MUHABBETULLAH (ALLAH SEVGİSİ) 1 |
“Ger ejderhâst der reh/ Aşk-est çun zümurrûd/ Ez berk-ı in zümurrûd hîn def'-i ejderhâ kon! (Yolu ejderha kesti ise, aşk zümrüt gibidir/ Zümrüdün ışıltısını ejderhânın gözüne yönelt! Zümrüdün parıltısı ile ejderhayı def'et!) |
16/02/2009 - 23:26 |
Muhebbet ne demektir? ‘Hubb’ kökünden gelen bu kelime genellikle ‘buğz’un zıddıdır. (İbni Manzur, Lisanü’l-Arab, 4/6) ‘Meveddeh ve vûdd’ gibi ‘sevgi’ anlamında kullanılmaktadır. Muhabbet, seveni kendinden geçirecek ölçüde ileri seviyede sevgidir. Kişini iyi ve güzel bildiği şeye karşı olan meylidir. Muhabbetin gerek insanlar arasında, gerek Allah’a karşı, gerekse dinî emir ve yasaklardın yerine getirilmesinde önemli bir rolü vardır. Bundan dolayı Kur’an’da üzerinde durulan bir konudur. Sevgi olmazsa, ilgi olmaz. Sevgi olmazsa sorumluluk olmaz. Sevgi olmazsa hurmet (saygı) ihtiyacı duyulmaz. Sevgi olmazsa fedakârlık, iyilik, ihsan etme, merhamet, yardım, affetme, diğergâmlık (kendine tercih etme), itibar etme, değer verme olmaz. Muhabbet Kur’an’da bir âyette geçiyor: “Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik: Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.” (Tâhâ, 20/38-39) Seksenbir âyette ise ‘hub/sevgi’ ve bu kökten türeyen isim ve fiiller yer almaktadır. Mesela; “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça "iyi" ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âli İmran, 3/92) “O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âli İmran, 3/134) “Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Âli İmran, 3/140) Aynı kökten gelen ‘habîb’ sevilen kişi, dost, sevgili, meyledilen kimse; ‘ahbab’ ise çoğul olup sevilen insanlar, dostlar demektir. Yine aynı kökten gelen ‘habbe’ tohum, tane demektir. Kur’an’da beş yerde geçmektedir. “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane (tohum) gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir.” (Bakara 2/261) Muhabbet kelimesinin ‘habbe’ tohum ile aynı kökten gelmesi de sevginin tohum gibi üretilebilir, çoğaltılabilir, ürüne dönüştürülebilir olduğuna işaret olabilir. Tohumlardan sonsuz bitkiler, meyveler ve yeniden tohumlar üretilebilir. Tohumlara ve onların sonuçlarına sınır konulamaycağı gibi, sevgiye de sınır çizilemez. Hele bu sevgiye âlemlerin Rabbine karşı ise bunun sınırı yoktur. Allah (cc) Sevilmeye layık olandır el-Esmâu’l-Hüsnâ (Allah’ın güzel isimleri) sevgi, korku, lütuf ve kahır açısından incelendiği zaman görülecektir ki çoğuna yakın kısmı sevgi ve lütufa işaret etmektedir. Esmau’l-Hüsnâ’dan sadece dört beş tanesi sevgi ve lütufla yorumlanmaya müsait değildir. Bunlar da zıdlarıyla kullanılarak denge sağlanmaya çalışılmıştır. Meselâ Kâbız, canlıların ruhunu alan manasına geldiği gibi, onların rızkını daraltan manasına da gelir. Ancak Kur’an’da ve hadislerde Bast kelimesiyle birlikte gelmiştir. Bast ise genişleten, genişlik ve refahlık veren demektir. Zararlı şeylerin yanında faydalı olanları da etkili hâle getiren ‘Dâr-Nâfi’ ile, alçaltan ve yükselten manasında ‘Muiz-Müzil’, ‘Râfi’-Hâfız’ da aynı dengeyi ifade ederler. Ayıplamak ve hoş karşılamamak manasındaki ‘nakm’ kökünden gelen Müntakim; kötülüğe mukabele eden, suçluya gereken cezayı veren demektir. Şüphesiz Allah’ın cezası Türkçedeki intikam manasında değil, dünyada ıslah ahirette ise karşılık anlamındadır. Bu ismin, Tevvâb, Afüvv ve Raûf isimleri arasında gelişi de dikkat çekicidir. Kâhır ve Kahhar isimleri ise, Tükçedeki yok etmek, ezmek manasında değil, yenilmeyen, daima galip gelen demektir. Diğer isimlerin hepsi de bünyesinde Allah sevgisini, Allah’ın lütuf ve bağışlarını, Allah’ın af ve merhametini anlatırlar. Sevginin kaynağı O olduğuna göre, O sevilir, sevilmeye layıktır. Nitekim, Vedûd ismi bunu daha açık ifade eder. O hem sevendir, hem de ziyadesiyle sevilendir. Bunun anlamı, Allah kullarını çok sever; öyleyse kulların görevi de Rablerini çok sevmektir. Allah’ın Vedûd ismi bunu ifade eder. “Haydi, günahlarınız için Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra bilinçlerinizi yenileyerek O’na yönelin. Unutmayın ki benim Rabbim çok merhametli davranır: O Vedû’tur (hem sever hemde sevilmeyi ister).” (Hûd, 11/90) “Ve mutlak bağış sahibi, hep seven ve sınırsızca sevilmeye layık olan O’dur.” (85/14) O Vedûd olduğu için Ğâfur’dur. Yani sonsuzca seven ve sevilen olduğu için çok bağışlayandır. Bağışlması sevgisinin sonucudur. (M. İslamoğlu, Meal, 2/1241) Allah’ın ‘Veli’ ismi O’nun yarattıklarına karşı olan sevgisini, kulları tarafından da sevilmeye layık olduğunu anlatır. Çünkü veli olmak, eli altındakine ilgi, merhamet, iyilik etmeyi, yardım etmeyi, görüp-gözetmeyi, ihtiyacını gidermeyi, her açıdan sahip olmayı gerektirir. Bütün bunların da sevgisiz olmayacağı açıktır. 3- Allah sevgisi nasıl anlaşılmalı: Muhabbetullah; nefsin, zât ve sıfatlarıyla mükemmel olan Allah'a meyletmesidir. İnsan ruhunu yücelişi en Yüce Yaratıcı ile sevgi münasebeti kurmak yoluyla gerçekleşir. Sevginin meydana gelmesinde ön şart, sevilen varlığın tanınmasıdır. Allah'ın künhünü (nitelik ve niceliğini) akıl ile idrak mümkün değil ise de zâtının kendini vasıflandırdığı kadarıyla da olsa O'nu tanımak mümkündür. Buna ma’rifetullah denir. Bu ma’rifetullah da O'na inanmayı ve sevmeyi gerektirir. İslâm düşünürü İmam Gazalî, kişiyi Allah sevgisine götüren beş sebepten bahseder: * a-İnsan kendi varlığını, varlığının kemâlini ve devamını sever; yokluğunu, kemâlinin azlığını ise sevmez. Bu durum insanı Allah'ı sevmeye götürür. Çünkü kendisini ve Rabb'ını bilen, varlığının devam ve kemâlinin kendinden değil, Allah'tan olduğunu bilir. İnsanı yoktan var eden, yaşatan, kemâl sıfatlarını yaratmakla kendisini olgunluğa ulaştıran ve olgunluğa ulaşma sebeplerini yaratan, bu sebepleri kullanmaya hidâyet eden Allah'tır. Yoksa insanın kendi başına ne varlığı, ne de devam ve kemâli olabilir. Bir kimsenin O'nu sevmemesi, kendine ve Rabb'ına olan cehâletinden ileri gelir. İnsanlardan bir kısmı Allah’ı hakkıyla takdir edemezler. (En’am, 6/91) Bundan dolayı da O’na karşı göstermeleri gereken tavrı gösteremezler. Allah’ı hakkıyla takdir eden O’nu gerektiği gibi sever. * b-İnsan, malını koruyan, kendisiyle tatlı konuşan, yardımda bulunan, düşmanlarına karşı savunan, kendisine, ailesine, çoluk-çocuğuna iyilik yapan ve ihsanda bulunanı sever. Onu sevmesi, Allah'ı sevmeyi gerektirir. Çünkü bütün bu iyilikleri kendisine yapan ve yaptıran Allah'tır. Bunlara ilâveten insana her çeşit nimetleri veren yine Allah'tır. "Allah'ın verdiği nimetleri sayacak olsanız, bitiremezsiniz. " (Nahl, 16/18). Çok kere Allah'ın nimetleri bir insan kanalıyla diğerine intikal eder. Nimetin gerçek sahibi ise Allah'tır. Ayrıca iyilik eden adamı, iyilik olarak kullanılan malı yaratan, o maldaki tasarrufun kudret ve irâdesini o adama nasib eden, kişiyi nimet verene karşı sevdiren, O'nu da diğerine karşı meylettiren muhakkak ki yine Allah'tır. Demek ki; kişinin kendisine iyilik edeni sevmesi, o adamı iyiliğe muvaffak kılan Allah'ı sevmeyi gerektirir. * c-İnsan, yapılan iyilikten şahsî bir faydası olmazsa bile iyiliği yapanı sever, yapmayandan nefret eder. Kendisi ile ilgili olmazsa bile adaleti ve insanlara merhamet ve yumuşaklıkla muamele etmesiyle tanınan bir idareci sevgimizi kazanırken, bunun zıddına zulmü ve acımasızlığıyla tanınan bir idareci de nefretimizi kazanır. Bu, ihsanda bulunan kimseyi sırf ihsanı yüzünden sevmektir. Bu sevgi ihsandan bir fayda görenlerde görülür. Bu üçüncü sebep de yalnız Allah'ı sevmeyi gerektirir. Zira o kendi fazlından önce bütün mahlukâtı yarattı. Onların zarurî ihtiyaçları olan azalarını tamamladığı gibi, zarurî olmadığı halde ihtiyaç olduğu sanılan sebepleri yaratmakla onları nimet ve refaha kavuşturdu. Sonra ihtiyaçlarından fazla olan bir takım süs ve ziynetlerle onları güzelleştirdi. İnsan hayatı için zarurî olmayan gerek fizikî güzellikleri ve gerekse tabiatta olan dış güzellikleri yaratan Allah, bu yönüyle de sevilmeye en lâyık olandır. * d-Sevmenin dördüncü sebebi, bir fayda ummak için değil, yalnız güzelliğinden ve kemâlinden ötürüdür. Allah zât ve sıfatları itibariyle güzeldir. Çirkinlik bir noksanlıktır. Noksanlık ise Allah'a yakışmaz. Allah'ın her sıfatı kemâl noktasındadır. Âlim, bilgili, kudretli, cömert insan; şahsî menfaati olmasa bile diğer insanlar tarafından sevilir. Kişileri sevdiren, onlardaki bu güzel sıfatlardır. Oysa sevgi sebebi olan bu sıfatlar, Allah'ın, aynı kemâl sıfatlarıyla mukayese dahi edilebilecek olgunlukta değildir. Bu sıfatları da insana bahşeden yine Allah'tır. Eksik güzelliklerle sevilmeye hak kazanan bir varlığa mukabil Allah'ın daha çok sevilmesi gerekir. Çünkü Allah daha âlim, daha kudretli, daha cömerttir. Şayet ilminden dolayı; bir âlimin, kudretinden dolayı; bir kadirin, olgunluğundan dolayı; bir kâmilin, bağışlayıcılığından dolayı; bir bağışlayanın, ihsanından dolayı; bir varlığın sevilmesi gerekiyorsa; bütün bu sıfatlar en kâmil derecede Allah'ta vardır. Dolayısıyla bu yönü itibariyle de en çok sevilmeye lâyık olan yine Allah'tır. * e-İki kişi arasındaki münâsebet ve benzerlik, sevginin sebebidir. Aynı cinsler birbirleriyle münasebet kurarlar. Bu münasebet zamanla sevgiye dönüşür. Her ne kadar cins şekil ve sûret söz konusu değilse de, kul ile Allah arasında gizli bir münâsebet vardır. İnsanın, Allah'ın güzel vasıflarıyla vasıflanması emredilir. "Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın. "gibi. Bu ahlâk da ilim, iyilik, ihsan, lütuf, hayırda bulunmak, insanlara merhametli olmak ve benzeri dînî faziletlerdir. Allah ile kul arasında, anlaşılması güç olan özel münasebetler de vardır. "Onu yapıp ruhumdan üflediğimde..." (Hicr, 15/29). Bu üstün münasebetten dolayı melekler bile insana secde etmekle em-rolunmuşlardır. Yine insan özel münasebet neticesi Allah'ın yeryüzündeki halifesi (Bakara, 2/30) olarak yaratılmıştır. Bu tür münasebetler de insanın Allah'ı sevmesini gerektiren sebeplerdir. (Ş.İ. Ansiklopedisi Allah mad. 1/120) (Devamı gelecek sayıda) Hüseyin K. Ece 7.2.2009 Zaandam/Hollanda |