Mü’minler izzet ve şerefi nerede arıyorlar? |
İzzet kelimesi, bir kişinin başkaları karşısında üstün bir konumda bulunmasını, ekonomik ve sosyal açıdan güçlü ve etkili olmasını ifade eder. |
29/02/2016 - 10:00 |
Bu manada izzet, zayıflık, âcizlik ve alçaklık anlamlarına gelen ‘zillet’ kelimesinin karşıtı olarak kullanılır. Mü’minlerin kâfirlere ve kendi aralarındaki hallere temas eden âyetleri düşündüğümüzde, Müslümanın imandan kaynaklanan izzetinin mü’minlere karşı şefkatli, merhametli ve mütevazi davranmayı gerektirdiğini, kâfirlere karşı ise, vakarlı ve sert davranmak, iman izzetinin davranış boyutudur. İmandan kaynaklanan özgün izzet, gerçek izzettir. Fâtır sûresi 10. âyetde “Kim izzet ararsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah’a aittir.” buyrulmuş, ve insanın sahip olmak isteyeceği izzetin, yegane kaynağı ve nerede aranması gerektiği açıklanmıştır. Yine Yunus sûresi 65. Âyette “Onların sözleri/propagandaları seni üzmesin. Hiç şüphesiz izzet/güç tamamen Allah’ındır.” Buyrulmaktadır. Bunların ışığında Mü’minler, insanların sahip olacakları her çeşit, izzet, onur ve üstünlüğün, Allah’tan olduğunu, O’nun yolunda gidildiğinde bir değer taşıyacağı, İslâm düşmanlarıyla münasebetlere çok dikkat edilmesi gerektiği, hele onlarla vatan, millet, ümmet, devlet meselelerinde beraber hareket edilmesinin çok kötü ve fecaat olacağı fikir ve düşüncesiyle hareket edilmesinde mecburiyet vardır. ‘Mü’minler kardeştir’ emrini zedeleyecek basit grup, fırka, camia, cemaat anlayışı dinimize, kitabımıza uygun değildir. Grup ve fırkalar, camia ve cemaatler, Ümmeti İslâm kardeşliğine götürdüğü müddetçe, İslâm’ın yaşanmasına vesile olduklarında makbul ve muteberdirler. Kendilerini İslâm ile özdeş görüp, onun yerine kendilerini koyanlar ifrada düşmüş olurlar. Peygamber Efendimizin zem ettiği müfrit duruma düşerler.
Müslümanların bir tarafı bırakıp, İslâm dışı grup ve muhitlere yönelmek suretiyle bir anlamda dünya kamuoyunda kendileri için izzet ve saygınlık aramaya kalkan insanların, Müslüman grupların bu yaptıkları Kuran-ı Kerimdeki âyetlerin dikkat çekilen imansızların yaptıklarına benzer çok büyük bir yanlışlıktır. Mü’min izzet ve şerefine esastan aykırı bir tutum ve davranıştır. Bu hususta merhum Muhammed Hamidullah’ın ifadesi dikkat çekici ve uyarıcıdır. Diyor ki: ‘En günahkâr Müslüman kardeşimiz, bize kâfirden daha yakındır.’ Bizlere bu düşünce ve yaklaşım yakışır. Aksi halde gerçek izzet sahibi Müslümanları bırakıp onlara karşı, İslâm düşmanlarıyla birlikte iş tutan, Müslümanlara karşı savaş ve ihanet girişimlerinde bulunan münafıkların konumuna düşülmüş olur. Kabul edilse de edilmese de.
Nisâ sûresi 139. Âyet “Mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet, yalnızca Allah’a aittir.”diye hem teşhir edilmiş, hem de pek ciddi şekilde kınanıp uyarılmıştır. Olmayan yerde izzet ve şeref aramanın, boşa gidecek bir davranış olduğu daha baştan bellidir. Ancak ‘küfür mantığı’ ile hareket edenlerin bu ‘iman tehlikesi’ni kavramaları imkansız hale gelmektedir.
İyiliği emredip yaymak, kötülüğe karşı koyup onu engellemek, İslam’ın Müslümanlara yüklediği en önemli görevlerden biridir. Hatta İslam toplumunun en belirgin vasfı iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymaktır, dense mübalağa edilmiş olmaz. Zira bizzat Allah Kur’an’da Müslümanların bu özellikte bir toplum oluşturmasını onlardan istemekte ve şöyle buyurmaktadır “Sizden hayra ve iyiliğe davet eden, iyiliği emredip kötülüklere engel olan bir toplum oluşsun. İşte kurtuluşa erenler de onlardır” (3.Âlu İmrân, 104). Bir başka ayette “Siz insanlık için (tarih sahnesine) çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülüğü yasaklarsınız/engellersiniz,” (3.Âlu İmrân, 110) buyurmuş ve İslam toplumunun en hayırlı ümmet oluşunun, iyiliğin emredilmesi şartına bağlı olduğunu açıkça ifade etmiştir.
İslam dünyası Allah’ın bu emrini yerine getirdiği sürece ayakta kalmaya devam etmiş, bu konuda ihmalkâr davrandığında ise gerek İslam toplumlarının sosyal yapıları, gerek İslam ümmetinin genel yapısı bozulmaya ve çökmeye yüz tutmuştur.
Günümüzde hem İslam dünyasının sosyal yapı bakımından bir bozulmaya yüz tuttuğu; hem de küresel ölçekte dünya düzeninin ve insanlık ailesinin, adaletsizlik, zulüm, emperyalizm, sömürü, katliam, tabii kaynakların talan edilmesi, maddi-manevi çevre felaketleri, fakirlik, açlık, kıtlık, kan ve gözyaşı altında kıvrandığı gözlenmektedir. Şüphesiz bu kaosu, bu düzensizlik düzenini, başıboşluğu durdurmak isteyen bir ferdin, Allah’ın ve peygamberinin iyiliğin emredilmesi, kötülüğe mani olunması yolundaki emirlerini uygulamaktan başka bir çaresi yoktur. Kâfirlerle, vatan, millet, ümmet ve devlet düşmanlarıyla birlikte hareket edenler bunun hesabını veremezler. Şu âyetleri hiç unutmayalım.
“Allah’a ve Onun Rasulüne tâbi olun. Birbirinizle didişmeyin. Sonra direncinizi, mukavemetinizi, yitirirsiniz. Rüzgârınız (kuvvet ve yardımınız) da kesilir. Muhakkak sabredin (direnin), unutmayın ki Allah sabredenleri (direnenleri) sever. (8 Enfal 46)
“Küfre sapanlar birbirleriyle dayanışma içindedirler. Ancak siz de böyle yapmadıkça yeryüzünde fitne (zorbalık) ve büyük bir fesat (baskı) hâkim olacaktır.” (8 Enfal 73) |