عَنْ أَبِي بَكْرَةَ t قَالَ قَالَ النَّبِيُّ e أَلاَ أُنَبِّئُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ؟ –ثَلاَثًا- قُلْنَا بَلَى يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ "اَلإِْشْرَاكُ بِاللَّهِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ" وَجَلَسَ وَكَانَ مُتَّكِئًا فَقَالَ "أَلاَ وَقَوْلُ الزُّورِ، وَشَهَادَةُ الزُّورِ" قَالَ فَمَا زَالَ يُكَرِّرُهَا حَتَّى قُلْنَا لَيْتَهُ سَكَتَ
- Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?!..
Dikkat edelim. Rasûlullah (sav.) sadece "Size büyük günahları haber vereyim mi?" deseydi bile, bu bizim için büyük bir haber ve büyük bir uyarı olurdu. Çünkü büyük günahlar insanı dünyada da ahirette de uçuruma sürükleyen büyük felaketlerdir. Ancak Sevgili Peygamberimiz (sav.) bize "Büyük günahların en büyüğü" uyarısını yapıyor.. Hem de bunu üç defa tekrarlıyor.. Beyinlerimiz sarsılsın diye... Söyleyeceği şeyi zihnimize kazıyalım diye... Sahabeler büyük bir haşyet , korku ve şuur içinde:
- Buyur Ya Rasûlellah!, diyebildiler. Allah Rasûlü (sav.) buyurdu:
- Allah'a şirk koşmak! Anne – babaya kötü davranmak! (Allah Rasûlü (sav.) yaslanıyordu. Doğruldu ve:) Dikkat edin! Kavlü'z-Zûr (Birisinin söylemediği veya yapmadığı bir şeyi "söyledi" veya "yaptı" demek. Veyahut söylediği ve yaptığı bir şeyi "söylemedi" veya "yapmadı" şeklinde rivayet etmek. Kısacası birisi adına yalan uydurmak) ve Şehâdetü'z-Zûr (yalan yere şahitkik etmek)tir, dedi. Rasûlullah (sav.) bu iki kelimeyi o kadar tekrarladı ki biz (sahabeler):
- Ne olaydı da sussa!, diye temenni ettik.
Görüldüğü gibi Beşerin Efendisi (asv) sıradan bir insanın bile yapmadığı veya söylemediği bir şeyi ona isnat ederek "yaptı" veya "söyledi" demeyi büyük günahların en büyüğü olarak ilan etmiştir. Bu aynı zamanda İslam şeriatinin insanların onur ve şerefine ne büyük bir önem verdiğini gösterir.
Peki sıradan bir insana isnad edilen yalan böyle ağır bir suç ise, ya vahyi bize öğreten Beşerin Efendisi'ne isnad edilerek O'nun yapmadığı bir şeyi "yaptı" demek, söylemediği bir şeyi "söyledi" diye aktarmak nasıl bir suçtur?!.. Bir Müslümanın Rasûlullah (sav.) adına konuşurken titremesi gerekir. Ama maalesef avamdan bir çok insanın yanısıra, okur yazarların, üniversite öğrencilerinin -hatta öğretmenlerinin bile- Rasûlullah (sav.) adına konuşurken hiç tetkik etmeden, ne dediğini bilmeden, çok rahat bir şekilde "Rasûlullah şöyle demiş" veya "şöyle yapmış" diyerek Allah Rasûlü'ne (sav.) söz, fiil, kıssa ve hikaye izafe ettiklerini görüyoruz! Halbuki Rasûlullah (sav.) adına konuşmanın büyük bir ağırlığı vardır. Bu ağırlığı hissseden nice sahabe Rasûlullah (sav.) den kesin olarak bütün detay ve incelikleriyle emin olmadıkları hiç bir hadisi rivayet etmemişlerdir.
İşte onlardan birisi Hz. Peygamber'in (sav.) bacanağı Zübeyr bin el-Avvam (ra)'tır. Hz. Peygamberin halası onun annesidir. Hz. Peygamberin hanımı hz. Hatice onun halasıdır. Bir gün oğlu Abdullah bin Zübeyr (r) babasına şöyle der:
- Muhakkkak ki ben, falan ve falanın Allah Rasulünden hadis rivayet ettikleri gibi senin de Allah Rasülü'nden (sav.) hadis rivayet ettiğini işitmiyorum?! (Abdullah bin Mesut, Enes bin Malik, Ebû Hureyra (rhum) gibi sen neden Allah Rasulü'nden hadis rivayet etmiyorsun?). Zübeyr bin el-Avvam bu soruya şu cevabı verdi:
- Bir hakikat var ki, ben, Rasûlullah'ın (sav.) yanından ayrılmadım. Ancak ben, onu şöyle söylerken işittim:
- Kim bana bir yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın .
İbn-i Hacer el-Askalânî bu hadisi şerifi açıklarken "Hadisi şerifimizde belirtilen yalan, bilerek veya bilmeyerek bir şeyi olduğunun dışında haber vermektir" der. Nitekim İmam Buhari'nin Selemetübnü'l -Ekva' (R) tan rivayet ettiği bir başka hadisi şerifte Rasûlullah (sav.):
- Kim benim adıma söylemediğim bir şeyi söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın , buyurmuştur.
Demekki bir şeyi olduğunun dışında haber vermek "Kim bana bir yalan isnad ederse" hadisi şerifinde belirtilen "yalan"ın içine girmektedir. Sahabeler bu mütevatir hadis-i şerifi öyle bir anladılar ki Rasûlullah'ın söylediği veya yaptığı bir şeyi tam olarak, olduğu gibi ( ne bir fazlası, ne de bir eksiği olmadan) aktarmak için son derece titiz davrandılar. İbn-i Ömer (r) onlardan birisidir."İslam beş şey üzerine bina edilmiştir" hadis-i şerifini tabiun'dan talebelerine öğretirken hadisi şerifi talebesinden tekrarlamasını istemiş, talebesi oruçla hacc'ın sıralanışını değiştirince hemen onu durdurarak "Hayır, Hayır! Orucu en son söyle. Ben O'nun ağzından böyle işittim!.." buyurmuştur.
Yukarıdaki mütevatir hadisin tesiriyle sahabeler ve ondan sonraki "sika" râviler Allah Rasulü'nün (sav.) sözlerini ve fiillerini olduğu gibi bir sonraki nesle aktarmak için a'zamî gayret gösterdiler. Kesin olarak bilmedikleri bir şeyi asla rivayet etmediler. Tereddüt ettikleri noktaları açık bir şekilde beyan ettiler. Hadis rivayetinde onların son derece hassas ve titiz davrandıklarını gösteren onlarca misalden sadece bir tanesini aktaralım:
İmam Müslim, Ebû Hureyra (r)'tan naklen Allah Rasûlü (sav.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
- Müslüman (veya mümin) kul abdest alıp ta yüzünü yıkadığı zaman, yüzüyle işlediği günahlar suyla birlikte (veyahutta suyun son damlasıyla birlikte) yüzünden çıkar (g ider)
Hadis-i şerifimizde parantez içindeki noktalar râvinin tereddüt ettiği noktalardır. Acaba Rasûlullah (sav.) "müslüman kul" mu dedi? Yoksa "mümin kul" mu dedi? Bu noktada râvi süpheye düşmüştür. "Müslüman kul" demesi ihtimali daha fazla olmasına rağmen yine de ufak bir tereddüt duyduğu için "Mümin kul" demesi ihtimalini de zikretmiştir. Aslında "Müslüman kul" veya "Mümin kul" ibaresi hadisin genel manasını asla değiştirmemektedir. Ancak râvi "Nasıl olsa "mümin kul" da "müslüman kul" da aynı manayı vermektedir. O halde "müslüman kul" diye rivayet etsem bir şey olmaz" dememiş, bilakis son derece hassas davranarak "Rasûlullah (sav) ya "Mümin kul" deyip te ben onu "Müslüman kul" şeklinde rivayet edersem Allah Rasûlü'ne yalan isnat etmiş olurum" korkusu, hassasiyeti ve şuuru ile tereddüt ettiği noktayı açıkça belirtmiştir. Bu hassasiyet bize açık bir şekilde gösteriyor ki hadis-i şerifimizin geri kalan kısımları şeksiz (şüphesiz) bir şekilde Allah Rasûlü'ne dayanmaktadır. Allah bu hassasiyeti gösteren bütün râvilerden râzı olsun.
Diğer konularda olduğu gibi, hadis rivayetinde de sahabelerin gösterdiği hassâsiyetin derinliğini anlayamayan günümüzdeki bazı kafalar sahabe dönemindeki ölçüleri ters anlayarak Hz. Ebu Hureyra ve Hz. Enes (Rhuma) gibi sahabeleri "çok hadis rivayet etmişler" diyerek eleştirmişlerdir. Halbuki bu sahabeler yukarıdaki mütevatir hadisin tesirinden dolayı Abdullah bin Zübeyr ve Hz. Ömer gibi az hadis rivayet eden sahabelere oranla çok hadis rivayet etmişlerdir. Yoksa Allah Rasûlü'nden (sav.) duydukları bütün sözlere ve fiillere oranla son derece az hadis rivâyet etmişlerdir. İşte bunların delilleri:
- Ebu Zeyd Amr bin Ahtab el-Ensarî (r) rivayet ediyor: "Rasûlullah (sav.) bize sabah namazını kıldırdı. Arkasından minbere çıktı ve öğle namazına kadar bize hutbe verdi. Minberden indi, öğle namazını kıldırdı. Sonra tekrar minbere çıktı ve ikindi namazına kadar hutbe verdi. Minberden indi, ikindi namazını kıldırdı ve tekrar minbere çıktı ve akşam namazına kadar hutbe verdi. Bize (dünya tarihindeki) olanları ve olmaya devam edenleri haber verdi. En bilginimiz en fazla ezberleyenimizdir.
Hadis literatüründe üç kelimelik veya bir cümlelik çok hadis vardır. Efendimiz (asv)'ın yirmi üç senelik nübüvveti boyunca sabahtan akşama kadar süren sadece bu konuşmasını dinleyen keskin hafızalı bir sahabenin bu konuşmada duyduğu her şeyi rivayet etmeye kalksa kaç hadis oluşacağını tahmin edebiliyormusunuz?
Gelin Efendimize on yıl hizmet eden ve "Müksirûn" (çok hadis rivâyet eden sahabeler)den biri olarak bilinen(?) Enes bin Malik'i (r) dinleyelim:
- İmam Buhârî, Ebu Ma'mer el-Basrî'den, o da Abdul Vâris b. Saîd'ten, o da Abdul Aziz b. Suheyb'ten rivayetle Hz. Enes bin Mâlik (R)'ın şöyle dediğini aktardı:
Hiç şüphesiz ki, size çok hadis rivayet etmekten beni alıkoyan şey Allah Rasûlü'nün şu sözüdür:
"Kim benim üzerime bilerek bir yalan atarsa cehennemdeki yerine hazırlansın" (Buhari, İlim 38. Hadis no: 108)
- İmam Ahmed bin Hanbel, Hürmüz'ün kölesi Attab'ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Ben, Enes bin Mâlik'i (r) şöyle söylerken işittim: "Eğer hata etmekten korkmasaydım, Rasûlullah'ın (sav.) söylediği çok şeyi sana rivâyet ederdim"
Bu rivâyetler açık bir şekilde bize gösteriyor ki Enes bin Malik Rasûlulalh (Sav.)'tan bir çok hadis duymuş, ancak bunların içinden kesin olarak emin olduğu, hata etmediği hadisleri bize aktarmıştır. Radıyallahu anhu ve anhum ecmeîn.
Biz tekrar Rasûlullah adına konuşmanın ağır sorumluluğuna gelelim. İmâmu'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin babası Şeyh Ebu Muhammed Rasûlullah (sav.) adına bilerek yalan konuşan kimsenin kâfir olduğuna hükmetmniştir. İbnül Münîr de onu desteklemiştir. Cumhur ise bu hükmü "Yaptığı işi helal görme" şartına bağlamıştır. Aksi takdirde kâfir değil mürtekeb-i kebira olur demiştir. Efendimiz (asv)'ın "Cehennemdeki yerine hazırlansın" sözü o kimsenin cehennemde çok uzun kalacağını gösterir. Hatta bu cümlenin zâhiri cehennemden hiç çıkmayacağına işaret eder. Çünkü Rasûlullah (sav.) o kimse için cehennemden başka bir yer tayin etmemiştir. Ancak ne var ki kat'î deliller cehennemde ebedî kalmanın kâfirlere has olduğunu söyler. (Bkz. Fethul-Bari 1/244)
İmam Buhari Ebu Hureyra (r) rivayetle Rasûlullah (sav.)'in şöyle dediğini nakleder:
"İsmim ile isimlenin. Künyem ile künyelenmeyin. Kim beni rüyasında görmüş ise muhakkak beni görmüştür. Çünkü şeytan benim sûretime giremez. Kim bilerek bana yalan isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın" (Buhari, ilim 38. Hds no:110)
İmam Buhârî'nin bu hadis-i şerifi "Rasûlullah adına yalan konuşmak" babı altında zikretmesinin amacı Rasûlullah adına yalan konuşmanın rüyayı da içine aldığını göstermek içindir. Buna göre rüyasında Rasûlullah'ı (Sav.) görmediği halde "gördüm" diye rivâyet etmek veya rüyasında Rasûlullah'ın söylemediği, yapmadığı bir şeyi aktarmak veya rüyasında görmediği bir şeyi Rasûlullah'a isnat etmek mütevatir hadis-i şerifimizde belirtilen cezanın içine girer.
Yine İmam Buhârî, Hz. Ali'nin (R) şöyle dediğini rivayet eder: Nebiyy-i Muhterem (sav.) buyurdular ki:
"Benim adıma yalan konuşmayın! Çünkü kim benim adıma yalan konuşursa cehenneme girer" (Buhari, İlim 38, Hds no: 106)
Buradaki "yalan" mutlaktır. İster sözlü ister fiili her türlü yalanı içine alır. Rasûlullah (sav.) adına yapılan yalanın her çeşidi bu yasağın içine girer. Bu nedenle hadisimizin orijinal metnindeki "alâ" harf-i cerr'ini "aleyhimde" şeklinde anlamak mümkün değildir. Zira, câhillerden bir grup iyilikleri teşvik etmek kötülüklerden de sakındırmak için Rasûlullah adına bir çok hadis uydurmuşlar ve "Biz bunları Rasûlullah'ın aleyhinde uydurmadık. Bilakis Onun şeriatini desteklemek için O'nun lehinde uydurduk" demişlerdir. Cehâletin derinliğini farkedebiliyormusunuz? Rasûlullah'ın (sav.) söylemediği bir şeyi "söyledi" diye uydurmak Allah adına yalan uydurmaktır. Çünkü Rasûlullah'ın (sav.) sözleri vahiydir (gayr-ı metluv). Ya şer'î bir hükmün ispâtı, ya da nehy'idir. Allah'a iftira atan ve Allah adına yalan uydurandan daha zâlim kim vardır!?
Öte yandan her şeye cevaz veren "Keramiye" fırkası, kuranda veya sünnette var olan bir şeyi desteklemek için Allah Rasulü'ne (sav.) yalan uydurmaya cevaz vermişlerdir. Delil olarak ta yukardaki mütevatir hadisi şerifteki "ala" harf-i cerr'ini ileri sürerek Arapçadaki cehâletlerini göstermişlerdir. Onlardan diğer bir kısmı da, görüşlerini desteklemek için Bezzar'ın müsnedindeki İbn-i Mesud (R)' tan gelen "İnsanları dalâlete düşürmek için kim bana yalan uydurursa..." ilavesine sarılmışlardır. Bu rivâyetin Allah Rasûlü'ne ulaşıp ulaşmadığında ihtilaf vardır. Dârakutnî ve el-Hâkim gibi otoriter muhaddisler bu rivâyetin Allah Rasûlü'ne ulaşmadığına (irsâl'ine) hükmetmişlerdir. Aynı hadisi İmam Dârimî Ya'la bin Mürra'dan zayıf bir senetle rivayet etmiştir. Bu hadisin Rasûlullah (sav.) den geldiği sâbit olsa bile "İnsanları dalalete düşürmek için..." ibaresindeki "lam" harf-i cerri maksat bildiren "lam" değildir. Bilakis sayrûret (oluşum) bildiren "lam"dır. Buna göre hadisin anlamı "Kim bana bir yalan uydurup ta insanları dalâlete düşürürse..." şeklindedir. Tıpkı kur'an-ı kerim'deki "İnsanları dalâlete düşürmek için Allah'a iftira eden (yalan uyduran) kimseden daha zâlim kim vardır?" ayet-i kerimesinde olduğu gibi... Bu ayeti kerimedeki "lam" harf-i cerr'ini maksat bildiren "lam" olarak alıp "insanları dalâlete düşürmek maksadı yoksa Allah'a iftira atılabilir" hükmünü çıkarmak ancak câhillerin işidir. Halbuki bu ayeti kerimedeki "lam" –tıpkı yukarıdaki hadiste olduğu gibi- sayrûret bildiren "lam"dır. Buna göre ayetin anlamı "Allah'a yalan iftira atıp ta insanları dalâlete düşürenden daha zâlim kim vardır" şeklindedir.
Buhari, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstiâbe 1. Müslim, Îmân 143. Tirmizi, Şehâdât 3, Birr 4
Buhari, İlim 38. Hadis no: 107
Buhari, İlim 38 Hadis no:109
El-Kifâye fî İlmi'id-Dirâye, Hatîb el-Bağdâdî 210
Müslim, Tahâret 32. Tirmizi, Tahâret 2
Muslim, Fiten 25