İslam, akıllara, ruhlara, bedenlere vurulan –hangi gerekçe ile olursa olsun- insanı, insana kul yapan zincirleri kırmak için gelmiştir…

Dün köleleşen insanların elinden tutan İslam’dı… Bugünde robotlaşan insanı, insanlaştıracak olan yine İslam’dır…
 
İslam’ın sunduğu özgürlük ufku, bu günkü beşer havsalasının çok üstündedir…
 
Şimdi Hz. Peygamber (sav)in kendi gününde ve evinde gerçekleşen şu olayı anlamaya çalışalım…

Mekke panayırında Hz. Hatice tarafından köle olarak satın alınan Zeyd b. Harise bilahare Rasulullah’a armağan edilir… Artık o Peygamberin mahiyetindedir… Zeyd İslam geldiğinde ilk iman edenler arasındadır…
 
Zeyd’in babası Harise oğlunu bulmak için diyar diyar gezip iz sürmektedir… Nihayetinde Zeyd’in Mekke’de, Hz. Muhammed’in yanında olduğunu öğrenir, oğlunu satın almak, özgürlüğüne kavuşturmak için Efendimize başvurur. O’nun Harise’ye verdiği cevap tam bir sürpriz, güzel bir müjdeydi…
 
Zeyd çağrılır… Babasını ve amcasını tanımıştır… Rasulullah (sav):
 
 “İstiyorsan baban ve amcanla kavmine dönebilirsin, dilersen yanımda kalırsın.”
 
Zeyd hiç tereddüt etmeden cevabını bildirir:
 
“Ben sana hiç kimseyi tercih edecek değilim. Babamda sensin, amcamda sensin.”
 
Zeyd özgürlüğü anayurdunda, baba ocağında, öz yuvasında aramadı… Kendini Rasulullah’ın yanıbaşında buldu… Şimdi Zeyd’in bu tutumuna ne diyeceğiz? Özgürlük mü, kölelik mi? Belki Zeyd hukuki olarak köle statüsündedir ama hakikatte özgürlüğün zirvesinde durmaktadır…

 Nitekim, Hz. Yusuf (as)da sarayda bulamadığı özgürlüğü zindanda bulmuştu:

“(Yusuf) Dedi ki: ‘Rabbim zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir.” (Yusuf- 33)

Ashab-ı Kehf zorba güçlere zilletle boyun eğmektense yollarını ayırıp mağaraya sığındılar… Özgürlük uykusuna yattılar…
 
Hz. Nuh (as) özgürlük gemisini inşa etti… Gemiye binenler özgürdü, geride kalanların nasibi ise helaktı…
 
Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)ın Mekke’de inşa ettiği ev; Beytü’l- Atik’di… Yani özgürlük evi… O günden bu güne her kıble buluşması bir özgürlük eylemi değil midir?
 
Bir şey daha ekleyelim; bizim mücadelesini vereceğimiz özgürlük; sadece bu dünya ile sınırlı değildir, ebedi tutsaklıktan da bizi kurtaracak bir yeterlilikte olmalıdır…

Ebedi tutsaklığın ismi cehennemdir…
 
İşte bu iki hayatı özgürleştirmenin yolu ise; sonsuz ahiret hayatını dünya metaına tercih etmekten geçiyor… Tercihi ahiret olanlar bu savaşımı verebilirler… Yoksa yeryüzüne çakılı kalanların üstesinden gelebileceği bir konu değildir…
 
Özgürlük beden ister…
 
Bu iş salt söylem işi değil… Sloganla çözülecek mevzu hiç değil… Bu bir hak ediştir… Yoksa ödünç özgürlükler… İthal özgürlükler… Bağışlanmış, bedelsiz özgürlükler aldanıştan gayrı bir anlam taşımazlar… Zaten özgürlük verilmez, alınır…
 
Tepeden inme kararlarla verilmiş hiçbir özgürlük ne mümkün, ne de gerçektir… Ödünç özgürlüklerin önümüzü açmayacağı bilinen bir gerçek iken, hala özgürlük mü dileneceğiz yoksa gasp edilen haklarımızı elde etmek için direnecek miyiz?
 
Cihadın temel amacı yeryüzünde tüm fitneci, baskıcı, şer otoritelerini bertaraf edip insanların İslam’ın himayesinde özgürce dinlerini yaşama hakkını sağlamak değil midir? Aksi taktirde cihad ne bir saldırı, nede bir savunma sistemi değildir…
 
Hidayeti ve hakikati insanlara ulaştırma da engelleri aşmak için bir özgürlük mücadelesi kaçınılmazdır…

 Bu bakımdan fetih işgalden farklıdır… Fetih insanlara bir özgürlük koridoru açmaktır…
 
Zaten tevhidin açılımı da bunu içermiyor mu? “La ilahe illallah” bir özgürlük paradigması sunuyor…
 
“La” ile Allah dışındaki tüm referansların hükümsüzlüğü deklare ediliyor… Tanrılaşan, tağutlaşan, azgınlaşan tüm ceberrut otoriteleri yok saymaktır…
 
Müslümanların bu gün özgürleşme, özgünleşme, özneleşme sorumluluğu daha ciddi bir zarurettir… Çünkü çoğu zaman özgürlüğü savunan zihin özürlü… Neo-liberalizm Müslüman zihne musallat olmuş, dönüştürüyor…
 
Yeni bir din anlayışı sürekli işleniyor; sınırları, sabiteleri, hayata müdahalesi olmayan yasaksız bir din pazarlanıyor… Her türlü yeniliğe, farklılığa, aykırılığa açık bir din… Herkesin dilediği gibi yorum yapabildiği, fıkıh ürettiği bir mecraya zemine kaydı… Fıkıhsız bir toplum, fakihsiz bir din anlayışı türedi…

Ahkama, cihada yer yok… Piyasa kuralları, statükonun yasaları geçerli… Bu arada “hududullah” flulaşıyor…

 Bireysel özgürlükler kutsanırken, müşterek sorumluluklar unutuluyor… “Sevgi dini” üzerinden sergilenen dinin içini boşaltma operasyonları sürüyor…

 Muhalif damarı alınan uyuşumcu karakterler şerle de, şeytanla da mutabakat sağlama becerisi gösterebiliyorlar…
 
Dini ne olduğundan kolay, ne de olduğundan zor gösterme hakkımız yok… Her konu ve kavram İslam’ın bütünlüğü içinde ancak yerli yerine oturur…

Şayet, İslam ile yaşadığımız yerleşik hayatta kendimizi rahatlatmak istiyorsak, buna yönelik çağdaş yorum arayışlarımız olacaksa, unutmayalım ki, bu hayatın sonrasında bizi bekleyen başka bir hayat var… Birde hesap … Hülasa özgürlük; kural tanımazlık ve değerlerden azade olmak değildir…
 
Şimdilerde özgürlük sorununun çözümü; Tih’ten çıkış mıdır?

 Evet, özgürlük ve onur Musa’nın izini sürmek midir, yoksa Mısır’a dönmek midir?

 Özürlü değil, özgün bir özgürlük için şuurumuzu yoklayalım, şiarlarımıza dönelim…
 
Çünkü özne ve öncü olabilmek için önce özgür olmak gerekiyor...