BİRİLERİ YALAN SÖYLEMEYE DEVAM EDİYOR |
Keşke insanlar içlerinde sakladıklarını dilleriyle ifade edebilseler. Keşke yürekler ile diller arasında mesafe olmasa. Keşke dil ayrı, yürek ayrı konuşmasa. |
15/07/2016 - 18:56 |
Ama ne yazık ki bazıları yüreklerde olanı dilleriyle söylemiyorlar. Başka bir şey diyorlar. İçlerinde sakladıklarını açığa vurmuyorlar. Niyetleri başka; dedikleri, yazdıkları, gösterdikleri başka oluyor.
Şüphesiz bu bir karakter zaafıdır. Ahlâkta, insanlarası ilişkilerde bir eksikliktir. Ama yeri gelir böyle bir tutum, ihanet de olabilir, yalan da olabilir. Yeri gelir böylelerine ‘ ikiyüzlü’ denir.
Böyle bir tutumun bir kaç sebebi olabilir:
Birincisi:Kişinin bir çıkarı vardır.
Öyle ya, adam bir çıkar peşindedir. Bir yerlere ulaşmak ister, bir dünyalık elde etmenin gayretindedir. Ya da bir zararı başından savmak istemektedir. İçindekini söylese, o çıkara ulaşamayacak, o zararı def edemeyecek. Dolaysıyla farklı görünür, farklı konuşur, farklı muamale eder. Malını satabilmek için, olmadık numaralara ve yalanlara başvuranla, bilgiçlik taslayanlara kadar niceleri böyledir. Baskalarini kazıklamayi açıkgözlülik zannedenlerle, başkasının varlığını yalan söyleyerek elde etmeye çalışanlar aynı katagoriye girer. Niceleri vardir ki, insanları yanıltmak için yalan uydurur.
Şüphesiz bu şekilde bir vaya bir kaç kişinin yalana başvurması zarardır, çirkindir. Ama aynı şeyi bir kitle yaparsa… Elinde korkunç dünyalik güç ve silahı olan tpluluklar yaparsa… Hele bunların elinde medya gibi, korkunç yalan üretme ve hızlıca yayma makınaları varsa…
O zaman ne olacak? Neler olmaz ki…
İşte dünyanin hali, işte halkların hali, işte insanların durumu… İşte hak ihlâlleri, işte haksızlıklar, işte zulümler… İşte güvensizlik ortamı. İşte yazılı ve görsel, veya sosyal medyanın durumu.
Birbirine güvenen insanların sayısı sanırım çok değil. Kimsenin hali diğerine eminlik vermiyor. Çünkü amasız bir menfeat yarışına girenler, durmadan yalan söylüyorlar. İnsanların, toplumun karşısına tek yüzle çıkmıyorlar. Heyhat ki, bu yalan üretenlerin imkanları çok.
İkincisi:Kişinin korkusu vardır.
Belki de suçludur, ya da bir ayıbı vardır. Suçunu gizlemek, ayıbının ortaya cikmasını önlemek istemektdir. O yüzden kıvırır, kalıptan kalıba girer, bir çok yüze sahip olur.
Zaten suçlular her zaman tedirgin olurlar. Çoğu zaman yalan söylerler. Bu yolla suçlarını kapatacaklarını zannederler. İnsanları kandırmak üzere yola çıkanlar, şüphesiz ki yalanlarını hazırlarlar.
Üçüncüsü:Kişi iyi niyetlidir.
Ya kendini, ya da başkalarını bir tehlikeden korumak ister. Ya kendisine veya başkasına doğruyu söylememekle bir fayda sağlayacağını düşünür.
Bu, kimseye zarar vermiyorsa, şüphesiz fazla önemli değildir. Nitekim, insanlar arasında barışı sağlamak üzere bazen yalan söylenebilir.
Dördüncüsü:şaşkındır, ne dediğini bilmemektedir.
Adam ne dediğini bilmiyorsa, o ciddiye alınmaz. Saçmalıklarına kulak asılmaz.
Bir kısmı da suçuna, hatasına, günahına ortak arar. Sanki ‘ ben yapıyorum bak, bir şey olmuyor, gel sen de yap’ der.
Öyle ortamlar olur ki, orada suça ortak olmamak suçtur. Hırsızların hırsız olduğunu, yaptıklarının yanlış olduğunu ifade etmek suç kapsamına girer. Herkesin rüşvet aldığı bir ortamda rüşvet almamak, göze batar, pürüz olur, rahatsızlık verir. Biz, rüşvet alanların almayanlara ‘ enayi’ dediğini çok duymuşuzdur. Bir iş yerinde imkan varsa insanlar hakkı olmayan şeyleri izinsiz alip götürürler. Kendileri gibi alıp götürmeyen dürüstlere, ‘deli, kafayı yemiş, çıkarını bilmeyen, şapşal’ gözüyle bakarlar.
Eğer siz de onlar gibi kirli değilseniz, sizin temizliğiniz göze batar. Hatta tenkit konusu olur. Siz de onlar gibi hırsız değilseniz, gözü açıklar arasında biraz dom’sunuz demektir.
Bu gibi kafa yapıları taşıyanlar, dürüst olanlara, ‘ gelin bizim gibi yapın. Hem bize uyum sağlamış olursunuz, hem de çıkarınız olur. Kısa günün kârı’ nı elde ederseniz. Bütün ihtiyaçları beden gücüyle çalışarak karşılamak hiç bir devirde mümkün olmaz’ derler. Hatta derler ki, ‘günahı varsa bizim boynumuza, vebâlini bize yükleyin ve yapin. Korkmayın bir şey olmaz. Bak bize bir şey olmuyor, görüyorsunuz.’
Kur’ an bu kafa yapısını taşıyan ahmak inkârcılarla ilgili olarak şöyle diyor:
“ Kâfirler iman edenlere: ‘Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim’, derler. Halbuki onların hiç bir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler.”(Ankebut 29/12)
“Gelin bizim yolumuza uyun. Biz sizin günahınızı yüklenelim…”
Bu iki açıdan mümkün değildir:
1-Hiç kimse hiç bir şekilde başkasının suçunu taşımaz. (En’am 6/164. İsrâ 17/15. Fatır 35/18. Zümer 39/7. Necm 53/35)
2-Yarın defterler açıldığı zaman, hiç şaşmayan adalet terazisi kurulduğu ve inkârcıların sonu belli olduğu zaman, hesabın dehşetinden ayakları birbirine dolaşan suçlular(Kıyâme 75/28-29), kendileri tepelerine kadar suçla dolu iken, nasıl sebep olduklarının vebâlini yüklenebilirler ki?
Suça ortak arama buna derler. Ya da içinde bulundukları hatanın farkında değiller. Öylesine bir gafletteler ki, öylesine uyuşturulmuşlar ki, öylesine unutkanlar ki; içinde bulundukları cürmün büyüklüğünü anlamıyorlar. Hiç idrak etmiyorlar. Bir de iman edenleri yanlarına çağırıyorlar.
Bataklıktalar, ama beraber batmaya adam arıyorlar. Boğazlarına kadar sapıklığın içindeler, başkalarının da kendileri gibi sapıtmasını istiyorlar.
Tabii ki bunun bir sapıklık değil, bir kurtuluş, bir kayıp değil kazanç, bir hüsran değil bir zafer olduğunu hayal ediyorlar.
Bu, elbette onların ağızlarindaki bir lakırdıdır. Onlar yüreklerinde olanı değil, müslümanları kandırmak için öyle söylüyorlar. Onların kalplerinde kesinlikle başka bir şey var. Onların içi baştan başa fitne, ihanet ve kalleşlikle doludur.
Görmüyor musunuz, hak yandaşlarına kurdukları tuzakları…
Bakmıyor musunuz hakkı savunanlara karşı amansız hasımlıklarına…
Bu düşmanlıklarını farklı şekillerde ifade ederler. Bazen dillerinden öfke saçarlar. Yüreklerinde gizledikleri düşmanlık daha büyüktür. (Âli İmran 3/119)
Bu biraz da bir suçluluğun eseri. Suçluluk psikolojisi ya. Mücrimlerin ağzı büyüktür, gürültü yaparlar, bir o yana bir bu yana sataşırlar.
Onlar, asla başkalarının vebâlini yüklenmezler, yüklenemezler. Sadece, taktik deniyorlar. Acaba kandırabilecek saflar bulabilirler mi? Acaba, kendi suçlarına birilerini ortak edebilirler mi?
Halbuki onlar, hem kendi suçlarını taşırlar, hem de suça ortak ettiklerinin vebâlini taşırlar. Burada, suçluların vebâlinde bir eksiklik de olmaz.
Kur’an şöyle diyor:
“(Fakat gercek şu ki) elbette kendi yüklerini (vebâllerini), kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyâmet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir.”(Ankebût 29/13)
Böylelerinin hatalı oldukları, cürüm işledikleri, dünyada iken Allah’tan gelen Hakiketi bile bile yalanladıkları üzerlerindeki işaretlerden belli olacak.
“Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.”(Rahmân 55/41)
Bu onları düşeceği aşağılanmanın ve utanç verici duruma işarettir. Eski araplar birinin başka birisine bağımlı olduğunu söylemek için “onun perçemi/saçı şunun bunun elindedir” derlerdi. (Esed, M. Kur’an Mesajı, 3/1099, 1288)
“Onlar yalan soyluyorlar.”
Hangi konuda?
Hem din/ilâh/ibadet/hüküm konusunda, hem dünyalık işlerde, hem de değerler hakkında.
Onlar, kendi kafalarından ilâh uyduruyorlar. O ilâha kendi uygun gördükleri sıfatları yakıştırıyorlar. O ilâhın hareket alanını, yani yetkisini kendileri belirliyorlar. Bunlar, bu konularda Allah’a iftira ederek yalan söylüyorlar.
“Daha önce kendilerine kitap) verdiklerimiz, bunu (Yani, bütün sahih kitaplarda vurgulanmış olan, Allah’ın aşkın benzersizliği ve birliği hakikatini, ya da hz. Muhammed’in peygamberliğini) kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; ama (onlar arasından) kendilerine yazık edenler (var ya), işte onlardır inanmayı reddedenler.
Kendi uydurduğu yalanları Allah'a yakıştırandan veya O'nun mesajlarını yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki, böyle zalimler mutluluğa asla ulaşamazlar.”(En’ am 6/21)
“Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.”(Nisâ 5/50)
Bu pasaj, keyfi mahiyetteki çeşitli akidevi beyanlara işaret ediyor. Mesela bazılarının kendilerini “seçilmiş/üstün” kavim saymaları ve bu nedenle korunmuş olduklarına inanmaları, bazılarının “vekaleten keffaret” doktrinini benimsemeleri ve Allah’ı üç ilah sisteminin bir parçası saymaları gibi. (Eset, M. Kur’an Mesajı, 1/148) Bütün bunlar Allah’a iftiradır, O’nun adına yalan söylemedir.
Bazıları, önce kendi kafalarından ilâhlar uyduruyorlar, sonrada o ilahlardan geldiğini iddia ettikleri din meydan getiriyorlar. Bu dini de kendi hevalarına, kendi kafa yapılarına, kendi kültürlerine, kendi anlayışlarına göre şekillendiriyorlar. Burada da yalan söylüyorlar.
“Yine (erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram ettiğinde, orada hazır mı idiniz!?” İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (En’ am 6/144)
Onlar, ilâhi bir belgeye dayanmadan, insanlar için Allah’ın indirdiği hükümlere zıd değerler, ölçüler, hükümler uyduruyorlar. Kafalarından sınırlar belirlilyorlar. Bunları insanlık için en ideal kabul ediyorlar. Burada da yalan söylüyorlar.
“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.”(Nahl 15/116)
Ne onların uydurduğu ilâhlar, ne o ilâhlar adına uydurulan dinler/inançlar/ibadetler, ne de kendi hevâlarından uydurdukları değerler hak değildir. Bâtıldır, geçersizdir. Hak katında hiç bir değer ifade etmez. Onlar, yalan söylüyorlar.
İşte bu yalan temelden beslenen anlayışla da, günlük işlerinde, politikalarında, insanlarla ilişkilerinde, çıkarlarını korumada, alış-verişlerinde, başkalarını etkileme gayretlerinde hep yalan söylüyorlar.
Bunların doğru yola gelmeleri, hatalarını anlamaları, yalanlarını terketmeleri çok zor gözüküyor. Yalanlarına öylesine dalarlar ki, düşündükleri, sözyledikleri vbe ortaya koydukları her şeyi hakikat zannederler. Oysa böyleleri yanlışın, batılın, sapıklığın, şaşkınlığın, yanılmanın, serabın, hayalciliğin tam ortasındadırlar.
“… Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.”(Mü’min 40/28)
Böyleleri hem Allah’ın elçisini, hem de onunla gelen ilahi mesajı kabul etmezler. Üstelik onu yalancılıkla itham ederler. Ama Allah (cc) kimin yalancı olduğunu biliyor ve yakında onlara da bildirecek.
“İçimizden bir insana mı uyacağız? O zaman biz sapıklık ve delilik etmiş oluruz. Kitap, aramızda, ona mı verilmiş?
Hayır, o pek yalancı ve şımarığın biridir" dediler.
(Allah): “Onlar yarın kimin küstah ve yalancı olduğunu görecekler!” dedi,”(Kamer 54/24-26)
Bazıları bunca uyarıya rağmen, Hakka teslim olmayan, fıtratın gereği Alemlerin Rabbi Allah’a kulluktan kaçınan, bununla yetinmeyip “geliniz” yalnızca Allah’a kulluk edelim” diyen Hak Kitaba ve hak Elçiye karşı mücadele ederler, hatta savaşırlar. İşlerinde, hükümlerinde, davalarında, gittikleri yolda, kanaatlerinde ve tasavvurlarında yalandan ayrılmazlar. Boş, batıl, temelsiz, zararlı, zanna dayalı hayallerini gerçek (hakikat) sanırlar.
Kur’an bunlara “yazıklar olsun” diyor. Hem de defalarca…
“(İşte) o gün yalanlayıcıların vay hâline!”(Tûr 52/11) Aynı ifade Mürselât Sûresinde on defa Mutaffifin Sûresinde bir defa daha tekrar ediliyor.
Evet, “kezzaplara” daha bu dünyada iken yazıklar olsun ki bir türlü yalancılığı terketmiyorlar. Kendilerini ve çevrelerini, ilişkide olduklarını ve ellerinin altında olanları aldatmaktan vazgeçmiyorlar.
Hele günümüzde görsel ve yazılı medyayı kullananlar… Yalana, dalavereye, kandırmaya, aldatmaya, manipüle etmeye, asparagasa, yanlış yönlendirmeye, yanlış bilgilendirmeye, kötülük ve çirkinlik yaymaya, iffet ve edebe aykırı hareket etmeye, kendi pisliklerinin üzerini örtmeye; bütün bunlarla çıkara sağlamaya doymuyorlar.
Bunlardan bazılarının da birden fazla yüzü, birden fazla karakteri var. Onların sağlam bir kişilikleri yoktur. Sözlerinin eri, iddialarının adamı, vaadlerinin faili değillerdir. Bir o yana bir bu yana yalpalarlar. Durumu göre tavır alırlar. Onlar için ilkeler ve değerler değil, menfeat ve üstünlük taslamak söz konusudur. Çıkarları için veya güç karşısında kılıktan kılığa girerler. Özellikler menfeat elde etmek için özel maske takarlar.
Bunlar Kur’an’ın munafık dediği tiplere ne kadar da benziyorlar.
“… Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.”(Münafıkun 63/1)
Peygamber (sav) bu tiplerin karakteri hakkında bazı iipuçları veriyor. Şöyle ki:
“Kimde şu üç huy varsa, onda munafıklığın alâmetleri var demektir: Konuştuğu zaman yalan söyler. Söz verdiği zaman va’dinden (sözünden) döner. Bir şey emânet edersen ihahet eder.”(Bazı rivâyetlerde buna “Bir meselede hasım olursa aşırı gider, hakszı olduğu halde üste çıkmaya çalışır”şeklinde bir madde daha ekleniyor.)(Buhârî, Îman 24 no: 33, Şehâdet/28 no: 2682, Vasâya/8 nO. 2749, Edeb/69 no: 6095, Mezâlim 17 no: 2459, Cizye 17. No: 3178. Müslim, Îman 107/24 no: 211. 106. Tirmizî, Îman/14 no: 2631. Nesâî, Îman/20 no: 5024.Ahmed b. Hanbel, 2/189)
Bu bir kaç yüzlü insanlar, iş başında bulunduğu, ellerinde güç ve imkan olduğu, işler kendilerine emanet edildiği sürece; insanlığa zarar vermeye devam edecekler.
Yalanı ve doğruyu birbirinden ayırdetme imkanı olanlara, hak olandan başkasına gönül vermeyenelere, suçluların suçuna iştirak etmeyenlere; bir kez daha duyurmak gerekir ki:
BİRİLERİ YALAN SÖYLEMEYE DEVAM EDİYOR.
Hüseyin K. Ece
15.07.2016
Zaandam |