Bu gün yeryüzünün hangi alanlarda nasıl ifsad edildiği, bunda kimlerin daha çok parmağının olduğu konusunda yapılacak araştırmalar, gözler önüne dehşetli manzaralar, ibretli sahneler serecektir. Süslü kelimelerle dile getirilen hak, hukuk, hürriyet ve adalet sözlerinin gerisinde dünyada nelerin yaşandığı, nelerin cereyan ettiği artık saklanamaz hale gelmiştir. Kelimeler, vahşetleri örtmeye şimdiden yetmiyor… Rabbimizin sayısız nimetlerle donatıp hizmetimize sunduğu dünyanın kendisinin bile nasıl bir çılgınlığa, zulme kurban gitmenin eşiğine geldiği de gözler önündedir. Geline nokta bu gün zalimleri bile korkutur, ürkütür hale gelmiştir. Çevre kirliliğinin dillerde dolaşır hale geldiğini bir gerçektir. Ancak ondan daha tehlikeli noktalara yükselen bilgi, duygu, ölçü kirliliği üzerinde fazla durulmadığı, düşünülmediği, dillendirilmediği de bir başka gerçektir… Konuya bu kadar geniş bir açıdan girmeyi tercih edişim kısa bir hatırlatışla da olsa zihinlerimizin bu alanda tefekkür ufuklarında dolaşması arzusudur. Bizim bu satırlarda asıl söylemek istediğimiz ise yuvalarımızla ilgili birkaç kelime, üç nasihattir: 1 - Anne ve babalar evinizin, kendinizin ve çocuklarınızın maddî, manevî temizliğine dikkat edininiz. Rabbimizin, Rasûlü'ne ilk emirlerinden olan şu emirleri ibret ve tefekkürle değerlendiriniz: "Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve insanları hakka uyandır. Sadece Rabbini yüce tanı. Temiz tut elbiselerini. Yüz çevir, uzak dur, terk et putları, bütün kötülükleri ve bâtıl zihniyetleri. Çok görüp başa kakma yaptığın iyilikleri! Ve Rabb'in için sabret, göster sebatını …" (Müddesir 74/ 1-7) Bu âyetlerde tebliğ emri var, tevhid vurgusu var, dış temizlik var, iç temizlik var, güzel ahlâka irşad var ve inanılıp gönül verilen davada sabr ve sebat var… Hıra Dağı'nda nazil olan âyet-i kerîmeler "Yaratan Rabb'inin adıyla oku!" emriyle başlıyordu. Bunu "İslâm' ın ilk emri Oku! emridir," diye biraz eksiğiyle sık sık tekrarlıyoruz. Ancak bilmemiz gereken bir gerçek daha vardır. Hıra'da nazil olan bu ilk âyet-i kerimelerden sonra bir süre vahyin gelişi durmuş, daha sonra yukarıda zikredilen Müddesir Sûresinin ilk âyetleri nazil olmuştur. Yeni emirler ve irşad gelmiştir. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse "Yaratan Rabb'inin adıyla oku!" emrinden sonra hak davayı tebliğ ve maddî-manevî temizlik emirleri nazil olmuştur. Dolayısıyla iç ve dış temizlik İslâm'ın ilk emirlerindendir. Tevhid inancının safiyet ve berraklığının, ona zarar verecek kirlerden, bulanıklıklardan uzak olmasının son derece mühim olduğunda şüphe yoktur. İki cihan saadeti temelde buna bağlıdır. Onunla iç içe zikredilen dış temizliğin ehemmiyeti de gözlerden ve gönüllerden kaçamamalı, ihmale uğramamalıdır. Bedenimizin, elbiselerimizin, evimizin, eşyamızın temizliği de bu temizlik çerçevesindedir. Bu âile fertlerimizin sağlık ve sıhhati, huzur ve saadetimiz için de son derece lüzumludur. Kısaca mü'minin bedeni, elbisesi, evi, iş yeri, bulunduğu ortam temiz olmalıdır. Görenin gönlüne ferahlık verecek derecede temiz… Elbise veya ev temizliği denilince de lüks ve pahalılık anlaşılmamalıdır. Sadeliğin kendine ait bir güzelliği ve olgunluğu vardır. Temizlik, pahalılık ve lüksten çok farklı bir şeydir. Temizlik mü'minin şi'ârı olmalıdır. İslâm’ın emri budur. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin çevresinde bulunan ashabına söylediği şu sözler bizleri dış görünüşe dikkat, tertip, düzen ve temizlik konusunda irşad edicidir: "Siz kardeşlerinizin yanına geliyorsunuz. Güzel elbiseler giyin. Binekleriniz, üzerlerindeki eğerleriniz, semerleriniz, yükleriniz de düzgün olsun. Kendinize öyle dikkat edin ki, diğer insanların içinde vücuttaki güzel ben gibi göze çarpıcı ve güzel olun. Şüphesiz Allah çirkinliği, kötülüğü sevmez; çirkinleşmeyi de sevmez." (2) Bir mü'min her zaman ve her yerde, giyiminin düzgünlüğü, endamının uyumluluğu ve davranışlarının olgunluğu takdir toplamalıdır. Esasen mü'min her şeyiyle güzel olmalıdır. Davranışlarıyla, cana yakınlığıyla, kullandığı kelimelerle, ifade gücüyle, taşıdığı niyetle, güler yüzüyle, güzel giyimiyle… Sadelikte güzelliği yakalayışıyla, zevk anlayışıyla, fıtrata güzel gelen şeyleri seçiciliğiyle, yakalayışları ve vurgularıyla takdir edilir, dostluğu istenilir ve arzu edilir bir insan olmalıdır. Aynı şey evi için de geçerlidir. Evler düzenli, temiz ve hijyenik olmalıdır. Elbette çocukların hali ve çocuklu evlerin durumu bilinir. Ancak bu ihmale sebep gösterilmemeli, evde sıhhatli bir ortamın daima varlığı korunmaya çalışılmalıdır. Bu, kendimiz ve çocuklarımız için son derece lüzumludur. * "Temizlik İslâm’ın şi'ârıdır," dedik. Abdesti düşününüz, değişik vesilelerle emredilen guslü, diğer taharet emirlerini, hele de dişlerin temizlenmesini, yani misvağı ve misvak ile ilgili teşvik edici hadisleri, Efendimizin dişlerini misvak kullanmadaki devamlılık ve dikkatini, ümmetini bu yönde ısrarlı teşvikini düşününüz. Bir şeyi daha düşününüz. Daha dün temizlik nedir bilmeyen, taharet nedir anlamayan, halen de asıl ruhunu yakalayamayan batılılardan temizlik ve düzenlilik dersi alır, onlara imrenir hale geldiğimizi… Daha doğrusu neler kaybettiğimizi ve ne hale geldiğimizi… Evlerimiz bizim ve çocuklarımızın en çok vakit geçirdiği, oturduğu, yattığı, kalktığı, gülüp oynadığı, yuvarlandığı, namaz kıldığı, yemek yediği yerdir. Yuva bizim yuvamızdır. O, bizlere yakışır şekilde olmalıdır. Bu eşyanın varlığıyla değil bizim duygu ve hassasiyetimizle ilgili bir konudur. * 2 - Babalar, âilenizin nafakasını helal yoldan temin ediniz ve bunun da bir ibadet, bir ecir ve mükafat yolu olduğunu biliniz. Allah Rasûlü'nün hizmetinde bulunan Sevbân (r.a.) rivâyet ediyor: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "En fazîletli dinar, bir insanın kendi âilesinin nafakası için sarf ettiği dinardır. Allah yolunda cihad için bineğine sarf ettiği dinardır. Allah yolunda cihad eden arkadaşlarına sunduğu dinardır." (3) Bir insanın helalinden rızk kazanarak evine getirmesi, hanımının ve çocuklarının nafakasını Allah rızasına uygun bir şekilde temin etmesi, onlara izzetli ve şerefli bir hayat sunması elbette ecri hak eden bir davranıştır. Bu asil ve nezih davranış asla hafife alınmamalı, küçümsenmemelidir. Nitekim hadisin rivâyet zincirinde yer alan Ebu Kılâbe (rh.a.) şöyle der: "Küçük çocukların nafakasını temin eden, onları başkalarına muhtaç olmaktan, başkalarının mallarına göz dikmekten kurtaran, onları koruyan, onların yetişip faydalı insanlar olmaları için Allah'ın vesile kıldığı, çocuklarının ihtiyacını gideren bir insanın ecrinden daha büyük bir ecir nasıl olur ki?" (4) İnsan yavrusu diğer canlıların yavrularından farklıdır. Onun anne ve babaya diğer canlıların anne ve baba ihtiyacından daha fazladır. Belli bir çağa erinceye kadar anne ve babasının nafaka teminine, sevgi ve sıcaklığına ihtiyacı vardır. Onlar olmadan hayat basamaklarını tırmanamaz. Bir geyik yavrusu doğduğundan birkaç dakika sonra ayağa kalkar, yürümeye, çok geçmeden de koşmaya başlar. Bir ördek yavrusu doğuştan yüzmeyi bilir. Onların anneye ihtiyacı olsa bile bu ihtiyaç fazla değildir. Babaya ise hiç ihtiyaç duymazlar. Kuş yavrularının çoğu gıda ve korunma için anne ve babaya muhtaçtırlar. Balık yavruları çok defa anne, babasını görmezler. Hayatını devam ettirmek için onlara ihtiyaçları yoktur. Fakat insan yavrusunun anne ve baba ihtiyacı gerçekten büyüktür. Yaratılışları da buna uygundur... Ayrıca evin hanımının da erkeğinin sunacağı nafakaya ihtiyacı vardır. O, bu sayede üzerine düşen annelik ve hanımlık görevlerini tam yapabilir. Elbette ki ona gönül huzuru ve sevgiyle sunulacak nafaka kişiye ecir kazandırır. Allah Rasûlü (s.a.v.); "Bir Müslüman âilesi için nafaka temin eder ve Allah katında sevab ümid ederek bunu âilesine sunarsa, sunduğu nafaka sadakadır, onun gibi ecir alır," (5) buyurur. Sa'd İbn Ebî Vakkas'tan (r.a.) gelen bir rivâyet daha geniş mânâlıdır ve hanımların nafakasıyla ilgili daha net vurgu taşır: "Bir mü'min Allah rızasını arzulayarak sarf ettiği her nafakadan ecir alır. Hatta hanımının ağzına koyduğu lokmadan bile ecir alırsın." (6) Âile sorumluluğunu yüklenmiş bir insanın hanımına ve çocuklarına üzerinde başkalarının hakkı olan haram para, haram parayla alınmış gıda götürmesi büyük bir şuursuzluk, gerçek bir nankörlüktür. Başkalarının acı ve sıkıntılarının, göz yaşları ve bedduâlarının üzerine saadet kurulmaz. Kumardan gelen paralar, nice hanelerin yıkılmasına, nice insanların nafakasızlık çekmesine sebep olan paralardır. Alın teri, göz nuru taşımayan paralardır. İçki satışından gelen paralar nice yuvaların içini huzursuzlukla dolduran, nice küfür, isyan ve çirkin sözlerin dile gelmesine sebep olan paradır. Nice yuvalarda zulüm ve baskının sebebi olan paradır. Nice suçların, iğrençliklerin kaynağı olan paradır. Âilesinin ve çocuklarının nafaka hakkı olan bir parayı içkiye, kumara, haram yollara veren insanlar da bunun hem dünyada, hem de mîzan gününde acı ve azabını göreceklerdir. Bar, pavyon, meyhane açanların, kötülük ve çirkeflik için merkezler kuranların, içki büfelerini, kumarhaneleri kazanç kaynağı kabul edenlerin nasıl bir duygu, nasıl bir şuur taşıdıkları üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Fakirlikten dem vurup evine, çocuklarına bir kilo elma götürmeyen nice insanların parklarda ağaç ve çalı diplerine oturup bir taraftan sigara dumanladığını, diğer taraftan rakı, bira içtiğini az görmüyoruz. Ev mahremiyetlerini de hiçe sayarak evlere sızan ve başkalarının can ve mal emniyetini tehdit eden hırsızlar, her gün yeni bir saldırısı dile getirilen kapkaççılar, cepçiler ve çantacılar bunu nasıl bir kazanç kabul ediyorlar?.. Nasıl bir kalp, nasıl bir vicdan taşıyorlar, hangi duygularla ve nasıl yetiştiler, âkıbetleri ve âhiretleri hakkında ne düşünüyorlar?.. Yoksa bütün duyguları bastırıp şeytanlıkları hakkında hiçbir şey düşünmek istemiyorlar, düşünmekten kaçıyorlar mı? Elbette şu dile getirilenlerden daha iğrenç, daha zalimce ve daha büyük kazanç yolları da var. Tasvirinden bile hoşlanmadığımız yollar. Kazançlarını çirkin temeller üzerine oturtanların, binlerce insanı günaha sürükleyerek bundan kazanç temin edenlerin ve itibar görenlerin varlığı bilinen bir gerçek… Bunları birkaç saniyeliğine de olsa gözlerinizin önünden geçirin. Yuvalara helal kazanç taşımanın nasıl bir nimet olduğu üzerinde tefekkür edin, kire, pasa, çamurlara ve necasete bulaşmamak için gayret edin, helal kazanç için çırpının, veren Allah'a hamd edin, şükredin, bereketi için duâ edin… Çocuklarınıza az da olsa helal lokma getirmenin gururunu ve şuurunu yaşayın. Onlara da bu şuuru aşılayın. * 3 - Kanaatkâr olunuz. "Kanaat tükenmez bir hazinedir" denilir. O gerçekten tükenmez bir hazinedir. Bunun içindir ki Allah Rasûlü (s.a.v.); "Gerçek zenginlik mal çokluğundan kaynaklanan zenginlik değil, insanın gönül zenginliğidir," (7) buyurur Abdullah İbn Amr İbn Âs'ın (r.a.) naklettiği bir hadiste: "Müslüman olan, yetecek derecede rızıklandırılan ve Allah tarafından kendisine verilen nimetlere kanaatkâr kılınan kimse felaha ermiştir," (8) buyrulur. Dünyalık ve makam hırsı insanı bir çok hataların içine sürükler ve dostlarından eder. Âile yuvalarındaki kanaatsizlik yuvaları huzursuz, âile fertlerini tedirgin, güneşli günleri bile karanlık eder. Gönüllerde yeşeren birçok güzel duyguyu siler, hissedilemez hale getirir. Birçok yuvanın dağılma sebebidir. Allah Rasûlü (s.a.v.); "Yazıklar olsun altına, gümüşe, kadifeye, ipekli kumaşlara kul olanlara! Onları elde edince hoşlanıp, elde edemeyince razı olmayanlara!" (9) buyurur. Bütün bunlara rağmen dünyalık ve makam hırsının günümüzde giderek arttığını, kanaatsizliğin gönülleri kapladığını, bir çok huzursuzluğun ve geçimsizliğin kaynağı haline geldiğini, insanları heves ve arzuları peşinde sürüklemeye başladığını görüyoruz. Hırs kolay kolay aşılmaz bir çöldür, içinde tedbirsiz ilerledikçe susuzluk ve ihtiyaç artar, susuzluk ilerledikçe seraplar görülür ve peşinden koşulur, koşular susuzluğu artırır… Sinirler gerilir, zayıf iradeler çözülür… Var olana rıza göstermek, alın teriyle kazanmak, helal lokma yemek, helal giyinmek, barınacak bir yeri olmak, elde edilen nimetlere şükretmek dünyanın daha güzel görünmesine, saadet duygusunun gönle yayılmasına vesiledir. Bu insanların âile yuvalarına giren her yeni eşya sevinç kaynağı olur… Bu gün evleri doldurup neredeyse ev içinde ev sakinlerine yer bırakmayan eşyanın çeşnisini düşününüz. Onlar için yapılan masrafları, edinilen borçları, çekilen sıkıntıları… Rahat ve konfor için sıkıntı, tedirginlik ve sıhhat kayıplarını… Hiç de bir birine uygun olmayan duygu ve arzuların yan yana gelişi, iç içe yaşayışı… Yeni kurulan yuvalar için artık gerekli kabul edilen, olmazsa olmazlardan sayılan eşyanın bir listesi yapılsa kaç kalem tutar dersiniz?! Oturma odası takımı, yatak odası takımı, koltuk takımı, mutfak eşyası, bardak, tabak, fincan, tencere takımları, çamaşır, bulaşık makinesi, buzdolabı, ocak, fırın, ütü, televizyon, dolaplar ve daha neler neler… Sonunda düğün borçları ve bu kadar eşyanın bedelini ödemek için çekilen sıkıntılar… Bu yüzden zorlaşan evlilikler… Eşya alınırken yapılan kavgalar, gönül kırgınlıkları ve küskünlükler… Bunları tenkitten çok üzerinde biraz durup düşünmemiz için dile getirmeyi tercih ettik. Çok derinlere dalıp gitmeden bir şey hatırlatmak istiyoruz: Yeryüzünde kurulan yuvaların en güzellerinden biri Hz. Ali ile Hz. Fatıma' nın kurduğu yuvadır. Şimdi Hz. Ali'yi dinliyoruz: "Rasûlullah'ın (s.a.v.), Fâtıma (r.a.)'ya hazırladığı çeyiz, bir elbise bohçası, bir su kırbası ve içi izhir otuyla doldurulmuş bir yastıktan ibaretti." (10) Bu çeyiz listesi elbette ki bağlayıcı değildir. Ancak bizlere çok şey anlatıyor olmalıdır. Biz onun ifade ettiği mânâ üzerine ayrıca söz söylemek istemiyoruz. Bilinmesini, üzerinde düşünülmesini ve içinde bulunduğumuz kanaatsizliğin, aşırı taleplerin bir muhasebeden geçirilmesini arzu ediyoruz. * Bir insan dünyalık konusunda kendisinden daha zor durumda olan insanlara, amel ve takvâ konusunda daha iyi durumda olanlara bakmalıdır. Aşağıya bakıp şükretmeli, muhtaçlara yardım elini uzatarak sıkıntılarını azaltmaya çalışmalı, üste bakarak gıpta etmeli, manevî duygular, takvâ ve güzel hasletler konusunda kendisinden daha iyi olan insanlarla salih amellerde, Allah'ın rızasını, af ve mağfiretini elde etmede tatlı bir yarışa girmelidir. Bu kendisini, kendisiyle beraber bu yarışa ortak olan âilesini de yüceltir, onlara da değer kazandırır. Zikr-i Hakîm'in irşadına kulak veriniz: "Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırladığı genişliği gökler ve yer kadar olan Cennete koşun. O takvâ ehli insanlar ki, bollukta da, darlıkta da infakta bulunurlar, öfkelerine hakim olurlar, insanları affedicidirler. Allah güzel ameller ve davranışlarda bulunanları sever." (Âl-i İmrân 3/ 133-134) Dünya fânîdir. Her nefis ölümü tadacaktır. İnsan bu hayattan gelip geçen bir yolcu gibidir. Üstelik o geçtiği saatlerden, dakikalardan, aylardan, yıllardan bir daha geçmesi mümkün olmayan bir yolcudur. Dünyaya ve dünyalığa tutulma, heva ve heveslere, hırslara ve iştahlara esir olma, bütün emel ve ümitleri dünyaya bağlama fanîlik açısından bakıldığında kadar mânâsızdır… Ancak dünyada hayat yolculuğu yapan bir insan aynı zamanda bu yolculuğuyla ebedî saadeti kazanan veya kaybeden bir yolcudur. Bu üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir bakış açısıdır. Hayat yolculuğuna bu açıdan bakıldığında o ne kadar kıymetli, ne kadar büyük bir fırsattır. Çünkü âhiret hayatı bu hayata bağlıdır. Her saati, her günü, her yılı ayrı bir kıymet taşır. Boşa harcanması gerçekten büyük bir kayıptır. Batıla harcanması ise gerçekten büyük bir aldanış, gaflet ve düşüncesizliktir. Bütün insanlara yöneltilen şu ilahî ikazı tekrar tekrar okuyunuz ve tefekkür ufuklarında dolaşınız: "Ey İnsanlar! Allah'ın vaadi haktır, mutlaka gerçekleşecektir. Dünya hayatı sizleri aldatmasın. Görevi aldatmak olan Şeytan da Allah yolunda sizleri kandırmasın. O, sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman olarak bilin ve öyle tanıyın. O, kendi peşine düşenleri, onun safında yer alanları sonuçta çılgın alevlerle kaynayan Cehennem ehlinden olmaya çağırır. İnkar eden, küfür bataklığını tercih edenler için şüphesiz şiddetli bir azab, iman edip, salih ameller işleyenler için de Allah'ın mağfireti ve büyük bir mükafat vardır. (Fâtır - 35/ 5-7) Dünyanın fanîliğini biliniz, kıymetini idrak ediniz. Zamanınızı boş şeyler uğruna harcamayınız. Hayatta ve âile yuvanızda kanaatkâr olunuz. Ömrünüzü, dostluğunuzu, âilenizi, akrabalık bağlarınızı dünya ve âhiret saadetinizi hırslar, nefis arzuları peşinde koşarak heba etmeyiniz. Sadeliğin, tabiîliğin, Rabbimize teslimiyetin, gönle yerleşen manevî duyguların ve yeşeren ümitlerin güzelliğini yaşayınız. Dünyalık içinde yaşayanların çoğunun daha fazlasına ihtiyaç duyarak yaşadıklarını, muhtaçlık hissini kalplerinden silemediklerini, gerçek zenginliğin gönül zenginliği olduğunu unutmayınız. Rabbimizin bahşettiği imkânlara şükrediniz ve onları Allah'ın helal çizgileri içinde değerlendirerek daha kıymetli bir kazanç elde ediniz. Teslimiyetinizin huzur, şükrünüzün bereket, azminizin muvaffakiyet getireceğini unutmayınız… İç dünyamızın sağlamlığı dış dünyayı sağlamlaştıracak, âile yuvalarının sağlamlığı cemiyeti ve milleti canlandıracak, güçlendirecek, hedef ve gayesi ifsad olanların emellerini boşa çıkaracaktır. * 1-Bak: Fatiha Sûresi, Âyet 7, Bakara, Sûresi, Âyet 61, 90, Âl-i İmrân, Sûresi, Âyet 112, Mâide Sûresi, Âyet 60, 64. 2-Bu hadisi Ebu Dâvud Sünen'inde, Libas (4/ 349-350), İmam Ahmet, Müsned'inde (4/ 180), Hâkim, Müstedrek'te, Libâs (4/ 183) rivâyet eder. 3- Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 691- 692, Hadis No: 994) 4-Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 692) 5- Sahih-i Buhârî, İman (1/ 362), Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 695, Hadis No: 1002) Hadisi Ebu Mes'ûd el-Bedrî (ra) rivâyet eder. 6-Hadis müttefekun aleyh olan bir hadistir. Sahih-i Buhârî, İman (1/ 365), Sahih-i Müslim, Vasıyye (3/ 1251) 7-Hadis müttefekun aleyhtir. Sahih-i Buharî, Rikak (19/ 11), Sahih-i Müslim, Zekât (2/ 726) 8-Sahih-i Müslim, Zekât (2/ 730) 9-Sahih-i Buhârî, Cihad (11/ 419-420) 10-Sünen-i Nesâî, Nikah (6/ 135) |