DÜNYA VE DURUŞ
İnsanoğlu dünyada durduğu yere göre değer kazanır…
18/11/2015 - 11:31

Dünyayı doğru okuyanlar hayata değer kattı ve İlahi ölçekte değer kazandılar… Dünyaya dalanlar ise duyarsız ve değersiz hayatın girdabında yok olmaya yüz tuttular…
 
Bu bakımdan iki türlü insan vardır:
 
Dünyalı…
 
Dünyacı…
 
Evet, biz müminler dünyalıyız fakat dünyacı değiliz… Ancak bizim dünyalı olmamız tek dünyalı olduğumuz anlamına gelmiyor… İki dünyalı olmanın iman ve itminanını taşıyoruz… Ötelenemeyecek bir “öte dünya” inancımız var… Bu açıdan dünya hayatına ahiret penceresinden bakarız… “Ahiret yurdu”nu “dünya meta”ına tercih ederiz… Çünkü dünya sonlu ve sınırlı… Ahiret ise baki ve hakiki yurt…
 
İşte insanoğlunun en çok düştüğü ikilem:
 
Ahiret için dünya mı? Dünya için ahiret mi?
 
Dünya kendisinde var olunan mı? Kendisi için olunan mı?
 
Yani dünya mı insan için? İnsan mı dünya için?
 
Biz mi dünyanın, dünya mı bizim emrimizde?
 
Sınırlı olan insan, sınırsız arzular peşinde koştukça dünyanın emrine girmekten kurtulamıyor… Dünyanın tefahür ve tekasürüne tenezzül edenler tezellül ve tefessühe yenik düştüler…
 
Evet, insanı bozan, insanın dünyalı olması değil, dünyacı olmasıdır… Yani dünyevileşmesidir… Tabir-i aharla, denileşmesidir…
 
Dünyevileşmek, ahireti atlayarak, dünyayı amaçlaştırmaktır, mutlaklaştırmaktır… Allah’ın ruhunu benlikten sıyırarak çamurlaşmaktır… Ukbayı, fenaya feda etmektir… Efdalı, ednaya kurban kılmaktır…
 
Ahiret üzerinden hayat tanzim edilmeyince dünyevileşme kaçınılmaz oluyor… Tüm kadim dinleri, kavimleri ve medeniyetleri bozan en büyük tehlike dünyevileşmektir…
 
Bugün de İslam’ın kendisi ile çatıştığı en ciddi tehlike ne siyonizm ne de emperyalizmdir… Dünyevileşmektir...
 
Çünkü bu illet değerleri, nesilleri tüketen salgın bir virüstür… Bulaşıcıdır, bağımlılık yapar ve insanı bozar…
 
İnsan dünyevileştikçe kirlendi…
 
Yaşam ufku bu dünya ile sınırlı; hesapçı, hazırcı, hazcı, şimdici, dünyacı insanların gündemine ulvi hedefleri, rabbani davaları, gaybi haberleri koyabilmek gerçekten çok zor…
 
Çünkü insan evla olandan koptu, edna olana takılı kaldı… Yani yeryüzüne mıhlanıp kaldı…
 
Evet, insan dünyalıklarla bütünleşti, büyüklendi, büyülendi…
 
Çünkü artık o müstağni… O mütekebbir… O mağrur…
 
Orada heva konuşuyor, takva gündemden düştü…
 
Öte dünyasız bir konforun kucağına düşenler yeryüzü cennetinin peşinde “peşin” olanı arıyorlar… Anın tadını çıkarmaya adaydı onlar…
 
İslami kesimlerde sinsice yayılan “iç sekülerleşme” geleceğimizi tehdit ediyor…
 
Duyarsızlaşan insanlarımızın derdi neydi? Artık onların vazgeçemeyecekleri dünyalıkları var… Tel tel dökülen değerler dolayımında dünyayı tekrar değerlendirmemiz gerekmiyor mu?
 
Bu yolda bu kadar fire, sizce de normal midir?
 
Bu telefatın telafisi mümkün değil mi acaba?
 
Masa, kasa, nisa üçgeninde tanınmaz hale gelen insanımızın önce hangi hallerini konuşsak, bilmem ki?
 
Haz, hız, kız anaforunda, anlamsızlığın girdabında günahı alkışlayan adamlar bize çok da yabancı gelmiyor…
 
İşte benmerkezci algı, her şeye maddi açıdan bakma yanılgısı işi bu hale getirdi… Yaşam vahyin müdahalesinden soyutlanınca savrulmanın da önü açıldı…
 
Dünyevileşen insan külli aklı değil, cüz’i aklı rehber edindi… Din de dünyevileşince, dindarlığın içi boşaldı… İslam’ın magazinleştirilmesi de bu süreçte hız kazandı… Din sekülerleştirilirken, sekülerizm de dinleştirildi…
 
Dinden arındırılmış “politika”, dinden soyutlanmış “ekonomi”, dinden ayrıştırılmış “kültür” özendirildi… Aslında olan biten “dini” olanın tersyüz edilmesiydi…
 
Peki, bu şartlarda olması gereken nedir?
 
Dünyevileşmeye karşı münzevileşmek midir?
 
Dünyayı dışlamak mıdır? Dünyadan el etek çekmek midir?
 
Kızmak, küsmek, şikayetlenip bir köşeye çekilmek midir?
 
Hayır, hayır!
 
Dünyanın içinde olmamız lazım, hem de tam merkezinde ama dünya için olmamak kaydıyla… Dünyanın içinde, Allah için olma bilinci ile…
 
Biz dünyanın içine girebiliriz, yeter ki dünya içimize girmesin…
 
Dünya ile meşgul olabiliriz, yeter ki kalbimizi işgal etmesin…
 
Dünyalı kalalım ama duyarlı olalım… Değerlerimizden ödün vermeyelim…
 
Takva libasını kuşanıp dünyalık açılım ve atılımlarımızı sürdürebiliriz…
 
Allah’ın boyası ile boyanıp dünya kirlerini dezenfekte edebiliriz…
 
Bizim dünyaya değil, dünyanın bize ihtiyacı var…
 
Kur’an’ın açık mesajı bize ulaşmadı mı?
 
“Şüphesiz yeryüzüne salih kullarım mirasçı olacaktır.” (Enbiya, 105)