EN HAYIRLI TOPLULUK 3
(En hayırlı topluluğu anlatmaya devam ediyoruz.)
05/05/2016 - 14:03

6-Hidâyet rehberi olmaları

Kur’an’ın en hayırlı topluluk diye vasıflandırdığı cemaat insanlık için aynı zamanda hidâyet rehberidir. Onlar Vahye gönülden teslim olarak, Kur’an ve Peygamber ile bildirilenleri samimiyetle tasdik ederek, Allah’tan gelen ölçüleri ihlasla hayatlarına ugulayarak gittikleri yolun, seçtikleri ilkelerin, uyguladıkları ölçülerin hak olduğunu ortaya koyarlar.  

Onlar iman ettikleri akidenin kendilerine dünyada ve âhirette izzet, saadet, kurtuluş ve derece kazandırdığından o kadar emindirler ki, bunu başkalarıyla da paylaşmak isterler. Başkalarının da bu güzelliklere kavuşmasını arzu ederler. Başka âdemoğullarının da kötülüklere, mutsuzluğa, ebedi kayba uğramasına, azabı hak etmesine gönülleri razı olmaz. Bu sebeple onlar hem dilleriyle hem halleriyle, ortaya koydukları pratiklerle ve ahlâklarıyla örnek olurlar, hakkı ve hidâyeti gösterirler.

Onlar “Sizden, hayra çağıran, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk (ümmet) bulunsun” âyetinin gereğini bi-hakkın yerine getirme çabasında olan bir topluluktur. Bunların özel bir adı, özel bir adresi, özel bir statüsü yoktur. Bunlar İslâm ümmeti içerisinde isimsiz, tabelâsız, gösterişsiz, iddiasız, mütevazi, kulluk şuuru ile yaşayan, Allah rızası için çalışan ihlaslı mü’minlerdir. Bunları, İslâmın yürüyen temsicileri, hidâyetin canlı örnekleridir. Onlar iddiadan öte hayatlarını imanlarına şâhit kılan, iman hakikatlerini hayatlaştıran, İslâmın ölçülerini uygulayarak başkalarına rehberlik ederler. Onlar; “ihdina’s-sırâtel’müstakîm-bizi dosdoğru yola ilet” diye dua ederler.  Bununla beraber başka insanların da ‘sırat-ı müstakîm’e iletilmeleri için yürekten dua ederler, halleri ve dilleyle davet ederler.

7-Adaletli olmaları

Kur’an’da şâhitlik ve adalet kavramları bazen yanyana kullanılır.  Allah (cc) müslümanlara Muhammed’e (sav) indirdiği kitap ile hidâyet verdiği gibi, insanlar üzerine şâhit olmanın bir gereği olarak âdil, dengeli ve mu’tedil olmalarını istiyor. İslâm ümmeti bir denge toplumudur. Hiç bir konuda aşırı değildir. Hakka ve adalete uygun hareket etmek onların özelliğidir.

Kur’an adalete uygun hareket etmeyi ‘adalet’ ve ‘kıst’ kelimeleri ile anlatıyor.

“... Ölçüyü ve tartıyı adaletle (kıst ile) tam yapın...”(En’am 6/152)

“O halde, müminler içinden iki grup çatışırsa onlar arasında barışı sağlayın; ama sonra, iki (grup)tan biri diğerine haksız şekilde davranırsa, (davranışı)nı Allah'ın buyruğuna uygun hale getirinceye kadar, haksızlık yapan taraf ile mücadele edin; (yaptıklarından) vazgeçerlerse âdil bir şekilde aralarını bulun ve (onlara) eşit davranın (kıst ile): çünkü Allah, eşit davrananları (kıst yapan muksıt’leri) sever!”(Hucurât 49/9)

Kur’an ayrıca ‘muktesıt  (adaletli)’ bir ümmetten (topluluktan) söz ediyor. “....Onlardan muktesıd bir ümmet (doğru ve âdil bir yol tutturanlar) vardır...”(Mâide 5/65-66).

‘Kıst’; haklıya hakkını ve hatta daha fazlasını veren, itidalli ve âdil davranan demektir. Bir anlamda her konuda orta yolu izlemek ve hak vermede daha faziletli davranmaktır.

Allah’ın kendisi iman edip salih amel işleyenlerin hak ettikleri karşılığ adilâne bir şekilde (kıst ile) verecektir. (Yûnus 10/4)

Amellerin tartılacağı terazilerin hassas olması, yani adaletle tartması ‘kıst’ kelimesi ile anlatılıyor. (Enbiyâ 21/47)

Allah (cc) insanlığın doğru hareket etmesi için kitap ve mizan (ölçü)  indirmiştir. (Hadîd 57/25) Mizan;  ölçü, muvazene, adaletle davranma,insanın bütün fiil, söz ve tavırlarında ölçülü olması demektir. Mizan, daima bir muadele (denkleme) nisbetini ifade ettiğinden adalet ve adaletin miyarı olan şeriate de mizan denilegelmiştir.(Gürbüz, F. Kur’an’da Denge, s: 27)

İslâm ümmet yapısının temelinde iste bu kitap ve mizan (ölçü) vardır. Onlar, kitaba uyar ve mizan çerçevesinde davranırsa ‘kısd’ yapmış olurlar, adaletli ve ölçülü davranmış olurlar.

‘Vasat-orta ümmet’i en iyi açıklayacak kelimelerden biri adalet kavramıdır. Adalet; zulmü, haddi aşmayı engellemek, bir şeyin gerektiği ölçüde olmasını sağlamaktır. Kur’an mü’minlere kendilerinin veya ailelerinin aleyhine olsa bile adaletten ayrılmamalarını emrediyor.

Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şâhitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın...”(Nisâ 4/135)

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şâhitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır...”(Mâide 5/8)

Hatta Kur’an bir kimse hakkında konuşurken bile adaletli olmayı emrediyor:

“...(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa âdil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.(En’am 6/152).

Allah (cc) insanları ve cinleri kendisine kulluk yapmları için yarattı. (Zariyat 51/56) Bunun nasıl olacağını da şu ayette anlatıldığı gibi öğretti.

İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi...” ( Bekara 2/213)

Ancak onlardan bir kısmı Allah’tan gelen davete icap ettiler. Bir kısmı ise kalpleri olduğu halde hakikati anlamadılar. Gözleri olduğu halde hakikati görmediler. Kulakları olduğu halde hakikatin çağrısını duymadılar. Böyleleri hakikat karşısında gafil olan kimselerdir. (A’raf 7/179)

İnsanlardan ve cinlerden bir kısmı böyle değildir. Onlar hem kendileri hakka uyarlar, hem de başkalarına hakkı iletirler.

“Yarattıklarımız arasında, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir ümmet (topluluk) bulunur.”(A’raf 7/181)

“Bu ayette ise yapılan atfın, bütün çağları ve bütün toplumları -yani, Allah'ın mesajlarını yürekten kabul edip, Allah'ın mutlak hakikat olduğu inancı içinde, bu mesajların ışığı altında yaşamaya çalışan herkesi kucaklayacak kadar geniş tutulmuş olduğu görülmektedir.” (Esed, M. Kur’an Mesajı, 

Asr Sûresinde başkalarına hakkı ve sabrı tavsiye eden, insanları hakka çağıran, haktan ayrılmayan, haklara riayet eden, hakikate teslim olup hak yolda yüreyen mü’minlerin zarar etmeyecekleri, yani hüsrana uğramayacakları haber veriliyor.

İşte kendi yaptıkları yüzünden cehennemi hak etmiş kimselere karşılık öyle bir ümmet (toplum) vardır ki, hakka sarılarak insanlara rehberlik ederler, yol gösterirler. Adaletle hükmederler. Böyle bir cemaatin oybirliği ile ortaya koydukları kararlara uymak, onların arkasından gitmek hidayete ulaşmaktır. Büğtün bunlar da Allah’ın ayetlerindendir. (Elmalılı, H. Yazır. Hak Dini Kur’an Dili, )

Eğer imsanlar arasından en kötü şartlarda bile Allah’ın ümmet diye isimlendirdiği topluluk olmasaydı insanlık onurlandırılmaya hak kazanamazdı. İslâmda ümmet bir akideye bağlanan, bu akideye göre vahdet olan (bir araya gelen), bağlandığı akideye göre davranan cemaat demektir. Devamlı hakka bağlı kalarak hareket eden, hakka davet eden, aleyhlerine bile olsa haktan sapmayan bu topluluk Allah’ın yeryüzündeki emnaetinin bekçisidir. Onlar hakka bağlı kalarak hükmderek adaleti gerçekleştirmeye çalışırlar. Onlar bilirler ki Allah’tan gelen hak, sadece okunmak veya üzerinde bilimsel araştırma yapmak için değil; insanların ahlâk ve kanunlara kadar bütün işlerinde hükmetmek için gelmiştir. Kur’an’ın övdüğü bu cemaat hak ile hidâyete kavuştuktan sonra, hakikatin âdil temsilcileri olur. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, )

8-Davetçi olmaları

Hayırlı topluluk;“Sizden, hayra çağıran... bir topluluk (ümmet) bulunsun”âyetinin gereğini yaptığı için bu övgüyü hak eder.

Allah (cc) bu ‘hayırlı topluluğa’ insanlığı hakka davet gibi önemli ve şerefli bir görevi  vermiştir. Bu görev daha önce İsrailoğullarına verilmişti. Ancak onlar zamanla bu görevin gereğini yapmadıkları için, bu emaneti koruma bahtiyarlığını kabybettiler. O halde müslümanlar, kendilerine verilmiş olan bu şerefli görevin sorumluluğun bilincinde olmalı ve öncekilerin düştüğü hatalara düşmemeli.

Âyette her ne kadar ‘ümmet-topluluk’ sözü geçse de aslında her müslüman, hakka ve hayra davet görevini yerine getirerek bu ismi, adresi, teşkilatı olmayan ama Allah katında şerefli olan ümmetin bir üyesi olur.

Hayırlı topluluğa mensup olanlar her ne kadar fiziksel olarak bir araya gelip, davet için teşkilat kurmasalar da, birlikte çalışmasalar da, organik bağları olmasa da; dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, yaptıkları hayra davet cihadıyla (çalışmasıyla) bu müjdeyi hak ederler. Onlara kimsenin ünvan, isim, pâye, rütbe, madalya, makam vermesine gerek yoktur. Onlar da müslümanlar arasından böyle şeyler için ortaya çıkmazlar.

Onlar ellerinden geldiği kadar inandıkları akideyi hayat haline getirirler, bulundukları yerde parmakla gösterilecek kadar kişilikli, dürüst ve ahlaklı yaşarlar. Bu halleriyle ve yeri gelince uygun bir dil, metod, ifade ve araçlarla insanları hakka davet ederler.

Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidâyete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”(Zümer 39/18)

Onlar öncelikle sözü dinlerler, en güzeline, doğru ve hak olanına, insanı hidâyete götürenine, insanın gözünü ve gönlünü açana tabi olurlar. Sonra da insanların uyup hidâyet bulmaları için kendi tabi oldukları sözü -ki bu vahiy ve vahye uyan sözlerdir- başkalarına güzel bir şekilde ulaştırırlar.

9-İnsanlık üzerine şâhit olmaları

“... ki (hayatınızla) tüm insanlığın huzurunda hakikatin şâhitleri olasınız ve Elçi de sizin huzurunuzda ona şâhitlik yapsın..,.”(Bekara 2/143)

Yani, “Hz. Peygamber'in size örnek olması gibi sizin hayat tarzınızın da bütün insanlığa bir örnek olduğuna”.

Âyette geçen ‘şehîd’, tanık (şâhit) anlamına, ‘hayatını imanına şâhit kılan ve çağına şâhit olan’ anlamına geldiği gibi, ‘örnek, model’ anlamına da gelir. Ümmetin ‘şehîd’ oplması, insanlığın imanına şâhit olan ve insanlığı imanına şâhit kılan ana yürekli toplum olması demektir. İmam ümmetin manevi annesi, ümmet insanlığın manevi annesidir.”(İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/54)

İslâm ümmeti her tarafı denk, mu’tedil, uyumlu, dengeli, ılımlı ve hayırlı bir ümmettir. Ki insanların üzerine sözlü ve fiilen şâhit, model ve örnek olsunlar. Şâhit, bir gerçeği ispat konusunda şâhitliğine, yani bilgisine ve görüşüne başvurulan, verilecek hükümde rolü olandır.  Şâhit, davacı ile davalı arasında ortada, tarafsız, âdil ve yalnızca gerçeği söyleyen, sözü dinlenir ve sözüne itibar edilir bir kimse demektir. Bundan dolayı davranışları örnek alınan kimselere de ‘şâhit’ denilir.(Elmalılı, H. Y. Hak Dini Kur’an Dili (sad.), 1/432)

İslâm ümmeti (vasat ümmet) diğer insanlara karşı İslâmın hak yol, Muhammed’in (sav) hak elçi olduğuna, Kur’an son vahiy olduğuna şâhitlik ederler. Bunu imanlarıyla, ahlâklarıyla, dünya görüşleriyle, dengeli ve âdil olmalarıyla ortaya koyarlar.

10-Vahdet toplumu olmaları

İslâm Tevhid dini, ona inananlar ise vahdet toplumudur. Zira Kelime-i Tevhid iman edenlerin vahdetini (birliğini) gerekli kılar. Onlara “İslâm ümmeti, mü’min, muvahhid, şehit/şâhid, Allah’tan yana olan (hizbullah), hidâyete tabi olan, rabbaniyyûn” gibi isimler kazandırır. İman edenlerin toptan Allah’ın İpi’ne sarılmalarını, tefrikaya düşüp parça parça olmamalarını öngörür. (Âli İman 3/103)

Kur’an müslümanların tek ümmet, yani Kelime-i Tevhidle, bir anlamda Vahiyle aynı akideye/dine iman eden, bununla müslüman ismini alan (Âli İmran 3/102), aynı kıbleye dönen, diğer müslümanı kardeş ve veli (dost ve müttefik) bilen olduklarını; kendilerine gelen hakka sırt dönenler gibi tefrikaya düşmemeleri gerektiğini haber veriyor.

(Eyimanedenler), gerçekşuki, busizinümmetiniztekbirümmettir: çünkühepinizin Rabbi Benim; öyleyse (yalnızca) Bana kullukedin.” (Enbiyâ 21/92)

“Muhakkak ki, bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir; çünkü hepinizin Rabbi Benim; öyleyse Bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun!

Ama (sizi izlediklerini söyleyen toplumlar) aralarındaki bu birliği bozupparça parça oldular; her hizip (ancak) kendi benimsediği (öğretinin dar ve katı kalıpları) içinde övünür oldular.”(Mu’minûn 23/52)

Tevhide iman etmiş mü’minler, farklı ırk, dil, ülke, coğrafya, siyasi yapılanmalara veya zamanlara mensup olsalar da Tevhid açısından hepsi aynı ümmetin fertleridir. Hepsi de Kelime-i Tevhid’in hedefleri etrafında vahdet (birlik) olmakla yükümlüdürler.

Kur’an’ın “hayırlı topluluk” diye vasıflandırdığı müslümanlar, bu ilâhi emri hakkıyla yerine getiren, vahdet ilkelerine bağlı, mü’minleri kardeş ve veli bilen, onlara ona göre davranan, müslümanlar arasında vahdet olsun; ama tefrika, yıkıcı ihtilaf ve düşmanlık olmasın diye çaba gösteren kimselerdir.

-Son söz yerine

Yukarıdaki âyetlerde “en hayırlı ümmet”in özellikleri sıralanıyor. Bu zımnen bütün müslümanlar böyle olsun demektir. Eğer mü’minler âyette belirtilen görevleri yerine getirmezlerse “en hayırlı ümmet” olma şerefini yitirirler. 

Üzülerek söyleyelim uzun zamandan beri dünya müslümanları imanlarının gereğini yerine getrirmedikleri için –genel olarak- insanlığa rehber olma liyâketini göstermemişler, insanlığa örnek olma şerefini ve izzetlerini kaybetmişlerdir. Bundan dolayı işgalcilerin, emperyalistlerin, sömürgecilerin fiilî, askerî, ekonomik, kültürel ve zihnî işgaline uğramışlardır.

Onların tekrar daha iyi olmaları, tekrar “en hayırlı ümmet” şerefini kazanmaları iseâyette ifade ve işaret edildiği gibi imanda, amelde, ahlâkta, ilim ve uygarlıkta görevlerini yapıp bunu hak etmelerine bağlıdır. (Heyet, Kur’an Yolu, 1/484)

 

Hüseyin K. Ece

28.04.2016

Zaandam