ŞEHÂDET İMAN İDDİASIDIR AMA İSBATI GEREKİR |
Her iki cümledeki “lâ ilâhe illallah” da nefiy (red/inkâr) ve isbat (kabul) olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. |
24/06/2017 - 12:14 |
-Şehâdet kelimesi: İman ilanı
Kelime-i Şehâdet: “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühu-Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah (tanrı) yoktur ve yine şehâdet ederim ki Hz. Muhammed O’nun kulu ve rasûludur (elçisidir).”
Kelime-i Tevhid: “Lâ ilahe illallah muhammedu’r-rasûlullah-Allah’tan başka ilah (tanrı) yoktur, Hz. Muhammed O’nun rasûludur (elçisidir)”
Şehâdet veya Tevhid Kelimesi iki bölümden meydana gelir.
Birinci bölümde Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik,
ikinci bölümde ise Hz. Muhammed’in O’nun son elçisi olduğunu kabul etmek yer alır.
Şüphesiz her iki cümle de dilde tekrar edilen bir zikir’den çok daha geniş manası ve önemi olan bir iman itirafı ve iddiasıdır. Müslümanlar bunu her namazda, her et-Tahiyyatü’yü okuyuşta, her gün hatırladıkça söylerler. Böylece şehâdetlerini tazelerler, tanıklıklarını güçlendirirler.
Her iki cümledeki “lâ ilâhe illallah” da nefiy (red/inkâr) ve isbat (kabul) olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir.
“La ilâh”e, uluhiyyeti (tanrılığı) ilah (tanrı) sanılan şeylerden –bir anlamda- çekip almak, ya da onların ilahlığını şiddetli bir şekilde reddetmek; “illallah” ise, ulûhiyete (ilahlığa) ait ne varsa bunu sadece âlemlerin Rabbi Allah’a tahsis etmektir. “Lâ ilâhe” şüphesiz Tevhid ile şirk arasında bir sed’tir.
İslâm bir bina ise onun giriş kapısı şehâdettir. İslâm bir bahçe ise o bahçeye şehâdet kapısından girilir. Kapıdan giriş, bahçeye/binaya giriş iznidir. Girilen mekana dahil olmak, nereye girdiğini farketmektir.
İslâm bir daire ise şehâdet o daire içinde olan her şeyi kapsar. Müslüman olmak isteyen bir gayri müslim öncelikle Şehâdet veya Tevhid kelimesini diliyle söyler ve kalbiyle tasdik eder. Müslümanlar da Şehâdet ile ne dediklerini bilirler, şehâdet etmenin gereğini yaparlar.
Bu tasdîk sadece Şehâdet kelimesindeki ifadeleri tasdîk değil; İslâmı din olarak kabul etmek, dünya görüşü olarak, yaşama biçimi olarak seçmektir.
Bir kimse günde yüz defa, iki yüz defa, daha az veya daha çok diliyle Şehâdet/Tevhid Kelimesini tekrar etse, ama ne dediğinin farkında olmasa, maksat bu değildir. Şehâdet nakarat halinde tekrar edilen sıradan bir söz, dile pelesenk yapılan bir söylem değildir.
Asıl amaç -veleki günde bir defa söylensin-, ne dediğinin farkında olmak, gereğini yapmaktır. O, yalnızca tesbih âletleriyle yapılan bir tekrar değil; bunun ötesinde çok daha önemli bir tercih, bir söz veriş, bir kimlik kuşanması, İslâma uygun bir hayatı yaşamaya söz veremktir.
* Birinci bölümün muhtevası
Kelime-i Şehadet” söyleyen bir kimse aşağıdaki şeyleri yapmış olur:
1-Tanıklık yapmak
Bütün benliği ile, şüphesiz ve tereddütsüz bir şeklide Allah’ın ilâh ve rab oluşuna şehâdet eder. Gözüyle gördüğünden, kulağıyla duyduğundan, eliyle dokunduğundan daha kesin, daha emin bir şekilde bilir ve inanır ki Allah’tan başka tanrı olamaz. İlah olarak sadece O var. Her ne kadar O ilah kendisi için ‘ğayb’ olsa da, sanki yanındaymış, bizzat görüyormuş, bizzat şâhit oluyormuş gibi inanır. Kur’an’ın deyişi ile; ‘yakîn’ bir şekilde kabul eder.
O’nu bütün kemal sıfatlarıyla, bütün esmasıyla, filozofların ve bilginlerin değil; peygamberlerin ve Kur’an’ın tanıttığı gibi kabul eder. Bunu diliyle itiraf eder, kalbiyle tasdîk eder.
2-İdrak etmek
Şehâdeti söyleyen ne dediğinin, ne yaptığının; neyi kabul neyi reddettiğinin farkındadır. O bununla Hakikat’i anlar, Hakikatin kimden geldiği ve ne getirdiğini bilir. Âlemlerin Rabbi Allah’ı ve O’nun özelliklerini idrak eder. Anlar ki, Allah baki, kendisi fani. Yaratıcı O, mahluk kendisi. Gelişi O’ndandır, yine O’na dönecektir.
İdrak eder ki, tek Mutlak Varlık O’dur. O’nun dışında her şey, O’nsuz bir mana ifade etmez. Her şey O’na nisbetle bir anlam kazanır. Her şey O’na nisbetle bir ad alır.
3-İnsan yapılı tanrıları reddetmek
İnsan Allah’tan gelen hidâyeti unuttuktan sonra, inanma/tapınma ihtiyacını karşılamak üzere tarihten beri sayısız din ve tanrı uydurmuştur. Gerçeği bulamayınca sahtesine veya yapma olanına sarılmış, Mutlak Varlık’a ibadeti unutmuş, yapay tanrılardan medet ummuştur.
Şehâdeti söyleyen bir müslüman; her ne şekilde olursa olsun, hangi sıfatla karşısına gelirse gelsin; bütün yapay, uydurma, icat edilmiş tanrı varsa, tanrı sıfatı verilmiş ne kadar uydurma güç odakları varsa; hepsini reddeder. Elinin ve yüreğinin tersiyle bir tarafa iter.
“Lâ ilâhe” der ve bütün bâtıl din mensuplarına ilân eder ki; “hayır, hayır, hayır; binlerce hayır. Sizin tanrı saydığınız şeyler, tanrı değil, sizin uydurmalarınızdır. Hepsini reddediyorum. Şehâdet ederim ki İlâhlık hakkı da, Rablik hakkı da âlemlerin Rabbi Allah’ındır.”
4-Söz vermek
Şehâdet aynı zamanda bir sözleşmedir, bir ahidtir.
“Elestü birabbikum” misakının yeniden ete kemiğe bürünmesidir. Zaten insan fıtratı, tabii olarak, ruhlar âleminde bu şehâdeti yapıp durmaktadır. Her varlık, her an kendi hâl lisanıyla bu tanıklığı ortaya koymaktadır. Şehâdet getiren bir insan bedenindeki hücrelerin yapıp durdukları şehâdeti lisana döker, gün ışığına çıkarır.
Şehâdet ‘i kabul eden bir mü’min şehâdet ettiklerinin gerçekliğini itiraf ettiği gibi, neyi kabul ettiğini amelleriyle de tasdik eder.
Bu şu demektir: Müslüman Kur’an’da ne varsa, Hz. Muhammed (sav) İslâm adına ne getirmişse öncelikle kabul eder, iman eder. Bu, iman aynı zamanda kabul edilen şeyleri yapmaya da bir sözdür.
Mesela; Ramazan orucunun farz olduğunu kabul etmek, imandır. Ancak bu iman sadece sözle ‘tamam, kabul ediyorum’ demek değildir. Bu, Ramazan ayı geldiği zaman oruç tutmaya bir sözdür.
Kur’an’a iman etmek, içindeki hükümleri uygulamak üzere kabul etmektir. Kur’an’ın doğrultusunda düşünmek, onun getirdiği bakış açısına sahip olmak, onun değerlerini benimsemektir. Onunla şuurlanmak, onunla basiret ve feraset sahibi olmaktır.
Şehâdeti söyleyen bir müslüman İslâmın emirlerine elinden geldiği kadar uyacağına, yasaklarından elinden geldiği kadar kaçacağına söz veriyor demektir.
5-Berat vermek
Yani insanlara ilâh olarak Allah’ı kabul ettiğini, din olarak İslâmi tercih ettiğini, İslâmın getirdiği dünya görüşünü benimsediğini, İslâmın değerlerini en üsten değerler bildiğini çevresine, diğer insanlara duyurmaktır.
Bu bir anlamda berat, yani bildiri/duyuru vermek gibidir. Ancak bu başkalarını rahatsız etmek için bir meydan okuma değildir.
6-Sınır çizmek
Şehâdet etmek haddini bilme şuurudur.
Yani insan olarak konumunu, görevini, gücünü ve irade kapasitesini tanıma, anlama, kafayı öne alıp düşünmek demektir. Allah’ın makamını, ululuğunu, yüceliğini, insan ve kâinat üzerindeki tasarrufunu anlamaktır. İnsanın konumunu, yerini ve görevlerini ve anlamaktır.
Zaten O’nu hakkıyla tanıyan (ma’rifet sahibi olan), kendi konumunu bilir, ona göre davranır. Böylesi Allah’a nisbetle sınırının farkındadır. Kibirlenmez, dik kafalılık etmez, boyundan büyük işlere kalkışmaz, mülkünde yaşadığı Sahibine karşı mütevazi olur.
Şöyle inanır: “O Allahtır, ben ise O’nun kuluyum. O’na ilâhlık yaraşır, bana kulluk. O ölümsüzdür, ben ise faniyim. O her şeye sahiptir, ben ise O’na muhtacım. O Kadir-i Mutlaktır, ben ise acizim. O, her şeyin sahibidir, ben ise hiç bir şeye sahip değilim” der.
7-Kimlik ilanı
Şehâdet etmek kimliği açıklamaktır.
“Ben müslümanım. Allah’ı Rab, Kur’an’ı kitap, Hz. Muhammed’i peygamber, İslâmı din olarak seçtim. Bu tercihim biliçli ve farkında olunan bir tercihtir. Değer yargılarım, bakış açım, dünya görüşüm, ahlâkım ve tavırlarım buna bağlıdır.
Kendimi İslâmın dışında hiç bir kimliğe nisbet etmem. İslâm benim için en üst ve alt kimliktir. Bir ülkenin vatandaşı olmam, bir ırka/kabileye mensup olmam, bir grupla çalışmam, bir gelenekten gelmem hiç bir şeyi değiştirmez” demiş olur. Bilirim ki Allah katında bunların hiç bir değeri yoktur. Değerli olan O’nun bize gönderdiğini bilinçli bir şekilde benimsemektir.
İslâmî kimlik ‘vahiy’le şekillenir, vahyin terbiyesinden geçer ve vahyin kontrolünde işlerlik kazanır. Müslüman Vahyin, getirdiği ölçülerle bakar, o ölçülerden dışarı çıkmamaya çalışır, o ölçüleri hayatında rehber edinir.
8-Allah’ın hayata müdahil olduğunu kabul etmek
Şehâdeti söyleyen bir mü’min, evrenin sahibi olduğunu, varlığın aşkın bir güç tarafından yaratıldığını ve yönetildiğini, O’nun hayata her an müdahele ettiğini de kabul eder.
Ancak bu kabul ediş sadece O’na inanmak, O’nu kabul etmek degil; kendi konumunu bilerek O aşkın gücün karşısında yapması gerekenler olduğunun farkında olmaktır.
9-Hüküm koyma hakkının sadece O’na ait olduğunu kabul etmek
Hayatın sahibi aynı zamanda varlık için yasa ve sınır koyma hakkına da sahiptir. Şehâdeti söyleyen varlığın yasasnın Allah’tan geldiğini kabul ettiği gibi, insanlar ve toplumlar için ibadet yasaları koyma hakkını da O’na teslim eder.
Bundan dolayi iman edenler, Allah’ın koyduğu yasalara (hükümlere) ve sınırlara zıd hükümleri benimsemezler. Bilirler ki Allah’ın hükümlerine zıd hükümleri benimsemek onların sahiplerini ilah edinmek gibidir.
-İkinci bölümün muhtevası
“ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühu” diyen bir müslüman şunları yapmış olur.
1-Hz. Muhammed´i tanımak
Abdullah’ın oğlu Hz. Muhammed (sav) bir insandı ama bir peygamberdi. O kendi çabasıyla, kendi iddiasıyla, okuyup diploma alarak peygamberlik kazanmadı. O’nu Allah (cc) insanlar arasından elçilik görevi yapmak üzere seçti.
Şehâdet getiren bir müslüman O’nun şu tarihte Mekke ve Medine’de yaşadığını, yirmiüç yıl peygamberlik yaptığını, peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdiğini kabul etmiş olur. Hz. Muhammed’e peygamber (rasûl/nebi) olarak inanır.
2-O’nu kul bilmek;
O bir melek değildi. O bir insandı, Allah’ın şerefli kuluydu. O’nda bir ilâhın özellikleri olmadığı gibi, O mütevazi, Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluydu.
O, Allah’a kul (abd) olmaktan şeref duyar, kendisine böyle hitap edilmesini isterdi.
3-O’nu son rasûl bilmek
Muhammed (sav) Allah tarafından insanlara gönderilen son elçidir (Hâtemu’l-enbiyâ’dır). O’ndan sonra bir daha rasûl /nebi (peygamber) gelmeyecek. O’ndan sonra kim peygamber olduğunu iddia ederse yalancıdır, ona itibar edilmez.
4-O’nun getirdiklerini kabul etmek
O’nu tanımak, Allah’tan getirip tebliğ ettiklerini, O’nun din adına bildirdiklerini benimsemiş olur. Şehâdeti yürekten söyleyenin bu konuda tereddütü olmadığı gibi, acaba sorusunu da sormaz. O, müslüman olmanın Vahy’e teslim olmak olduğunun farkındadır.
5-O’nu örnek almak ve izlemek
Allah (cc) Hz. Muhammed’i müslümanlar için en güzel örnek seçmiştir. (Ahzab 33/21) Bunun anlamı şudur: Allah (cc) Hz. Muhammed’in ortaya koyduğu kulluktan razıdır. Siz de öyle yaparsanız, sizin kullunuğunuzdan da razı olur. Razı olmakla kalmaz bol bol ecrini/karşılığını verir.
Şehâdeti söyleyen kulluğunu Kur’an ve Peygamberin Sünneti doğrultusunda yapacağına söz vermiş olur. Zaten peygamberi izlemek O’na din konusunda itaat demektir. (Bkz: Âli İmran 3/32, 132. Nisa 4/14, 59, 80)
6-O’nun yolunu sürdürmek (şâhit olmak)
Şehâdeti söyleyen müslüman iki görevi yüklenmiş olur.
Öncelikle kabul ettiği dinî yaşamak, sonra da yaşadığını dini hakkıyla temsil etmek. Bu da davet, tebliğ, ‘emr-i bi’l-ma’ruf nahy-i ani’l-münker/iyilikleri yaygınlaştırmak, kötülüklere karşı mücadele’ görevidir.
Müslüman sözüyle, tercihleriyle ve eylemleriyle inandığı dinin, peşine gittiği Peygamberin canlı şâhidi/şehîdidir. Peygamberin şahid oluşu nasıl onun örenkliği ise, müslümanın da şahit oluşun İslam konusunda insanlığa örnek oludur. Şehadet söyleyen mü’min hayatıyla imanına şahitlik yapar, böylece hak din konusunda insanlara örnek olmaya çalışır. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanıziçin, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekatı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hacc 22/78.Bir benzeri:Bakara 2/143)
-Şehâdet gerçek müslüman olmaktır
Tekrar vurgulama gerekir ki ‘şehâdet’ olayı, Allah’a, O’nun bütün âyetlerine ve Hz. Muhammed’in İslâm adına ortaya koyduklarına güçlü bir tanıklıktan sonra, bu tanıklığın bir gereği olarak O’nun dinini iman, sâlih amel ve güzel ahlâkla yaşamanın adıdır.
İşte bu, müslümanın kimliği, tercihi ve dünya görüşüdür. Böyle yapan bir müslüman (Hakikat açısından) canlı şâhid/şehid sayılır. Eğer inandığı değerler uğruna çalışır, çaba gösterir, infak eder, emek ve ter dökerse; sonunda da bu uğurda can veririse, böylece hem dünyada, hem de ahirette şâhitlerden/şehitlerden yazılır.
“Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ 3/69)
19.06.2017
Zaandam-Hollanda |