Heyecanımıza ne oldu?
Bir içe bakış ihtiyacının zaruret arzettiği günlerden geçiyoruz… Dış ve dışarı bizleri öylesine yordu ki, içi, içeriyi unuttuk… içtenliğimizi kaybettik…
20/11/2017 - 10:36

Dışa dönük atılım ve açılımlarımız artarken, iç acılarımız büyüdü…
 
Kazanmak hırsı, kaybetmek korkusu insanı acımasızlaştırıyor…
 
Gerçi dünyayı kazandık ama kendimizi kaybettik. Birçok şeye sahip olduk ama bir türlü nasipsizliğimiz ve bereketsizlik bitmiyor…
 
Evlerimiz genişledi fakat ruhumuz daraldı… Evde herkes kendisini dışarı atma derdinde… Acaba dışarıda bulup da evde kaybettiğimiz nedir?
 
Hazımsızlık ve tahammülsüz olduk. Haset ve husumetten kurtulamıyoruz…
 
Neden bu kadar gerginiz? Dünya neden güvensiz?
 
Keyfimiz kaçtı, hayatın tadı tuzu kalmadı…
 
İnsanlar çoğaldı, insanlık azaldı…
 
Soğuk bir yaşam, donuk bakışlar, endişeli ilişkiler, ruhsuz bir kulvara savruluyoruz…
 
Biliyorum dünyanın içinde olmakla yetinmedik, dünya içimize kaçtı… Dünyevileştikçe duyarsızlaştık, değersizleştik…
 
İdeallerimiz çöktü, irademiz zayıfladı, iddialarımızdan koptuk…
 
Moral gidince, mecal kalmıyor…
 
Mücadele alanı genişlese de heyecan kalmayınca olmuyor. Dava yürümüyor…
 
Heyecansızlık bitiyor…
 
Cehdsiz, vecdsiz, aşkszız, feyzzsiz yol alınmıyor…
 
Heyecan oluşturmazsak harcanırız…
 
Coşkusu olmayanın çabası sonuç vermiyor…
 
Gözlerimizin ışıltısı, kalplerimizin kıpırtısı gitmişse, yüreklerde kıvılcımlar çakamıyoruz…
 
Biz tutuşmuyorsak, kimseyi tutuşturamayız…
 
His, heyecan, hareket yoksa edebiyat, hitabet kifayet etmiyor…
 
Maneviyat, ruhaniyat eksikse, maddiyat, makam, mevki, mal, mülk, hedefe bizi taşımıyor…
 
Malumatta zenginiz ama marifet yoksuluyuz… Bilgi çok fakat bilgelikte sınıfta kalıyoruz…
 
Teşebbüslerimiz çok ama ilahi tecellileri yanımıza almadan sonuç alınmıyor…
 
Hazlar baskın çıkınca heyecanımız söndü…
 
Hırslarımızı kontrol edemediğimiz için huşusuz kaldık…
 
Hız dünyasında halsiz kalışımızın nedeni hayata nereden baktığımızla ilgili…
 
Üzerimizdeki ağırlık hayra alamet değil… Yüreklerde inşirah, itminan hasıl olmuyorsa, kalpsiz bir dünyada nasıl yaşarız:
 
Fırsatları değerlendirecek feraset lazım... Bulanıklıkları giderecek basiret gerek… Hikmeti kuşanmadan hakikatı taşımak mümkün değil…
 
Gaybi yardımlardan kopunca, seküler ve popüler sularda yakînimiz kalmadı… Artık sadık rüyalar da göremez olduk… Kâbuslardan kurtulamıyoruz…
 
İlham gelmeyince imkanları gereği gibi kullanamıyor ve imtihanı vermekte zorlanıyoruz…
 
Aşkımızı besleyecek adanmışlıklar azaldı… aşkınlığımızı güçlendirecek arınmışlıklar kayboldu…
 
Kitap, sohbet, muhabbet, dostluk artık bizi kesmiyor… Doymuşluk mu desem, bilmişlik mi desem, bilmiyorum.
 
Profesyonelleştik ama amatör ruhumuz gitti… Hasbiliğimize halel geldi.
 
Günahkarların günah işlemedeki coşkusu, salih amel işleyenlerde neden yok?
 
Stadyumlarda taraftarların çılgınca coşkusu, Saraçhane’de neden ses yok? Beyazıt neden suskun?
 
Düğünlerimizde bile heyecan yok… Nikahta keramet kalmadı sanki…
 
Görünürlülük gönüllülüğü gölgeliyor…
 
Ahval bu olsa bile bize düşen aşk ve aksiyondur…
 
“Bize düşen elimizden geleni yapmaktır… Yani bir rüzgâr estirmek ve yeni bir ruh yakalamaktır… Yeniden yola koyulmaktır…
 
Secdelerde rehabilite olma vaktidir. Abdest suyunda şadırvan soğukluğunda arınma zamanıdır… Sadıklarla buluşup yeni seferlere doğrulma anıdır.
 
“İman edenlerin Allah’ı anma ve ondan hak sebebiyle kalplerinin huşu içinde olma zamanı daha gelmedi mi?” (Hadid, 16)